Hakikat Bülteni

Hacer Uyğur

“Görünen o ki; şiddetli yağmur kötü yer altı tesisatlarıyla birleşince, uzun süren bir yeniden düzenleme sürecine ihtiyaç doğuyor. Neyse ki önümüzdeki birkaç gün güneşli geçeceğe benziyor. En azından çalışmalar için uygun şartlar olacak. Evet sayın seyirciler, bugünkü haber bültenimizin sonuna geldik. Bir sonraki programa kadar şen kalın, esen kalın efendim.”

Gülümsememi birkaç saniye daha yüzümde tutup sonra suratımı serbest bırakıyorum. Gerilen kaslarımın rahatlaması için elimle hafiften yanaklarımı ovalıyorum. Gün boyu çalışmanın verdiği yorgunluğu omuzlarımda ve başımda hissedebiliyorum. Kalkıp kendime bir kahve yapıyorum. Kahvemi yudumlarken favori sitcom dizimi izlemek eve gelince yapmaktan en zevk aldığım şeylerden biri.

Televizyon spikeri olmak kolay bir iş değil. Genellikle sadece hazır olan bir metni okumak ve güzel görünmekten ibaret olduğu sanılır. Çok daha geniş kapsamlı bir iş tanımı var aslında. Kullandığın ses tonu, vurgulamaların, yüz ifadelerin, beden dilin: hepsi bir bilginin, karşıda nasıl bir etki oluşturacağını belirlemeye neden olur. Gerçek bir spiker, en basit şeyleri bile çok büyük çok önemli hâdiseler gibi gösterebilecek beceriye sahiptir. Ve tam tersini yapabilecek beceriye de tabii.

Kendimi bildim bileli anlatıcılığa merakım vardı. Ağzından çıkan kelimelerle insanı etkin altına alabilmenin çok büyük bir beceri olduğunu düşündüm hep. Ve bu beceriyi edinebilmek için çok çalıştım. Bir kelimeyi kullanırken, bir cümleyi söylerken karşımdakini ne şekilde etkilediğini gözlemleyerek çok uzun zaman geçirdim. Böylece giderek gelişen bir yetenek oldu benim için bu. Mesleğimi de bu yönde seçtim. O yüzden zor da olsa çok severek yapıyorum bu işi. Öyle ki hayatımda birçok şeyin önüne koydum. Sosyal ilişkilerimin, ailemin,aşkın… Yeri geldi hepsinden büyük fedakarlıklar yaptım. Ama karşılığını da aldım. Şu an televizyondaki en büyük kanallardan birinde baş spikerim. Tek başıma ben sunuyorum haber bültenini.

Başarılarımı hatırlayıp kendimle gurur duyarken dizimin de kahveminde bitmiş olduğunu fark ediyorum. O sırada kapı çalıyor. “Muhtemelen Aynur'dur” diye boşluğa doğru konuşup kapıyı açmaya gidiyorum. Gerçekten de Aynur gelmiş. Bu ara ziyaretime gelen başka kimse olmuyor zaten. Kimseyi de istediğim yok. Aynur bile gelmese keşke diyorum bazen içimden. Çok yoruluyorum çünkü, enerjim olmuyor konuşmaya pek.

Aynur'un iki elinde dolu dolu poşetler var. “Ne gerek vardı kızım, niye benim ev alışverişimi sen yapıyorsun?“ diyorum. “ Sanki ben yapmasam sen yapacaksın. Hiç bakmıyorsun kendine.“ diyor. Haksız değil. İnsan tek başınayken kendisine yemek pişirmek yük oluyor bazen. Sağlıklı bir beslenme düzeni oluşturmak, evin eksiklerini fark etmek, gidip alışveriş yapmak… Zor geliyor. “İş yerinde yiyorum genelde” diye bir yalan atıyorum daha çok sessiz kalmamak için. Bakışlarında kızgınlık ve endişe görüyorum. “Sadece işte mi yiyorsun?“ diyor. “Hayır yapıyorum tabii kendime yemek. Geçsene içeri kapıda kaldın.” Elindeki poşetlerden birini alıyorum. Ben önde o arkada mutfağa gidiyoruz.

“Sana bir şeyler pişireyim. Ne istersin?” diye soruyor. İtiraz etsem de dinlemeyeceğini bildiğim için poşetlere bakıyorum. Aldığı malzemelerle yapılabilecek bir yemek bulup söylüyorum. “Sen yemek yaparken ben de bir duş alsam olur mu? Çok yoruldum bugün.“ diyorum. Başıyla onaylıyor. Sanki yüzünü hafiften diğer yana çeviriyor ama bir şey demiyorum. Alındı mı acaba o buradayken yıkanmak istememe? Neyse. Yapacak bir şey yok. Hızlı bir duş alıp dönerim.

Yemek yerken Aynur sokaktaki altyapı çalışmalarından konu açıyor. Ben de gülerek bugün haber bülteninde bu konuyu anlattığımı söylüyorum. Yine yüzü değişiyor bir şey soracak gibi bakıyor. Böyle davranmasını garipsediğim için artık dayanamayıp “Ne oldu? Bir şey mi soracaksın diyorum?“

“Yoo… Aslında… şeyi merak ediyordum. Senin bu kanaldan kovulma durumu ne oldu? Yeni bir işe mi girdin?”

“Ne kovulması? Ha onu diyorsun. Çözdük biz onu.”

“Nasıl çözdünüz?”

“Boş ver Aynur. Geçti gitti işte. Başka şeyler konuşalım.”

Bir süre sessizlik oluyor. Sonra Aynur kendi hayatına dair bir şeyler anlatmaya başlıyor. Dinliyor gibi yapıyorum ama keşke gitse diyorum içimden. Yalnız kalmak istiyorum. İçimde büyük bir sıkıntı var. Söylediği şeyler kafamı karıştırıyor. Çünkü işten kovulma olayını tam olarak hatırlayamıyorum. Aynur gittikten sonra hızlıca yatağa geçiyorum. Yarın iş var. hatta belki iş yerinden birileriyle bu konuyu konuşabilirim.

Niyetim biraz kalıp arkadaşlarla sohbet etmek olsa da sonraki gün haberler bitince yine hızlıca eve dönüyorum. Aynur'la konuştuğumdan beri kafam biraz dağınık. Zaten haberler de hiç iyi değil. İşsizlik oranlarında artış mı dersiniz, aldatma hikayeleri mi yoksa Türkiye'nin yalnızlaşması mı. Neredeyse hiç yüz güldürecek haber yok. Zaten bozuk olan moralim iyice bozuluyor. Bir de tam evde koltuğuma kurulmuş rahatlayacakken annemin aradığını görüyorum. Aslında açmak istemiyorum ama bir süredir hiç konuşmadığımız için endişelenebileceğini düşünüyorum.

-”Ben de tam kapatıyordum kızım açmayacaksın sandım” diyor. Telefonu açtığımda bile suçlu hissettirmeyi beceriyor.

-”Ancak yetişebildim anne. Nasılsın ne yapıyorsun?”

-”Ne yapayım kızım bildiğin şeyler işte Sen ne yapıyorsun asıl?”

-”Çalışıyorum. İşten yeni döndüm ben de.”

-”Aman iyi iyi yeni iş buldum dedin ya çok sevindim gerçekten. Baban hâlâ para gönderiyor sana değil mi? Dün gönderdiğini söyledi en son.”

-”Gönderiyor anne ama diyorum ya gerek yok aslında. Başımın çaresine bakabilirim ben.”

-”Ben bilmem artık babanla senin aranda. Emir'den haber var mı?”

Nefesim daralıyor bir an.

-”Anne bir daha onunla konuşmayacağımı biliyorsun. Canımı sıkmak için mi soruyorsun?”

-”Ne bileyim kızım. Çok ani oldu. Çok üzüldün. Üstüne bir de işten kovuldun falan. Yeni iş bulduğun gibi belki onunla da barışmışsındır dedim. Kendini toparladın ya biraz.”

-”Yok anne barışmadım zaten diğer kadınla nişanlanacaklar onlar.”

-”Aa öyle mi? İyi çocuktu aslında. Biraz kendine dikkat etsen bunlar olmazdı belki. Nasip tabii ama…”

-”Anne benim biraz işim var sonra konuşsak olur mu?”

Cevabını beklemeden telefonu kapatıyorum. Annemle konuşmak iyice başımın ağrımasına ve dün Aynur'dan kalan sıkıntının daha da büyümesine sebep olduğu için gidip uyumaya karar veriyorum.

Bir sonraki sabah çok daha enerjik uyanıyorum. Bugün iş sonrası eve gitmeyeceğim Böylece Aynur gelse bile beni bulamaz. Telefonları da açmayacağım. Sadece işime odaklanacağım. Her zamanki gibi. İşim her zaman beni toparlayan şey olmuştur çünkü. Yine öyle olacak.

“son ki üç kayıttayız”

“Merhaba sayın seyirciler bugünkü haber bültenimize hoş geldiniz. Size güzel haberler verebilmek isterdim ama yine iç burkucu bir haberle başlıyoruz. İlk haberimiz bir kadınla ilgili. Hepimize çok tanıdık gelecek bir hikaye anlatacağım size. Çok kısa aralıklarla iki aşkını - sevgilisini ve işini- kaybeden bir kadının hikayesini.”

Duraksıyorum. Metinde yazanların bu kadar tanıdık gelmesi kalbimi hızlandırıyor. Hem ne zamandır böyle şeyler haber olarak anlatılıyor? Ben bunları yaşamış biri olarak kimsenin umurunda olmadığını biliyorum. Haber değeri var mı ki bunun? Profesyonelliğimi bozmamak için normal bir şekilde anlatmaya devam ediyorum.

“Acı bir aldatma hikayesi var öykümüzün başında. B.; sevgilisi tarafından, en yakın arkadaşlarından birisi ile aldatılıyor. Ve aldatılan taraf olmasına rağmen bir şekilde haksız çıkıyor. Tüm ortak arkadaşlarını kaybeden o oluyor. B'nin işkolikliğinden, düzensiz yaşamasından, kadınsı olmayışından ve bir yandan da tam tersine fazla kadınsı olduğu için iş yerinde erkeklerle çalışmasının rahatsız edişinden bahseden sevgilisi E. başta şüphe toplasa da arkadaşlarını kendi tarafına çekmeyi başarıyor.”

Kalbim kulaklarımda atıyor artık. Aynı baş harfler aynı yaşantı. Ne olduğunu anlayamıyorum. Zorlukla yutkunarak devam ediyorum.

“Bunları yaşayan B. bir de yetmez gibi hayatını adayarak çalıştığı işinden büyük bir haksızlıkla kovulunca kendisini eve kapatıyor. Kimseyle görüşmüyor. Hiç dışarıya çıkmıyor. Arada bir uğrayıp onu zorla besleyen arkadaşı olmadığında yemek dahi yemiyor. B.nin son dönemde yetersiz beslenmeden ve girdiği depresyondan dolayı hafızasında bozukluklar oluşacak düzeye geldiği gözleniyor.”

Sesim titremeye, başım dönmeye başlıyor. Etrafımdaki nesneler bulanıklaşıyor. Stüdyonun duvarları evimin duvarlarıyla birbirine girmeye başlıyor.

“Yaşadıklarını doğru düzgün hatırlayamıyor, hayali senaryolarda teselli bulmaya çalışırken onlara inanmaya başlıyor. Oysa gerçekte…”

Okumak istemiyorum. Kağıdı yere fırlatıyorum. Başımı yere eğiyorum. Yanaklarımdan aşağıya doğru süzülen yaşları hissedebiliyorum. Derin nefesler alıyorum. Zihnime anılar doluşmaya başlıyor. Yerinden kalkacak enerjisi bile olmayan, kendini tüm dünyaya kapatmış, umutsuz bir kadının hayatından kesitler görüyorum. O benim. Yüzleşmekten korktuğum, görmek istemediğim kendimi izlerken ona yardım etmek istediğimi fark ediyorum. Çaresizce elinden tutulmasını bekleyen o kadını ben de yalnız bırakmışım meğer diyorum.

Bastığım yer bir stüdyonun zemini değil, bunu görebiliyorum artık. Zaten ayaklarımda geçen sene Emir’in aldığı tweetyli pofuduk terlikler var. Onları sadece evde giyiyorum. Bakışlarımı yerden yavaş yavaş kaldırıyorum. Tam karşımda duran bir kamera değil. Bir ayna. Ve aynada ağlayan bir kadın. Onu gördüğüm için gülümsüyor.