Aktarılan Görü

İrem İlayda Karkı

Yemyeşil ağaçları da geride bırakırken bir huzursuzluk midemden başlayarak vücudumu ele geçirmeye başlamıştı. Çok hızlı ilerliyordum. İlk defa bu yollardan geçtiğimi anlamam uzun sürmemişti. İlerde bir kulübe görünce yavaşladım. Yavaşlamanın da hızlanmanın da elimde olmadığı bir durumdaydım. Vücudumun kontrolü bende değildi, sadece izleyiciydim. Yavaş yavaş kulübeye doğru ilerledim. Pencerenin önünde durdum. İçeride elleri, ayakları sandalyeye bağlanmış bir adam vardı. Takım elbisesi üzerindeydi ve çok zarar görmemişti. Ben onu incelerken bir anda gözlerini açtı. Gözleri hayatımında ilk defa gördüğüm bir göz rengine sahipti. Turuncuya benzer bir renkti. Anlık bir refleksle bir adım geri attım. Diğer odadan bir başka adam çıktı. “Kim var orada?” derken bakışları pencereye yönelmişti. Geldiğim yola dönüp hızla kaçmaya başladım. Kaçarken kırılan bir şeyin sesi kulağımı tırmaladı. Anlık kırık bir nal parçası görür gibi oldum. Kalan yolu daha yavaş bir şekilde ilerledim. Yakalanırsam ne olur düşüncesiyle uyandım.

Uyandığımda kan ter içinde kalmıştım. Daha önce rüyalarımda koştuğumu, farklı yerlerde özellikle ağaçlık alanlarda veya çiftlikte gezdiğimi görüyordum ancak ilk defa bir insan bu rüyaya dahil olmuştu. Gördüğüm kişiyi gerçekten de karşımda görmüş gibi net bir şekilde hatırlıyordum. Gözlerini de. Rüyanın etkisinden biraz çıkınca yataktan kalktım. Bugünün Pazar olduğunu hatırlamam günümü güzelleştirmeye başlamıştı bile. Pazar gününe özgü bir alışkanlıkla kendime kuş sütünün eksik olduğu ama onun yerine sonlara doğru badem sütlü kahvemi dahil ettiğim bir kahvaltı hazırladım. Hanım ve çocukları bir haftalığına tatile göndermiştim. Bu hafta kendime bakmakla mükelleftim. Onlarla olan kahvaltının tadı bir başka da olsa yalnız kalmayı özlediğimi fark ettim. Sakin, telaşsız, öncesini sonrasını düşünmediğim bir gün oluyordu. İçimden “Nazar değdirme Boran.” deyip gülümsedim. Bugün evden çıkmaya niyetim yoktu. Doyduğumu hissedince kahvemi alıp dün aldığım gazetemi okumak için salona geçtim. Mutfağı toplamak konusunda acelem yoktu. Melahat görse… Yine kıkırdadım içimden. Ayaklarımı koltuğa uzatıp gazetenin ilk sayfasını açtım. Ekonomik problemler, sanatçıların sözleri, inceleme yazıları derken karşıma çıkan bir fotoğraf kahvemi yutamama sebep oldu. Rüyamda gördüğüm adam bana gazete kağıdından gülümsüyordu. “Türkiye’nin tek turuncu rengi gözlerine sahip iş insanı kaçırıldı.” Haberin başlığı daha da gerilmeme sebep oldu. Rüyamı ciddiye alıp almamak arasında gidip geliyordum. Ciddiye alsam ne yapacağımı düşündüm. Daha önce rüyamda sık sık gördüğüm çiftliği biliyordum. Dün de rüyam çiftlikten başlayıp devam etmişti. Eğer oraya gidersem yolu takip ederek… Ne yapıyorsun Boran, saçmalama. Melahat’ın “Elin adamını kurtarmak sana mı kaldı?” sözleri kulağımda çınlıyordu şimdiden. Rüyam gerçek olsa bile kaçıran adam tehlikeli olabilirdi. Tek başıma ne yapacaktım ki? Böyle düşünürken bir süper kahraman olmadığım ve polise başvurabileceğim gerçekleri hızla zihnimden aktı. Tabii ya polis. Gidip “Bakın ben bu adamı rüyamda gördüm, yerini de biliyorum.” dediğimde eminim beni ciddiye alacaklardı. Derdimi anlatabileceğim bir yol bulamayınca vazgeçmeye karar verdim. Hem sadece bir rüyaydı. Belki de ben bu haberi bir yerde gördüm ve bilinçaltıma yerleşti, akşamına da rüyamda gördüm. Evet bu daha tatmin edici bir açıklamaydı. İnşallah bulunur, dedim ve gazeteyi katlayıp masaya bıraktım. Zihnimi dağıtmak için gittim mutfağı toparladım. Çamaşır makinasına çamaşır atıp kuruyanları katladım. Melahat gelince evi toz içinde görmesin diye toz aldım, süpürge yaptım. Yapabileceğim tüm işleri bitirdiğimde yine gözüm gazeteye takıldı. Ah Boran ah, yine başına iş açacaksın.

Hızla giyinip en yakın karakola gittim. Giderken aklımdan yolun mesafesi kadar senaryo geçirdim ama sonunda yalan söylemeyip dürüst olmaya karar verdim. İçeri girdiğimde bir ihbar yapacağımı ilettiğim polis arkadaş beni adı Murat olan başka bir polise yönlendirdi. Hadi bakalım, dedim içimden. Gazan mübarek olsun.

“Buyrun nasıl yardımcı olabilirim.”

Karşımda bıyıklı, eski Türk filmlerinden fırlayan bir adam oturuyordu. Göbeği de olsa bir oyuncuya çok benzetecektim. Dikkatimi toparlayıp saçma sebebimi makulleştirmeye çalıştım.

“Ben kaçırılan iş insanı hakkında ihbar yapmaya gelmiştim.”

“Hangisi?”

Hangisi mi? Kaç tane iş insanının kaçırılmış olabileceğini hesaplamak üzereyken kendime bir çimdik atıp soruya cevap verdim.

“Turuncu renkte gözleri olan.”

Murat bey biraz düşündükten sonra hatırladı.

“Evet hatırladım. Dinliyorum.”

“Ben yerini sanırım biliyorum. Bana nerden biliyorsunuz diye sormayın ama lütfen burayı bir kontrol edelim.”

“Tabii efendim hay hay. Ahmet, hadi hazırlanın.”

Murat bey yanındaki arkadaşına hazırlık için emir verince bu sorunun bu kadar kolay çözülmesine şaşırmıştım. Murat bey gözlerini bana dikip bakana kadar.

“Dalga mı geçiyorsun bizimle? Ya doğru düzgün anlat ya da bizi gereksiz meşgul etmekten hemen nezarete atayım seni. Karar senin.”

Zihnimdeki Melahat konuşmaya başlamak üzereydi. Hızlıca onu susturup nereden başlayacağımı düşündüm.

“Ben size dürüst olacağım ama lütfen saçmaladığımı düşünmeyin.”

“Ona biz karar veririz. Anlat.”

“Dün gece rüyamda gördüm. O kadar gerçe…”

Rüya dememle iki polis sinirli bir şekilde gülmeye başladı. Durumu nasıl toparlayacağımı bilmiyordum.

“Bakın önce bana da saçma geldi. Hatta buraya hiç gelmeyecektim. Ama vicdanımı susturamıyorum. Ya doğruysa diye düşünmeden edemiyorum. İlginç bir şekilde gerçekliğine çok eminim. Lütfen bana yardım edin. Orada bir adam daha vardı ve eğer tek başıma gidersen bana dostça yaklaşmayacağından eminim.”

“Nerede bir adam daha vardı?”

“Bir kulübe. Kaçırılan kişi sandalyeye bağlanmıştı. Sonra başka odadan kolları dövmeyle kaplı bir adam çıktı.”

Murat bey ve arkadaşı bakıştılar. Çok kısa süreliğine bakışarak anlaştılar ve Murat bey benim önüme bir fotoğraf koydu.

“Bu muydu?”

Ciddi yüz ifadeli, uzun saçlı bu adam sabahtan beri beni tedirgin ediyordu. Görür görmez tanıdım.

“Evet bu.”

Polis ellerini birleştirip başına ufak bir masaj yaptı.

“Çok çok saçma ama tamam. Adresi ver.”

“Şöyle ki adres yok. Yani bir çiftlik var orayı biliyorum. Oradan sonra sizi yaya olarak götürebilirim.”

Murat bey gözlerini kapatıp derin bir nefes verdi. Ceketi aldı ve çıkalım diye işaret etti bize.

Yol boyunca arabada adres tarifi dışında konuşmadık. Yanlarına iki polis daha almışlardı. Her ihtimale karşı iki araba gittik. Çiftliğe gelince arabayı uygun bir yere park ettik ve onlara kulübeye kadar rehberlik etmek üzere önden yürüdüm. Yürüdükçe rüyam canlanıyordu gözlerimde. Gittiğim yollar tam da hatırladığım gibiydi. Kulübeye yaklaştıkça kalp ritmim artıyordu. Sonunda gözle görülecek bir mesafeye geldiğimizde polise işaret ettim. Benim orada kalmamı tembihleyip ses çıkarmadan kulübenin önünü ve arkasını sardılar. Benim konuştuğum polis işaretle birlikte kapıyı kırdı ve içeriye daldı. Ben çok bakamadım. Sadece bir iki el silah sesi duydum, koşuşturma oldu. Yaklaşık 15-20 dakika sonra kolları dövmeli, uzun saçlı adam yüzünde aynı ciddi ifade ve birkaç morlukla beraber iki polis eşliğinde kapıdan çıkarıldı. Arkasından da kaçırılan kişi bir polisin koluna girmiş bir şekilde çıktı. Rüyam gerçekti. Gerçek olmuştu. Nasıl olabilirdi? Ben şaşkınlığımı üzerimden atamamışken Murat bey yanıma geldi ve teşekkür etti. O da şaşkındı. Benim ayrıntılı ifademi alacakları bilgisini verdikten sonra hep birlikte çiftliğe doğru ilerledik. Çiftliğe yaklaştığımızda turuncu gözlere sahip adının Tunç olduğunu öğrendiğim iş insanı da üzerindeki tedirginliği atmış bana teşekkür etmişti. Olaylar durulduktan sonra şirketine beklediğini de ekledi. Zengin insanlar tabii. Bizim evimize neden gelsinler. Bize teşekkür edilmesi için ayaklarına gitmemiz lazım diye geçirdim içimden. Tamam sus, diyen Melahat’in sesi susturdu zihnimi. Ben bu olayları Melahat’e nasıl açıklayacaktım?

Çiftliğe gelmiştik. İlginç bir şekilde rüyamlarımda hep buraları görüyordum ve burayı çok iyi tanıyordum. Kafamda birçok soru işareti ile arabaya binmek üzereyken bir atın koşar adım bana doğru geldiğini gördüm. İlk önce tedirginlik hissetsem de yaklaştıkça bakışlarında tanıdık bir şey hissettim. Elimi uzattım, kafasını okşamama izin verdi. O da bana bir şey anlatmaya çalışıyor gibiydi. O sırada Tunç bey “Bu at, o.” dedi. Anlamadığımızı belirten bakışlarla ona bakınca açıklaması gerektiğini anladı.

“Dün gece pencerenin önüne gelmişti. Burada olduğum süre boyunca gördüğüm tek canlı oydu.”

Ata baktım. Düşüncemi başıyla onayladı. Teyit etmek istercesine ayaklarına baktım. Sağ ön ayağındaki nal kırıktı.