Gece sessizdi. Gökyüzü yıldızsız, karanlık bir perde gibi kasabanın üzerine inmişti. Yıllardır kimsenin ayak basmadığı, taş duvarları yosun tutmuş terk edilmiş bir han, rüzgarın uğultusuyla hüzünlü bir şarkı söylüyordu. Kasaba halkı, hanın etrafından dolanır, hakkında fısıldayarak konuşur ama içine girmeye cesaret edemezdi. Ancak o gece, polis memuru Yavuz, hanın önünden geçerken yerde parlayan bir şey fark etti.
Eğilip eline aldığında, toprakla kirlenmiş eski bir nal olduğunu gördü. Nal, yıllar boyu toprağa gömülmüş gibiydi ama üzerinde eski bir işçilikle kazınmış harfler dikkatini çekti: “GÖZ.” Nal, garip bir şekilde Yavuz’a tanıdık geldi. Ama nereden hatırladığını çıkaramıyordu.
Yavuz, nalla birlikte ayağa kalktı ve çevresine göz gezdirdi. Havanın soğukluğu bile o an hissettiği rahatsızlığı dindiremiyordu. İçinde, onu izleyen bir çift gözün varlığını hissetti. Sanki hanın gölgelerinden bir şey, adımlarını takip ediyordu. Yavuz hızlıca oradan uzaklaştı, ama nalı cebine koymayı unutmadı.
Ertesi sabah, nalı masasına koyup inceledi. Paslıydı, ama üzerindeki kazınmış “GÖZ” kelimesi tuhaf bir ürperti veriyordu. Yavuz, kasabanın yaşlı muhtarı Süleyman’dan han hakkında bilgi almak istedi. Muhtar, hanın 10 yıl önce kapanmasından bu yana kasaba için bir yasak bölge gibi görüldüğünü anlattı.
“Orada bir kere kaybolan birini bulduk, ama hâlâ diğerini bulamadık,” dedi Süleyman.
Yavuz şaşırdı.
“Diğerini mi?”
“Han sahibinin kız kardeşi. Onun izi asla bulunamadı. O günden sonra, hanın sahibi de kayboldu. Hanın üstünde kötü bir gölge var evlat, bu işleri fazla kurcalama.”
Ama Yavuz bu tür sözleri duymazdan gelirdi. O, doğruları ortaya çıkarmak için polis olmuştu. Aynı gün hanın yakınlarında bir ceset ihbarı aldı. Toprağın hafifçe kazılmış olduğu yerde, yıllardır kayıp olduğu düşünülen genç kadının kalıntıları bulundu. Cesedin durumu, bunun bir cinayet olduğunu net bir şekilde gösteriyordu.
Ancak asıl ilginç olan, cesedin bulunduğu yerde de bir nalın çıkmasıydı. Üstelik bu nal, Yavuz’un bulduğu nalın birebir aynısıydı. Nalın üzerinde yine bir kelime vardı: “GERÇEK.”
Yavuz, bu olayın bir tesadüf olmadığını anlamıştı. Han ve bu nallar arasında bir bağlantı vardı, ama nasıl? Bu iş, sadece eski bir cinayet vakası mıydı, yoksa daha derin bir şey mi yatıyordu?
Yavuz, gece el feneriyle hana girmeye karar verdi. Hanın önüne geldiğinde, kasabanın sessizliğinde bir şeylerin fısıldadığını hissetti. İçeri girdiğinde ise çürümüş ahşap kokusu ve rüzgarın taş duvarlarda yankılanan uğultusu onu karşıladı.
Eski tahta döşemeler gıcırdıyor, her adımda Yavuz’u daha da içine çekiyordu. Hanın loş salonunda ilerlerken, yerde bir nal daha buldu. Bu nal, diğerlerinden farklı olarak tamamen temizdi ve üzerinde tek bir kelime yazıyordu: “HATIRLA.”
Han, birden soğumuş gibi hissettirdi. Yavuz, ışığını duvarlara tuttu ve karşısında onlarca göz figürüyle karşılaştı. Taş duvarlara kazınmış gözler, sanki onu izliyordu. Bir adım daha attığında, bodrum katına inen taş bir merdiven fark etti.
Bodrumda bir masa ve masanın üzerinde bir defter vardı. Duvarlar, kazınmış göz motifleriyle doluydu. Yavuz defteri eline aldığında sayfaların kenarlarının sararmış olduğunu gördü. Defterin ilk sayfasında titrek bir el yazısıyla şunlar yazıyordu:
“Gözler, yalnızca gerçeği görenlerindir.”
Defterin sonraki sayfalarını çevirdiğinde, han sahibine ait bir günlük olduğunu anladı. Han sahibi, kayıp kardeşini yanlışlıkla öldürdüğünü ve cesedini hanın yakınına gömdüğünü itiraf ediyordu. Ancak asıl dehşet, adamın yazılarında yatıyordu:
“Kardeşim toprağın altına girdiği günden beri, gözler beni izliyor. Hanın her köşesinde, her gölgesinde gözler var. Beni affetmiyorlar. Onlardan kaçmak için her yolu denedim ama nereye gidersem gideyim, beni buluyorlar.”
Yavuz’un tüyleri diken diken oldu. Bu sırada bodrumdaki ışık birden bire zayıfladı. Etrafını çevreleyen gölgelerin hareket ettiğini hissetti. Gözler, sadece duvarda değildi; onları hissediyordu, hareket ediyor, ona yaklaşıyordu.
Han, yalnızca bir cinayetin değil, geçmişin karanlık bir hatırasının sembolüydü. Yavuz, defteri masaya bıraktı ve hızla bodrumdan yukarı çıkmaya çalıştı. Ama gözlerin ağırlığını, izleniyor olmanın soğuk dehşetini peşinden sürükledi.
Yavuz, hana bir daha dönmedi. Ancak nal ve göz figürleri onu asla yalnız bırakmadı. Aynada kendisine baktığında, arkasında bir çift göz daha olduğunu hissediyordu.
Belki de bazı sırlar, taşınamayacak kadar ağırdı. Ve bazı gözler, gerçeği gördüğünde bir daha kapanmazdı.