Sokakta adımlarımı hızlandırmış, düşünmemem gereken şeylerden kaçmaya çalışıyordum. Onların bir adım önümde olduğumu ve ben koştukça düşüncelerime daha çok yaklaştığımı fark edemedim. Fark edemediğim diğer bir şeyse yayalara kırmızı ışığın yanmış olduğuydu. Yanımdaki adamın itmesiyle sarı bir arabanın altında kalmaktan son anda kurtulmuştum. Yere düşmenin etkisiyle gözlerimi sımsıkı kapadım. Her ne oluyorsa ben bakmazken olsun istedim. Gözlerimi kapatmamla bir anlığına bahçemdeki karpuzun yanında belirdim.
Bahçedeki devasa karpuzu düşünme.
Mehmet olsa dalga geçmişti benimle. “Bir de bayıl istersen Feriha. Alt tarafı birkaç sıyrık.” diyen sesi kulaklarımda yankılandı. Ertesi gün Mehmet perdeyi açarken ona kapat diye bağıracak, üstüne sinir krizi geçirecek ve evet, bir de bayılacaktım. Ama bu henüz yaşanmadı. Evet gerçekten birkaç sıyrıkla atlatmıştım bu olayı. Ama beni dehşete düşüren, gözlerimi kapatamamama sebep bu kaza değildi. Düşünmemeye çalıştığım düşüncelerimdi.
Elimde yemeklik malzemeler eve doğru ilerliyordum. Yarın Mehmet gelecekti. En sevdiği yemeği yapacaktım. Mehmet’in en sevdiği yemeği yaparken en sevdiğim şarkıyı dinleyecektim. Bu hafta en sevdiğim şarkı ne, diye düşündüm. Son zamanlarda dinlediğim müzikler hızla aktı zihnimden. Birkaç damla da saçlarıma doğru aktı o sırada gökyüzünden.
Han viran olmuş, yollar perişan
Susadım elinden içmeye geldim
Yâre bir sırrım var, açmaya geldim.
Evet şarkımı seçmiştim. Henüz çok ıslanmamışken bahçe kapısına gelebilmiştim. İçimi bir ürperti kapladı. Kapıyı açmasam, gerisin geri dönsem, kimselere haber vermeden gitsem diye aklımdan geçerirken şu an bir film sahnesinde değiliz nereye gidiyorsun dedim kendime. Masalda da değiliz, hele bir hikayede hiç değiliz.
Bahçedeki devasa karpuzu düşünme.
Telaşla eve attım kendimi. Kapıyı tam üç kez kilitledim. Mehmet gelene kadar ihtiyacım olan her şeyi almıştım. Yarına kadar evden çıkmama gerek yoktu. Zaten Mehmet gelince ona bu durumdan bahsedecektim. Şimdiden ihtiyacım olacak kelimeleri bulmaya çalışıyordum. Mutfağa geçtim, alışveriş torbalarını boşaltmaya başladım. Salamura yaprağı suya ısladım. Yorulmuştum. Son enerjimi oraya varmak için kullanmışçasına tv koltuğuna bıraktım kendimi. Acı, tatlı bir sızlama tüm bedenimi sardı. Normalde olsa o anın keyfini sonuna kadar yaşardım. Ama içimdeki huzursuzluk buna izin vermiyordu. Alyansıma baktım. Mehmet’i görür gibi oldum yansımada. Mehmet’e baktım. İlk günkü gibi diyemem. Yıllar yaşlandırdı elbet.
Abart Feriha, iki yıldır evlisiniz sadece.
Ama dedim iç sesime, evlilik zor.
Sevgi bakii.
Evet öyle.
Bahçedeki devasa karpuzu düşünme.
Düşünürken gözlerim kapanıvermiş. Üşüyerek uyandım. Koltuğun kenarında gözüme ilişen şalı omzuma atıp mutfağa geçtim. Yaprağı biraz da kaynatmak lazım diye geçirdim içimden. Fokurdayan su sesiyle irkildim. Suyu ocağa koyduğumu hatırlayamadım. Neyse dedim, dikkatsizliğime gelmiş olmalı. Yaprakları suyun içerisinde kaynamaya bırakırken sarma içini hazırlamaya koyuldum. Pirinçler yıkanmış süzgeçte bekliyordu. Ben ne zaman pirinçleri yıkayıp, suyu ocağa koymuştum? Yine neyse dedim. Acelem vardı, düşünmek istemedim. Tüm malzemeler hazır olunca mutfak masasına oturdum ve bu haftaki şarkımı açtım. Sarma işlemi boyunca onu dinleyecektim. İyi yemek yapan insanlar ne derdi; “Bu yemeğe sevgimi kattım.”. Ben şu an dertlerimi katıyordum. İçimdeki sıkıntıdan da ekleyip sarıyordum her birini. Biliyordum güzel olacaktı. Ne demişti sevdiğim yazarlardan biri: “Hangi taş ezdi seni, tadın böyle güzelleşmiş?” Gözlerimden birkaç damla yaş pıt dedi zıpladı masaya.
Söz ver Feriha, Mehmet gelmeden salmayacaksın kendini. Depresifleşmek de yok.
Tamam iyiyim ben. Neden olmayayım ki? Sonuçta bahçemde kocaman bir karp…
Bahçedeki devasa karpuzu düşünme.
Sabah günün ilk ışıklarıyla uyandım demeyi isterdim ama hiç uyumadım. Çok fazla uykum olmasına rağmen gözümü bile kırpmadım. Çünkü biliyordum, gözümü kapattığım an… Mehmet’in gelmesine birkaç saat vardı. O çözecekti bu sorunu. Telefonda hiçbir şey anlatmadım. Abartıyorsun, saçmalama diyecekti. Gelsin kendisi görsün. Görsün de anlasın ben iki gündür ne yaşıyorum. İki gün yoktum, neler olmuş, bensiz olmuyor değil mi, diyecekti. Sinirlerim bozuldu, uykusuzdum da. Mehmet’in hayali ile kavgaya tutuşursam günün devamına enerjim kalmayacaktı.
Kapı ziliyle daldığım yerden hızla dönüp kendime geldim. Etrafma baktım. Sarmayı pişirmiştim, hatta yanına bir şeyler de hazırlamıştım. Üzerimi değişip şık bir kıyafet giymiştim. Evi toparlamış, biraz temizlik bile yapmıştım. Ve ben bunların hiçbirini yaptığımı hatırlamıyordum. Bu kez neyse diyemedim. Kapı yeniden, bir öncekinden daha uzun çaldı. O zaman hatırladım kapıyı açmam gerektiğini. Yüzümdeki şaşkınlığı toparlayıp tebessüm eklemeye çalıştım kapıyı açarken. Mehmet elinde çiçeklerle beni bekliyordu. İki günlük özlemle sarıldık birbirimize. Bakışlarım bahçeye doğru kaydı.
Bahçedeki devasa karpuzu düşünme.
Elindeki paketi, kapıyı kapatıp salona geçtiğimizde fark ettim.
“Görünce aklıma sen geldin.”
Paketi açtım. Pembe bir peluş fildi. Bunu görünce ben mi geldim aklına diyemedim. Mehmet hediye almaktan hiç anlamıyordu. Yine de tebessüm ettim.
“Teşekkür ederim. Hadi elini yıka, yemek yiyelim.”
Sofraya oturduğumuzda Mehmet bendeki endişeli hali anlamıştı.
“Neyin var?”
Gözlerimi kaçırdım. Şimdi sırası mı, emin olmak istiyordum. Sarmayı tırtıklıyordum bir yandan da. Mehmet’e baktım. Keyifli halinden sarmanın lezzetli olduğu sonucunu çıkardım. Endişemin yerini kısa bir süreliğine gurur aldı. Kısa bir süre. Mehmet, soru sorar bir ifade ile bakınca cevap verme zorunluluğu hissettim.
“Bahçeye dikkat ettin mi? Yani baktın mı, bir farklılık var mı?”
Cevaplarken çok düşünmedi.
“Zaten iki gündür yokum. Bir farklılık yoktu bence. Bir şey mi ektin?”
“Yani kocaman bir şey görmedin?”
“Kocaman bir şey görmem mi gerekiyordu?”
Gerekiyor muydu? Evet, gerekiyordu. Ben görüyorsam onun da görmesi gerekiyordu.
“Karpuz?”
“Sonbahardayız Feriha, ne karpuzu?”
Derin bir nefes aldım.
Bahçedeki devasa karpuzu düşünme.
Neyi düşünme? Düşün artık! Hayatın boyunca olumsuz olan her şeyi düşünme diyerek görmezden gelmeye çalıştın. Ne oldu Feriha, düşünmeyince geçti mi? Sırf sevdiğin için seni anlamayan, anlamaya bile çalışmayan bir adamla evlendin. Ama iyi biri dedin. Sürekli tartıştın ama seviyorum dedin. Ne oldu Feriha, sevgin ruhuna şifa verdi mi?
Masadan kalktım. Pencereye doğru gidip perdeyi araladım. Oradaydı işte. Tüm kocamanlığıyla, bahçemizin tam ortasında. Ürkerek geri kaçtım. Mehmet masada durmuş beni izliyordu. Gidip sarılmak istedim ama bir güç engelledi beni. Aramızda bir sessizlik oldu. Sanki o an tüm dünya sessizliğimize ortak oldu.
Ne bir seda kalmış, ne bülbül hani
Yârin bahçesinde açan gül hani
Sırrım alev aldı, yanmaya geldim
Bu sessizliği bozan Mehmet oldu. Kalktı ve az önce benim yaptığım gibi gidip perdeyi araladı. Sağa sola bakışından benim gördüğümü göremediğini anladım.
“Kapat perdeyi!”
Şaşkın bir surat ifadesiyle bana doğru döndü.
“Ne oluyor?”
İçimde patlayan yanardağlar vardı. Konuşamadım. İçime dağılan lavlar beni eritmesin diye dışıma taşırdım. Evde ne varsa dağıtmaya başladım. Sofrayı, sandalyeleri, koltuğun üzerindeki yastıkları… Mehmet durmuş sadece izliyordu. O an gelip bana sarılmasını ve geçecek demesini isterdim sanırım. Ama içinden ne dediğini biliyordum. “Bir de bayıl istersen Feriha.” İçim bulandı, gözlerim karardı. Sonrası yok.
Gözlerimi açtığımda koltuktaydım. Mehmet kolonya ile bileğimi ovuyordu. Gözlerimi açtığımı görünce tuttuğu nefesi verdi.
“İyi misin, hastaneye gidelim mi?”
Hayır anlamında başımı salladım. Bayılan insanı hastaneye götürmek için ayılması beklenmezdi normalde. Ayıldıysam ne gerek var! Sakin ol, Feriha. Sakin olamıyordum. Zihnimde bir yerde düşünmediğim şeyler kutusu bir kere açılmıştı ve ben artık onu kapatamıyordum. Uzandığım yerde, dünyanın en normal şeyini söyler gibi sakin bir ses tonuyla konuştum.
“Bahçemizde devasa bir karpuz var.”
Mehmet kıkırdadı. Mehmet yine beni anlamak için çabalamadı. Kıkırdamakla da kalmadı onu kocaman bir kahkahaya çevirdi. Ben sakindim, hatta mutlu. Söylemiştim işte. Artık devasa karpuzu düşünmekten korkmuyordum. Benim ciddiyetimi gören Mehmet, kendini toparladı.
“Sen ciddi misin?”
“Evet.”
“Ne zamandır bu sanrıları görüyorsun?”
“Benim gördüğümün sanrı olduğuna hemen nasıl karar verdin?”
“Çünkü ben görmüyorum.”
“Belki de senin görmediğin şey bir sanrıdır.”
Mehmet’in de aklı karışmıştı. Oturduğu yerde kafasını iki elinin arasına alarak öne doğru eğildi. Oh iyi oldu, tek aklı karışık ben olamam. Uzandığım yerde doğruldum. Artık savaşmak anlamlı değildi. Sanrıysa sanrı.
“Mehmet, bahçedeki devasa karpuzu düşünme. Neyse ne, boşver. Bence biz bizi konuşalım. Bak ne haldeyiz?”
Mehmet ben bunları söyledikten sonra biraz düşündü, kapıya doğru baktı. Kalkıp kapıya yönelince ben de peşinden gittim. Kapıyı açarken tereddüt etti. Ben artık tereddüt etmiyordum, korkmuyordum da. O sebeple kapı açılınca karpuza çekinmeden bakabildim. Mehmet’in de aynı yere baktığını görünce şaşırdım. Mehmet gözlerini baktığı yerden ayırmadan konuştu.
“Feriha, bahçemizde nasıl devasa bir karpuz olabilir?”
Kıkırdadım. Kıkırdamakla da kalmadım onu kocaman bir kahkahaya çevirdim. Uzun zamandır belki de ilk kez Mehmet ile aynı yerden bakıyorduk ve aynı şeyi görüyorduk. Bir anda bahçemizin ortasında beliren devasa bir karpuzu.