Değişen Bir Şey

Hacer Uyğur

Gözyaşlarımı durduramıyorum. Hıçkırıklarım arasında her nefes almaya çalıştığımda göğsüme oturan ağır bir taşın varlığını hissediyorum. Bağıracak gibi oluyorum ama sesim çıkmıyor. Tüm duygularım boğazımda düğümlenmiş, yutkunmamı engelliyor. Koltuğumun köşesine daha da siniyorum. Bacaklarımı göğsüme doğru çekiyor, kendi içime doğru katlanıp yok olmak istiyorum. Bir hiç olmak. Var olmamış olmak. Ya da onunla hiç tanışmamış olmak. Ne olurdu sanki? Varlığını bilmemem yokluğunu kolaylaştırırdı herhalde.

Üzüntümü öfkeye dönüştürüp “Yok olsun!” diye bağırıyorum. Akan burnumu silmek için el yordamıyla battaniyenin içinde kaybolmuş peçeteyi ararken birinin kapıya vurduğunu duyuyorum. Kim olabilir ki bu saatte? Komşu bağırmalarımı duyup uyarmaya mı geldi yoksa? Ya da… O mu? İçimi bir umut kaplıyor. Kendime kızıyorum bu sefer. Gelse ne olacak sanki? Hem gelmişse bu halde kapıyı falan açamam ona. Gözlerim kıpkırmızı, yüzüm kocaman şişmiş, burnum da bir türlü durmuyor. Gelen o ise evde olduğumu duymasın diye adımlarımı yavaş yavaş atarak kapıya yürüyorum. Nefesimi tutup kapıya iyice yakınlaşıyor, tek gözümle delikten dışarıya bakıyorum. Kimse yok.

Yanlış mı duydum acaba diye düşünüp geri oturma odasına dönüyorum. Koltuğun kenarındaki yerimi alıp battaniyeyi üzerime çekerken kapı yine çalıyor. Bu sefer hem zil çalıyor hem tokmakla vuruluyor kapıya. Çocuklar oyun oynuyor olabilir diye düşünüp saate bakıyorum. Neredeyse 12 olmuş. Bu saatte çocukların zil çalıp kaçma ihtimalleri çok düşük geliyor. Belki az önce kapıya giderken yavaş olduğum için evde olmadığımı düşünüp gitmişlerdir diyerek bu sefer hızlıca kapıya gidiyorum. Delikten baktığımda yine kimse görünmüyor ama bu sefer kapıyı açıyorum.

Bir de ne göreyim? Paspasın üzerinde kocaman bir karpuz duruyor. Kocaman dediğimde normalden büyük bir karpuzu değil belime kadar boyu olan kollarımı etrafına saramayacağım kadar genişliği olan bir karpuzu kastediyorum. Her şeyden önce bu karpuzu neden kapı deliğinden göremediğimi merak ediyorum. Kapıyı kapatıp tekrar delikten bakıyorum. Yok. Hiçbir şey görünmüyor. Kapıyı açıp tekrar karpuza bakıyorum. “Üzüntüden kafayı yemiş olabilir miyim?” diye düşünüyorum. Sonra gülmeye başlıyorum. Ki bu teorimi daha da sağlamlaştırmaktan başka bir şey yapmıyor. Yine de böyle bir anda gülebildiğim için mutlu hissediyorum.

Birden bu karpuzu buraya birinin koymuş olması gerektiğini fark ediyorum. Kendiliğinden paspasta belirip kapımı çalmadı ya. Ama delikten görünmeyen bir karpuzun sihirli olma ihtimali de çok düşük değil gibi. Acaba başka neler yapabiliyor? Etrafında dolanıp bir ipucu bulmaya çalışıyorum. Tam kapının karşısına bakan yüzünde bir post-it buluyorum. “İçeride aç” yazıyor. Yer miyim ben bunu? Truva atı hikayesiyle büyüdü bu kız. Yiyorum. Kapıda daha fazla durmamak için karpuzu içeriye doğru itmeye başlıyorum. Beklediğimden çok daha hafif karpuz. İçi boşlatılmış gibi sanki. Bu durum daha da meraklanmama neden oluyor.

Koridora girdiğim anda arkamdan kapıyı kapatıp yere çöküyorum. Post-itin olduğu yeri ellerimle kontrol ettiğimde içerisine parmağımın gireceği bir girinti olduğunu fark ediyorum. Girdik artık bir yola diye düşünüp parmağımı içeri gönderiyorum. Kabuğu kendime doğru çektiğimde karpuzun yarısı boyutunda dikdörtgen bir kapı açılıyor. İçeride karpuz kabuğuna benzeyen bir tabak ve içinde bir dilim karpuz var. Tabağı aldığımda altında bir post-it daha görüyorum. Post-iti alıp tabağı geri bırakıyor ve okuyabilmek için karpuzdan uzaklaşıyorum.

“Her şeyi değiştirmek için bir şeyi değiştirmek yeterli. Seçimini doğru yap.”

Beynimin çarkları durmuş gibi hissediyorum. Ne seçimi yapmam gerekiyor? Her şeyi nasıl değiştireceğim? Neyi değiştireceğim? Ve bunun karpuzla ne ilgisi var? Elimde post-it, sırtımı duvara yaslamış halde uzun süre oturuyorum. Yazılanın ne anlama geldiğini anlamasam da zihnim tüm ihtimalleri değerlendirmeye başlıyor. Tam şu anda geldiğine göre bu ayrılıkla ilgisi olması gerekiyor söylenenin. Onunla yaşadıklarımızı değerlendirmeye başlıyorum. Neyi değiştirmek istiyorum diye soruyorum kendime. Gittiği an, kavgamızın başladığı an, kavga ettiğimiz konunun ilk defa ortaya çıktığı an, ilk defa rahatsızlık hissettiğim zaman, onun rahatsızlığını ilk fark ettiğim an… Sonra tüm anılarımızı kaplayan o karanlığı fark ediyorum.

Gidişi tüm güzelliklerin üzerine bir leke bulaştırmış gibiydi. O her şeyi değiştirmek için bir şeyi değiştirdi. Artık hiçbir şey aynı değil. Belki ben de bunu yapmalıyım. “Seçimimi yaptım” diyorum. Hiçbir şey olmuyor. Ne olmasını bekliyordum ki zaten diye gülerken karpuzun içindeki tabak geliyor aklıma. Tabaktan dilim karpuzu alıp bu sefer fısıldayarak “seçimimi yaptım” diyor ve dilimi yiyorum. Bir yandan da yaptığım şeyin saçmalığına gülüyorum.

Bir anda kendimi “o gün”de buluyorum. Hava karlı. Arkadaşlarımla üniversitenin bahçesinde yürüyoruz. Uzaktan onu görüyorum. Yanımdaki arkadaşım dirseğiyle kolumu dürtüyor. “Seninki geliyor.” Gülüşüyorlar. Bense bakakalıyorum. O gün de böyle olmuştu. Ama nedenler farklı. Üç yıl önce bugün ona bakakalma nedenim cesaretimi toplayıp konuşmaya karar vermiş olmamdı. Şimdi ise ona baktığımda hissettiğim tek şeyin özlem olduğunu fark ediyorum. İçimi o anki kendime karşı bir kıskançlık kaplıyor. Onunla konuşabileceği, onu sevebileceği, onun tarafından sevildiğini hissedeceği uzun zamanları olacağı için kendimi kıskanıyorum. Sonra bu ana neden geldiğimi hatırlıyorum. Bir şeyi değiştirerek her şeyi değiştirmek. Hiçbir şey hatırlamayacak mıyım? Hiçbiri olmamış mı olacak? Onu hiç tanımamış olan kendime bir acıma hissetmeye başlıyorum sonra. Onun hayatıma kattığı hiçbir şeyi yaşamayacak olan bir ben. Gerçekten bunu mu istiyorum?

Artık çok yakınımda. Karar vermem gerekiyor. Bunu daha çok düşünmeliydim ama artık vakit yok. O gün ne dediğimi hatırlamaya çalışıyorum. Hiçbir şeyi değiştirmemeliyim. Ya da belki ufak şeyleri değiştirmeliyim. Bu bir şeyleri değiştirir mi diye merak ediyorum. Bugün söylediğim bir şey üç sene sonra nişan atmamıza engel olabilir mi? Zaten ne söylediğimi hatırlamadığım için mecburen test etmem gerekecek gibi duruyor.

Yaklaştıkça artan kalp sesimi bastırmaya çalışıp aklıma gelen ilk şeyi söylüyorum: “Pardon, karpuz sever misin?” Durup şaşkın bir yüzle bana bakıyor. Sonra gülmeye başlıyor. “Neden, ısmarlayacak mısın?”

Birden etraf sislenmeye başlıyor. Kendimi oturma odamda battaniyeme sarılmış bir halde yatarken buluyorum. Yan tarafta sehpanın üzerinde bir tabağın içinde yenilmiş bir dilim karpuzun kabuğu duruyor.