Dünya’da iyiliğin hüküm sürmesini isteyen bazı bilim insanlarının yasadışı bir şekilde yağmur ormanlarının derinlerinde yaptığı araştırmaları çarpıcı şekilde sonuçlanır. Araştırmaların sonucunda ormanın derinlerinde yabani bir karpuzun varlığı tespit edilir. Uzun ve detaylı incelemeler sonucunda karpuzun duygusal bir hafızaya sahip olduğu fark edilir. Bilimsel sonuçlara göre bu karpuz yanında bahsedilen duyguları algılar ve tepkiler verir. Duygular iyiyse karpuz büyür, duygular kötüyse karpuz küçülür. Bilim insanları bu esrarengiz karpuzu kötü emeller için kullanılabileceğini öngörerek kamuya duyurmaz. Uzun çalışmalar sonucunda karpuzu dünyaya iyiliği yaymak için bir plan uğruna kullanmakta karar kılarlar. Dünyadaki iyilik için çalışan topluluklar ve örgütlerle işbirliği içerisinde dünyanın en iyi insanını tespit etmeye uğraşırlar. Topluluklara ve örgütlere bunun bir sosyal deney olduğunu söylerler ve detay vermezler. Yıllar süren çalışmaların sonunda dünyanın en iyi insanının Türkiye’nin Yozgat ilinde, sakin bir köyde yaşayan Fatma teyze olduğu ortaya çıkar. Karpuzun normal bir karpuz olmadığı belli olsun diye iyi duygularla biraz şişirilir. Tüm plan eksiksiz işler ve tüm incelemeler başlatılarak büyük karpuz çetin geçen bir kış günü Yozgat’ın köyünden Fatma teyzenin kapısının önüne bırakılır. Doğrusu Fatma teyzenin kapısının önüne bırakıldığı zannedilir.
Ayşe soğuktan içi üşümüş bir şekilde yatağında doğrulur. Yazmasını başına, yeleğini sırtına alıp sobanın yanına üşüşür. Sobanın kenarındaki çıranın sobayı alevlendirmek için yeterli olmayacağını anladığında çaresizce dış kapıya doğru yönelir. Kapıyı açtığında yağan karın soğuğuyla kendine gelir. Daha sonra kapıyı açmasının ardından geçen üç saniye nasıl oldu da göremediğini bilmediği devasa karpuzla karşılaşır. Bir an aklının gidip gitmediğinden şüphe eder. Gözlerini elleriyle ovuşturup tekrar bakar. “Tövbe estağfirullah bu bildiğimiz karpuz! Ne bildiğimiz karpuzu! Yetmiş yıllık hayatımda böyle bir şey ömrüm billah görmedim!” Ayşe karpuza iyice yaklaşır. Bahçe kapısından dışarıyı kolaçan eder fakat bu büyük karpuzu kapının önünde kimin koyduğunu bulamaz.
Elindeki odun kazanıyla ayağı patiksiz bir şekilde karın arasında dolanır durur. En sonunda böylece dolanmanın bir fayda vermeyeceğini anlar ve içeri girer. Aldığı odunlarla sobayı yakıp biraz da sıcakta düşünmenin iyi geleceğini fark eder. Aklında deli sorular döner durur. Bu karpuz nereden gelmiştir? Neden gelmiştir? Böyle büyük karpuz mu olur? Karpuzun mevsimi yaz değil midir? Bu soruların hiçbirine cevap bulamayınca acı bir feryatla bağırır “Allah’ım yoksa beni mi seçtin? Yoksa ölecek miyim?”
Ayşe ölmediğini anlayınca karpuzun bir hâl çaresine bakmak için dışarı çıkar. Önceden ağıl olarak kullandığı ama yaşlandığı için ineklerini sattığından şimdi boş olan yere karpuzu güç bela sokar. Evden bir metre alır ve karpuzun boyunu ölçer. Eni de boyu da bir buçuk metre. Neredeyse kendisiyle aynı boydadır. Kara kara bu karpuzla ne yapacağını düşünmeye başlar. Komşulara duyursa inanmazlar diye düşünür. Bu koca karpuz yalnızca onun kapısına düştüyse Allah’ın sevgili kulu olma ihtimali içini ısıtır. Ama karpuzu kesip yemek istemez zaten istese de yiyemez. Günlerce çaresizce karpuzun yanına gidip durur. Karpuzun üstüne ağıl soğuk olduğundan bir battaniye örter. Bir gün sonra gelip baktığında karpuzda bir tuhaflık olduğunu sezer. Metreyle ölçer ve karpuz bir metre yetmiş santim çıkar. Korksa mı şaşırsa mı sevinse mi bilemez. Bu karpuzun normal olmadığını daha iyi anlar. Odunlarla ağıla bir ateş yakar. Battaniyesini üstüne geçirip karpuzun yanına oturur. Sessizce bekler. Beklemekten sıkılıp konuşmaya başlar. Köyde kim var kim yok anlatır. “Haticelerin kızı evlendi, kocasını çok seviyormuş” der karpuz biraz şişer. “Deli Necati’nin oğlu Mustafa hasmını bir kurşunla öldürmüştü” der karpuz biraz küçülür. Karpuz her şişti “tövbeestağfirullah” çeker. Karpuz her küçüldü “Allahuekber” diye inler.
Köyün hikayeleri bitince kendisinden anlatmaya başlar. Önce gençlik yıllarını anlatır. Rahmetli Ahmet’e nasıl vurulduğunu, babasının onu Ahmet’e niye vermediğini, herifin biriyle babasının zoruyla evlendiğini, adamın onu hep dövdüğünü, Allahtan adamın erken öldüğünü, o ölünce rahatladığını, bir oğlu olduğunu, doktor olduğunu ama anasını hiç aramadığını, torunu var mı yok mu bilmediğini anlatır da anlatır. Bir ara karpuza bakmayı bırakır. Ağılın küçük bir göz dışarı açılan camından uzakları seyretmeye başlar. Gözlerine yaşlar doldukça yazmasının ucuyla siler.
“Ben ona ne yaptım da anasını görmeye gelmez bir evlat. Babası onu okutmayacaktı ilçedeki sanayide verecekti birinin yanına. Oğlumun öğretmenleri dizildi kapımıza güç bela bu oğlanı okuldan almayın diye yalvardılar. Kafası zehir gibiymiş. O gün biraz insafa gelmişti de oğlanı okula vermişti. Kışın dolmuşçu Yusuf onları okula bırakmak için kapımıza gelemezdi. Fatmaların evinin önünden buz olduğundan dönemezdi de ben oğlanı elime, sırtıma alır okula götürürdüm. Yiğit bir oğlum olacak diye sevinir dururdum. Doktorluğu okurken beni arardı gene az da olsa. Şimdi Ankara’da doktor ama yedi yıl var beni görmeyeli. Yapayalnız kaldım bu köyde. Yaşlandım, kimsecikler de açmaz kapımı. Fatma var sadece. O açıyor kapımı yalan olmasın. Onun torunları var “babaanne siz kanki misiniz?” diyorlar. Yeni çıkmış herhalde. Fatma’nın oğulları, kızları evlendi barklandılar ama bir gün olsun Fatma’nın kapısını kapalı koymadılar. Ne evlatlar var. Her şeyi unuturum. Yalnızlığımı unuturum da ya tek başıma ölürsem? Kokarsam ne olacak? Kim gömecek beni?”
Ayşe daha fazla dayanamaz ve bütün gözyaşlarını boşaltır. En az bir saat ağlar. Ağlaması geçince karpuzu hatırlar ve unutmasına hayret ederek karpuza döner. Döndüğünde şaşkınlıktan neredeyse küçük dilini yutacak hale gelir. Karpuz avucu kadar kalmıştır. Bunun nasıl olduğuna anlam veremez. Karpuza ne olduğunu düşünürken karpuz orta yerinden çatlar. İçinde sadece çekirdekleri kalmıştır. Çekirdekleri bir torbanın içine alır. Sönmüş ateşi iyice kontrol edip evine döner. Üç gün beş gün bu çekirdekleri ne yapacağını düşünür. Bir hafta sonra Fatma kapısını açar. Apar topar çekirdekleri saklar. Fatma ne olduğunu sorunca anlatmaz. Bir anlatmaz iki anlatmaz derken daha fazla içinde sır olarak saklayamayacağını düşünüp her şeyi anlatır. Fatma da duydukları karşısında şaşırır kalır. En sonunda bir fikir üretir “Ayşe madem bu karpuz anlattığın kadar büyük biz bu karpuzu yetiştirelim pazarcılara satalım. Kocaman karpuz yetiştiren görülmüş mü hiç? Biz ikimiz yetiştirip satarız. Biz de yeriz. Konuya komşuya veririz. Çekirdekleri saklayıp da ne yapacağız? Bari insanlara rızık olsun.” Ayşe de bu fikri beğenir.
Bahar ayı geldiğinde Ayşe çekirdeklerin yarısını Fatma’ya verir. İkisi de çekirdekleri eker, büyük bir özenle karpuzları yetiştirirler. Özenle yetişen karpuzlar yaz ayı geldiğinde kocaman olurlar. Fakat Ayşe’de kalan çekirdeklerin özünde hüzün, yalnızlık, özlem vardır. Fatma’nın yetiştirdiği çekirdekler ise sevgi, şefkat, mutlulukla dolar. Pazarcılara karpuzları satarlar. Bir kısmını ise köy halkına ikram ederler. Bu kocaman karpuzlar haberlere de konu olur. Ayşe’nin haberleri gören doktor oğlu hem karpuzları görmek hem de annesini ziyaret etmek için köye gelir.
Karpuzun çekirdekleri bütün dünyaya yayılır. Karpuzdan yiyen herkes o duygudan nasibini alır. Bir rivayete göre modern toplumların mücadele ettiği bireysellik, yalnızlaşma, geçmişe özlem ve kendi içine çekilme hâli Ayşe’nin karpuzlarından dolayıdır. Her ne kadar insanlığın yalnızlaşmaya evrilen bir yanı olsa da hâlâ ailesiyle olmaktan mutluluk duyan, içindeki sevgi duygusuyla hareket eden ve yaşayan her canlıya merhamet eden insanların varlığı ise Fatma’nın karpuzları sayesindedir.
Bilim insanları planlarının yarı oranında başarı gösterdiğini fark edince deneyin belgelerini bir daha konusu açılmamak üzere yok ederler.
SON