Karpuz'un Gücü

Alime Büşra Hamzayev

Karpuz’un Gücü

Boğuluyorduk, yakılıyorduk, işkence ediliyor ve her ne öldürme yöntemi varsa ona maruz kalıyorduk. İlk kez bir hasteneye saldırıldığı günü hatırlıyorum. Dünya ayağa kalkmıştı. Sosyal medyaya girdiğimde “İSRAİL BUGÜN BİR HASTANEYİ VURDU” yazısı dolanıyordu her sayfada. Evet bi anlığına dünya ayağa kalkmıştı. Çocuklarının bedenlerinin parçalarını poşetlerde taşıyan babanın resmiyle şok oluyorlardı. Herkes şahit olduğu bu şey yüzünden aklını yitirmek üzereydi.

İnsan belli bir değere ve kurallara tabii kalmadıkça sınırsız bir varlıktır. Bu yüzden İslam vardır. Sınırlar vardır. Şeytanlaşmadan ve melek olma zorunluluğun bulunmadan sadece itidalli yaşaman için. İnsana ait olmayan bu dünyada güzel, temiz, düzgün bir insan olarak yaşaman için vardır, İslam! İsrail karada olduğu gibi ahlakta, insanlıkta, şeytanlıkta da bütün sınırları aşmıştır.

Dünya ayağa kalktı demiştim. Kalktı, fakat bu İsrail’i durdurmadı. Korkusuzluk değildi bu. EŞŞEK gibi korkuyorlardı. Bu arsızlıktı. Kimsenin bir şey yapmayacağını bilip, babalarının arkalarını sıvazlayacağını bildikleri bir arsızlık.

Ben gazeteci Mansur. Bütün bu olanları aklım almamaktan da çıktı artık. Adlandıramıyor ve anlatacak güç bulamıyorum. Ömrüm boyunca direnişin bir parçası oldum. İsrail’in bütün arsızlıklarını hergün ama hergün kamera karşısında ya da makalelerimle insanlara anlatmaya çalıştım. Mücahitlerin mücadelelerini, murabıtların sabırlarını, hergün ama hergün itilip kakılan kimi zaman tutuklanan kimi zaman doğrudan öldürülen ve hesabı sorulamayan murabıtların hayatlarını anlattım. Hatta öyle ki Türkiye’den, Fas’tan, Tunus’tan, Endonezya’dan ve daha birçok yerden müslümanlar burada murabıt olmak nöbet tutmak istediklerinden bahsediyordu bana. Öyle de olmuştu. 7 Ekim olaylarından hemen önceye kadar müslümanlar Aksa’da nöbet tutmak için akın akın Kudüs’e geliyorlardı. Ayaklarında muhteşem bir Kudüs gücü vardı. Bunu neden diyorum? 7 Ekim olaylarından sonra bile Avrupa pasaportu olanlar Kudüs’e gelmeye devam ediyordu. Bir annenin çocuğunu sakınması, koruması gibi ümmetin kadınları ellerinden geldiğince Aksa’yı kundaktaki bebekleri gibi koruyorlardı.

7 Ekim sabahı Hamas’ın yapacağı operasyonu biliyorduk. Fakat kimse bu kadar etkili olacağını düşünmemişti. Eğer İsrail’in babaları olmasa gerçekten daha da ilerleyecektik, buna eminim. Fakat işler öyle olmadı. Ağır bir yenilgi alan İsrail, köpek gibi saldırmaya başladı. Gözü dönmüş bir köpek gibi. Ben en kuzeyde yaşıyordum. Bu yüzden bütün yerinden edilmeleri adım adım yaşamıştım.

Önce en kuzeye saldırdılar. Uçaklardan attıkları mektuplarla Kuzeyi vuracaklarını ve Güneye gitmemizi söylediler. Mecburduk. Büyük bir göç başlıyordu ve bunun bitmeyeceğini de biliyorduk. Güvenli dedikleri bölgeye giderken de vurmaya başladılar. Gazeteci olduğumuz için herkesten daha dirayetli olmalıydım. Gazze, açık hava hapishanesiydi. Buraya dışarıdan gelemezler, biz de dışarı çıkamazdık. Bu yüzden tek iletişim aracımız olan interneti kullanıyorduk. Elimizde kaydetmek için yalnızca kameralar, telefonlar vardı. Fakat israil sürekli kesinti yaptığı için kısıtlı iletebiliyorduk olup biteni. Gün geçtikçe olaylar çatışmadan çıkıp soykırıma dönüşmeye başlamıştı. Bunun ilk adımı da bahsettiğim hastaneye saldırmalarıyla olmuştu. İsrail ayaklanan bütün dünyaya karşı hastanenin Hamas karargahı olduğunu savunmuş ve böylece üstünü örtmüştü Gazzeli doktorlar, ölülerin ve kanların arasında dünyaya seslenmişti. Bu videoyu bizzat ben de çekmiştim. Hayatımda yaşadığım en zor anlardan biriydi. Kıyamet kopmuş ve bu o an yalnızca Gazze’de yaşanıyordu.

Biz ilerledikçe yıkımlar daha da arttı. Okullar bombalandı. Ben çekmeye ve duyurmaya devam ettim. Bu süreçte iyi şeyler de oluyordu. Hamas’ın esirlere nasıl davrandığını bütün dünya görmüştü. Çektiğim şeyler her zaman kötü şeyler değildi. Hamas’ın esirleri bırakışında ben de oradaydım. Esir bir köpeğe bile çok iyi göz kulak olmuşlardı. Hamas, onları insan yerine koymayan bu insanlara o kadar iyi davranmıştı ki yaşlı teyzeler ayrılırken mücahitlere sarılıp teşekkür bile etmişti. Bu insanlar yanlış yapmıyordu bunu anlatmak istiyordum dünyaya. Bu insanlar, iman ediyorlardı. Zulmetme ve vahşet yaşatma şansları yoktu. Çünkü biz Gazzeliler, dersimizi Rasulullah’tan almıştık.

Gazzeli biri ne zaman ümitsizliğe düşse denize koşar. Gazzelilerin bu hapishanede sahip oldukları tek güzel şey denizdir. Denizde umut vardır. Arkanı dönersin zalim insanların bıraktığı yığını görürsün. Fakat denize dönersen umudu görürsün. İman edenler hep kazanacaktır. Denizin her zaman kazandığı gibi.

Böyle günler günleri kovaladı. Soykırım sona ermedi. Çok şey kaybettik. Bütün akrabalarımı kaybettim. Annem gözlerimin önünde şehit oldu. Son nefesinde bile gülümsüyordu. Gözlerimin önünden gitmiyor. Topraklarımızı, evlerimizi, okullarımızı aklınıza gelebilecek her şeyimizi kaybettik. Fakat bu cümleler tam da buradan söylenebilir. Çünkü bizim göremediğimiz yanları, idrak edemediğimiz boyutları vardı yaşadıklarımızın. Dünya çerçevesinden bakınca kaybedenler bizlerdik. Fakat Ben Mansur. Gazeteci. Biz kaybetmedik. Allah’ın vadettiği gibi her şey onların başına çalındı. Bütün dünya islamofobiyle çalkalanırken insanlar yavaş yavaş gerçekleri gördü. Akıllı müslümanlar boş durmadı, çalıştı. Dünya tartısı ne kadar İsrail tarafına ağırlık koysa da bir avuç müslümanın imanı ağır geldi. Bir avuç müslüman galip oldu.

İşte o gün Mısır sınırında bir avuç insan kalmıştı. Ateşkes sağlanalı çok olmuştu. Gazze ve Batı Şeria’da internet erişimi yoktu. Herkesten ve her şeyden bağımsız yaşamak durumunda kalmıştık. Arada bir uçaklarla yardım gönderiliyor, denize bırakılıyordu. İsrail bütün dünyaya Gazzelilerin yalnız olduğunu göstermişti. Bütün müslümanlar bizden yüz çevirmiş ve “لا حول ولا قوة إلا باللهّ” sözünden başka bizi teselli eden bir şey yoktu.

Ateşkes sağlandıktan sonra Gazze’nin bir kısmı bölünmüş araya bir sınır çizilmiş ve tehlikeli bölgeler belirlenmişti. İsrail emellerine ulaşmış Gazze sahillerine evlerini dizmişti. Fakat tüm dünya sükunete ermişken bir avuç müslümanın hâmisi boş durmamıştı. O gün sabahleyin hazırlanıp kapıyı açtım ve kapıda bütün bir karpuz gördüm. O anki şaşkınlığımı ifade etmek çok zor. Çünkü karpuz bizim için ideolojik bir simgeydi. Fakat hızlı karar vermemeliydik. Bu bir suikast de olabilirdi, özgürlük de olabilirdi ama herhangi bir karpuz olamazdı. Çünkü burası Gazzeydi! Şaşkınlığımın ardından kapıyı kapattım. Hemen radyoyu açtım. Haberlerden anladığım kadarıyla beklediğimiz gün gelmişti. Kudüs, özgür olmuştu. Nehirden denize olmasa da bir çok yerde özgürleşmişti Filistin. Tam o anda pencereden, gökyüzünden bir şeylerin atıldığını gördüm. Koşarak dışarı çıktım. Gönderilen kağıtlarda Filistinlilerin işgal edilmiş toprakları ele geçirdikleri ve verilen saatte havaalanının orada olmamız isteniyordu. Bir avuç müslüman olan Gazzelilerle toplanıp havaalanına gittik. Gelen uçakla birlikte Kudüs’e uçtuk.

İşte şimdi buradayız ve şükür namazımızı bütün müslümanlarla kıldık. Bir an bile bu anın geleceğinden şüphe etmemiş, bunun için dualar etmiş ve çalışmıştık. İçimdeki duyguyu tarif edemem. Her yerde bayram havası var. Murabıtlar, mücahitler sonunda refaha kavuştu, bir avuç müslüman, bütün canilere ve münafıklara rağmen göz bebeğine kavuştu, hasret bitti ve Filistin özgür oldu. Hislerimi nasıl anlatacağımı bilemiyorum.

-Mansur Bey. Bu zorlu yolculuğu çok güzel ifade ettiniz. Röportajınız için teşekkür ederiz. Bu zulmün dünyaya duyulmasını sağlayan ve sağ kalan gazetecilerden birisiniz. Bu en çok size yakışır. Birazdan bir basın açıklaması olacak orada bulunmanızı istiyoruz, siz de kabul ederseniz.

Tabii, memnuniyetle diyerek basın açıklaması yapılacak yere gittim. Önce herkesin sessiz olmasını istediler. Bir çocuk ellerinde bir tepsiyle bana doğru geldi ve tepsiyi bana uzattı. Karpuz dilimini iki elimle alıp, göğe kaldırdım. O an gözlerim semaya kitlendi. Gözyaşlarına boğuldum ve uzun zamandır ilk defa mutluluktan ağlıyordum. Hamd Rabbim, hamd diyerek “Tekbir” diye bağırdım. Allah’u Ekber nidaları semayı inletti.

Gökyüzü masmavi, Aksa tertemiz ve bunca ihanete rağmen müslümanlar çok güçlü görünüyordu. Yaşanan acılardan sonra bu mutluluğu hak etmiştik.