Sevginin Renkleri

Melek Öztürk

Bir zamanlar, adını kimsenin tam olarak hatırlayamadığı ama herkesin çok iyi bildiği bir kasaba vardı. Kasaba o kadar küçük, o kadar huzurluydu ki, sakinleri birbirlerinin hayatlarını her detayına kadar bilirdi. Herkes birbirine aşina, birbirine güvenirdi. Kasaba, adeta bir aile gibi birleşmişti ve hiç kimse yalnız hissetmezdi. Birbirlerine selam vermek, sadece bir alışkanlık değil, kasabanın ruhunu oluşturan bir gelenekti.

Ancak kasabanın en büyüleyici yönü, renkleriyle ilgili efsaneleriyle ünlü olmasıydı. Kasaba, her şeyin rengarenk olduğu, birbiriyle uyum içinde dans eden bir dünya gibi görünürdü. Gökyüzü her zaman pırıl pırıl maviydi, çiçekler her tonuyla göz alıcıydı, evlerin duvarları birer sanat eserine dönüşmüştü. Bahar aylarında, doğanın uyanışı, kasaba halkına mutluluk ve huzur getirirdi. Her şey doğal bir uyum içinde yaşar, renkler kasabanın her köşesinde varlığını sürdürürdü. Kasaba, dışarıdan bakan birinin gözünde renklerin en saf haliyle var olduğu bir cennetti.

Bu kasabada, Efnan adında bir genç kız yaşardı. Efnan, rengarenk giyinmeyi çok severdi. Her sabah, kasaba meydanına çıkarken, kendine özgü stilini gururla sergilerdi. Kendisini anlatan her detayda renkleri vardı; elbiseleri, çiçekleri, saçındaki kurdeleler kasabanın en parlak renkleriyle uyum içinde bir bütün oluştururdu. Kasaba halkı, Efnan'ı bir tablo gibi, her zaman dikkatle izlerdi. Onun varlığı, kasabanın renklerinin canlılığının bir yansımasıydı. Efnan, kasabada her şeyin güzel olduğunu düşünür, dünyadaki en değerli şeyin renkler olduğunu hissederdi. Ama bir sabah, bir şey farklıydı.

Efnan, sabah erkenden uyandı. Gözlerini ovuşturdu ve pencereye bakarak dışarıdaki manzarayı görmek istedi. Ne var ki, gözlerini açtığında, her şey solmuş gibiydi. İlk fark ettiği şey, gökyüzünün normalde alışık olduğu berrak mavi renginden, gri ve solgun bir ton almasıydı. Sanki kasaba, eski bir zamanın sisli sabahlarına uyanmış gibiydi. Gözlerini biraz daha kısıp baktığında, evlerin duvarlarının da aynı şekilde solduğunu gördü. O parlak renkler, birer birer kayboluyordu.

Kasaba her sabah olduğu gibi uyanmıştı ama bu sabah, kasabanın renkleri bir şekilde kayboluyordu. Çimenler solmuş, ağaçlar yeşilliklerini yitirmiş, her şey bir anda boyasız bir tablonun içine çekilmiş gibi görünüyordu. Gökyüzü, kasabada geçirdiği tüm yıllar boyunca gördüğü en solgun hâlini almıştı. Efnan, bu korkunç değişimi fark ederken, kasaba halkının gözleri de yavaşça kaybolan renkleri görmüyordu. Sessizlik, kasabanın üzerine ağır bir şekilde çöküyordu. Her şey donmuş gibiydi. İnsanlar, sokaklarında neşeyle gezinmiyor, kimse birbirine gülümsemiyordu. Kasaba, eski coşkusunu ve canlılığını kaybetmişti.

Efnan, endişe içinde meydanına doğru yürümeye başladı. Kasabanın sokakları bomboştu. Hiç kimse dışarıda değildi. Genellikle canlı, neşeli ve renkli olan kasaba, bir gölgeye dönüşmüştü. Efnan, her adımda kasabanın rengini kaybettiğini hissediyordu. Kalbinin derinliklerinden bir korku, kasabanın sessizliğine karışıyordu. "Ne oluyor?" diye düşünüyordu. "Bu kasaba hiç böyle olmamıştı."

Kasabanın meydanına vardığında, yaşlı Ayşe Teyze’yi gördü. Ayşe Teyze, kasabanın en bilgili, en bilge insanıydı. Herkes onun hikayelerini dinlerdi, çünkü Ayşe Teyze, kasabanın eski zamanlarına dair çok şey bilir ve bu bilgilerini anlatırken renklerin, zamanın ve doğanın gizemli ilişkilerini her zaman en güzel şekilde betimlerdi. Kasabanın bir zamanlar neşeyle yankılanan meydanına, şimdi çok sessizce ilerleyen Efnan, Ayşe Teyze’yi buldu. Gözleri endişeyle parlıyordu. Ayşe Teyze, Efnan’ı gördüğünde gülümsedi ama gülümsemesi, önceki neşeli halinden çok farklıydı.

Efnan, korku dolu bir şekilde Ayşe Teyze’ye yaklaşarak, "Teyze, ne oluyor? Neden her şey soluyor? Kasaba, renklerini kaybediyor!" diye sordu. Sesi titriyordu, yavaşça kasabanın kaybolan neşesine odaklanmaya çalışıyordu.

Ayşe Teyze, Efnan'ı sakinleştirmek için derin bir nefes aldı. "Efnan, kasaba yalnızca dışarıdan renklerini kaybediyor gibi görünüyor. Renkler sadece dış dünyamızda değil, içimizde de vardır. Eğer biz içimizde sevgi, umut ve mutluluğu kaybedersek, dünyamızın renkleri de solmaya başlar. Ama unutma ki, renkler kaybolmuş olsa da, onları geri getirmek için hala bir şansımız var." dedi.

Efnan, şaşkın bir şekilde Ayşe Teyze’ye baktı. "Peki, nasıl geri getirebiliriz? Ne yapmalıyız?"

Ayşe Teyze, yavaşça başını sallayarak, "Renklerin geri gelmesi için önce kendimizi ve başkalarını yeniden sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim içimizdeki sevgiyi keşfetmeden, kasaba eski haline dönmeyecek. Kasaba, kalplerimizdeki renkleri kaybetti. Şimdi onları yeniden bulmalıyız." diye yanıtladı.

Efnan, Ayşe Teyze'nin sözlerinden çok etkilendi. Kasaba halkının birbirinden uzaklaştığını, herkesin kendi içine kapandığını fark etti. Kasaba, birbirini tanımaktan, birlikte gülmekten, yardımlaşmaktan uzaklaşmıştı. O an, kasaba halkına bir şeyler söyleme ve onları harekete geçirme kararı aldı. "Hadi," dedi Ayşe Teyze’ye, "Kasabanın renklerini geri getirelim. Birlikte!"

Ayşe Teyze’nin önerisiyle, Efnan meydanda bir araya gelen kasaba halkına seslendi. "Biliyorum, hepiniz üzgünsünüz ve korkuyorsunuz. Ama korkmayın, çünkü kaybettiğimiz renkler bizim içimizdeki sevgiden, anlayıştan, birlikte olmanın gücünden başka bir şey değildir. Hadi, hep birlikte yeniden sevmeyi ve birbirimize inanmayı deneyelim. Birbirimize sarılalım, birbirimize yardım edelim, çünkü renkler ancak kalplerimizdeki ışıkla geri gelebilir!" dedi.

Efnan'ın sözleri, kasaba halkını derinden etkiledi. Herkes yavaşça bir araya gelmeye başladı, gözlerinde eski umut ve dostluk parlamaya başladı. Kasaba halkı birbirine sarıldıkça, renkler yavaşça geri dönmeye başladı. Çimenler yeniden yeşerdi, ağaçlar yapraklarını tekrar kazandı, gökyüzü eski mavi tonlarına döndü. Evlerin duvarları, kasabanın en parlak renklerine kavuştu. Kasaba, her zamanki parlak ve canlı haline geri döndü.

Zamanla kasaba halkı, birlikte olmanın ne kadar değerli olduğunu öğrendi. Her sabah birbirlerine sarılarak uyanmaya, renklerini ve sevgilerini her an hatırlayarak yaşadılar. Çünkü kasaba, renklerin yalnızca dış dünyada değil, içimizde var olduğunu öğrenmişti. Ve kasaba, bir kez daha eski neşeli haline dönmüştü. Artık kasaba, sadece renklerle değil, içlerindeki sevgiyle de parlıyordu.