Rüzgar nereye uğrasa bir ses getirirdi. Yahut nereye misafir olsa orada bir şenlik olurdu. Seslere aşina yetişir insan. Yetişmelidir. Çünkü insan kibrinden unutur doğanın efendisi olmadığını. Ataerkil zihinler sanırlarki doğanın efendisi olan dünyanın da efendisi olur. Bundandır ki kendi hırsları uğruna toprağın bağrını deldiler, suları kuruttular, dağları yıktılar, her şeyi yaptı insanoğlu her şeyi. Çaldı çırptı ziyan etti. Kendi dışında hiçbir şeyi duyamaz oldu. Sadece kendi nefsini duydu. Sadece kendi nefsine hizmet etti. Böyle böyle unuttu doğayı.
İnsan doğayı görürdü. Çeşit çeşit renkleri. Bazen güneşten bazen kardan gözleri kamaşırdı. Rüzagar bazen kıstırırdı gözlerini. En son ne zaman gördü bir kelebeği? En son ne zaman yakaladı bir kar tanesini? Ne zaman dinledi akan dereyi? Ellerini yıkayıp ayaklarını salladı o dereye? Sahi ne zamandı ateşin çıtırtısını son duyuşu? En son ne zamandı kendisi dışında yaşadığı?
Mevsimler değişirdi evvelden. İlkokuldayken panolarımızda dört mevsim resimleri olurdu. Çocuk aklı heyecanla beklerdim kışı. Kar yağınca kar taneleri yakalardım. Tüm kar tanelerinin eşsiz olduğunu sanardım. Kar tanelerini yakalamayı özledim. En son ne zaman yakalamıştım kar tanesi. Sahi neye benziyordu? Sonra kardan adamlar yapardık. Biz bodrumda otururduk. Bodrumdan çıkınca bahçe biraz daha yukarıda kalırdı. İlk hatırladığım kardan adamı o bodrumun bahçesine küçücük yapmıştık. Annem ben ve kardeşim. Canım kardeşim sahi o nerelerdeydi? Karın ışıltısını özledim. Böyle mücevher gibi parlardı. Artık öyle değil sanki. Hayatımın büyük kısmı sobalı evlerde geçti. Sobayı özleme fırsatım olmadı. O hala benimle. Ona da bakışım değişti. Önceden çok severdim. Sobanın üzerinde mandalina kabuklarının mayhoş kokusuyla dibine kıvrılır uyurdum. Eski çizgifilmlerde kar taneleri ve kış çok güzel olurdu. Bilmiyorum eskiden güzeldi işte. Çocuk gözlerim güzel görürdü.
Kışın bitimine doğru dağlarda kalan son karların arasından kardelenler çıkardı. Onları toplamaya giderdik. Avuç avuç kardelenlerle dönerdik. Başka bir hayatta kalmış gibi. Hayatımın kışında kardelenler hala açmadı. Artık kış bitmiyor onlar karı delmiyordu. Hayatımda çiçekler inatla açmıyorlar.
Çocukken baharlar ayrı bir lezzetliydi. Cemrelerin düşmesini beklerdik. Belli bir yaşa kadar Cemre adında bir perinin düştüğünü sanardım. Cemre peri toprağa, suya ve havaya dokunur onları uyandırırdı. Böylece hayat tazelenir doğa uyanırmış. Kiraz, vişne ve diğer ağaçlardaki karlar dökülür ufak tomurcuklar patlamaya başlardı. Dalların üzerindeki tomurcukları sayardım. Sonra kuşlar gelirdi. Bütün kış nerede olduklarını merak ederdim. Güneşin doğuşu batışı gökyüzünün tatlı renkleri, cıvıltılar… Ağaçlar açar, çiçekler yavaş yavaş çayırları doldurur. O baharın tatlı kokusu, güzel canlı renkleri binlerce kez yaşamaya kandırır insanı. Bahar giderken yağmurlara bırakır yerini. Yaz yağmurları. Şarıl şarıl güzel güzel yağar. O yağmurlarda ıslandığında hastalanmazsın. Sonra yaz gelir. Köstebek efendiler yavaştan tepecek tarla ararlar. Kediler sokaklarda gerneşe gerneşe yatarken tarla fareleri dahi mutludur. Yazın bitmeyen saatleri. Rüzgar perdeyi dans ettirirken güneş aradan sızar. Bedenime can dolarak başlardım güne. Yazın sokaklar daha güzel. Cıvıl cıvıl. Çocuk bağırtıları, gülüşleri, teyzeleri bitmeyen sohbetleri, amcaların sonsuz anlatıları derken yaşam evlerden sokaklara taşardı. Şimdi bunlarda kalmadı. Bıçakla top kesenler muratlarına ulaştı. O her şeyden nefret edenler kazandı. Tüm renklerin arasındaki o bozuk ve soluk görünenlerin dünyası kazandı. Ya da ben onlardan biri oldum.
Sonbahar bile çok güzeldi. Baykuş efendi gelir tünerdi çatıya. Tabii kediler başka yer bulamazda çatıya yerleşirse baykuş efendi giderdi. Yıllar oldu baykuş efendi gideli. Onun sesini özlüyorum. Ağaçlar sonbaharla en güzel elbiselerini giyerlerdi. Turuncu, kırmızı, sarı ve kahve tonlarında birbirinden güzeldi. Yılanlar evlerine çekilir, köstebekler son kez toprağı teperlerdi. Kaplumbağalar dereden nereye gidiyor bilmezdim. Halen bilmiyorum. Arılar kovana kapanırdı. İnsanlar son hasatı yapar ve bostanı bozardı. Rüzgar ise uğuldatırdı. Soba çanaklarını çınlatırdı. Ağaçları son kez dans ettirerek soyundururdu. Rüzgar otları pek sever kuruyan otların tohumlarını savururdu.
Böyle böyle güzeldi hayat. Huzurluydu. Kalbim heyecanlıydı. Doğayla yaşamak, açmak, dökülmek, dinlemnek ne kadar güzeldi. Sonra ne oldu sonra yavaş yavaş değiştim. Büyüdüm. İnkar ettim. Görmezden geldim. Taş dedim. Fal dedim. Feminen enerji, manifest, dilek, burç, yükselen, alçalan, 777 cart curt derken çürüyüşümden kaçtım. Bazı şeyler oldu. Herkesin hayatında olur. İşte o bazı şeyler benim gözlerimi eğdi. Kaldıramadım bakışlarımı. Göremedim, duyamadım ve dokunamadım. Aptaldım eskiden ağaçlara dokunursam onlar gerçektir der hepsine dokunurdum. Şimdi bakamam dahi. Benim tabiatımın bozulması kadar tüm doğada bozuldu. Cemre peri terk etti diyarı. Mevsimler bozuldu. Baharlar kalmadı. Kış kaldı yaz kaldı. Ama onlarda ne kış gibi ne yaz gibi. Benim gibi. Renkler bozuk ve soluk benim gibi. Hayvanlar terk ettiler. İklim aktivistleri yine insan oyunu ile kendi sahnelerindeler. Kim kaldı doğadan geriye bilmiyorum. İnsan en büyük parçası değil miydi? İnsan doğayı bozdukça kendisi de bozuldu. Güneşi özledim. Benim evime uğramıyor. Hasta hissediyorum. Çiçekler açmıyor. Tohumlar çürüdü. Hayvanlar çok sessiz öldü. Doğa öldü, insan öldü ben öldüm. Zaten köylülüğü beğenmezler ekolojik yaşam derler. İnsan doğaya düşman olacak kadar sahteydi. Ben çocukluğumu, insanlığımı, vicdanımı yitirdiğimde hakikati göremeyen gözler dünyayı benim kadar soluk ve bozuk gördü.