Bir zamanlar özgürdüm. Bu da beni tüm kölelerden daha köle yapar. Özgürlüğün tadını bilerek onu tanımazdan gelmem gerekti. Varlığını unutmam, hafızamın gerilerine gömmem gerekti. Biliyorum, diğer köleler zihinlerinde hiç bilmedikleri bu kavrama yükledikleri anlamla hayata tutunuyorlar. Gerçeğini bilmedikleri için hayali de gülünç oluyor bazen. Arkadaşım Hamza mesela. Bir gün ona sordum sence özgürlük nasıl bir şey diye. O bilmiyor bir zamanlar özgür olduğumu. Kimse bilmiyor. Bazen ben bile… Hamza özgürlüğü sağdığın ineğin sütünü kendine alabilmek olarak tanımladı. Güneşten önce kalkmak zorunda olmamak, temiz suyla yıkanabilmek, hayvan dışkısı temizlemenin gerekmemesi, hastalanınca dinlenebilmek. Güldüğümü göstermemeye çalıştım ona. Haklısın dedim. Haklıydı da. Özgür olmadığında elinden alınan bazı şeyler bunlar. Ama benim hatırladığım özgürlük bu değildi.
Hasan bana özgürlüğü sorduğunda bilmiyorum dedim. Ben nereden bileyim özgürlüğü, sahip olana sormak lazım dedim. Belki zihnimi kazsam, derinlere baksam güzel cevaplar verebilirdim. Özgür olmak kendini düşünebilmek, kim olduğuna dair bir karar vermeye çalışabilmektir diyebilirdim mesela. Tuvalimi alıp dağın başına yürüdüğüm, manzarayı resmetmeye çalışırken hayatı ve varlığımın amacını düşündüğüm gençlik günlerimi anlatabilirdim. Özgürlük tuval ve yürüyüş değil, düşünebildiklerindir diyebilirdim. Hayatı bildiğini sanmak ama bununla hiç kendin sınanmamaktır özgür olmak diyebilirdim. Demedim. Yaptığın şeyleri başkalarının yapamadığını düşünmeden bir ömür geçirebilmektir de demedim. Zaten artık hiçbirinin doğruluğundan da emin değilim.
Evdeki özgür adamdan nefret ediyorum. Özgürlüğümün yok oluşunun sebebi tamamen o değil, biliyorum. Onun hiçbir şeyin farkında olmadığını da biliyorum. Bir zamanlar ben de onun olduğu yerdeydim çünkü. Ama yine de tüm benliğimle nefret ediyorum. Bir zamanlar yapabildiğim her şeyi onda görmekten de nefret ediyorum, bir zamanlar orada olduğumu hatırlamaktan da. Köle pazarında karşımda durduğu andan itibaren durum böyle. Yanındaki başka bir köleye dişlerimi kontrol etmesini söylediğinde dudağımın yanlarını parmaklarıyla çekiştiren o değildi ama dişlerimi etine geçirip parçalamak istediğim oydu. İşte böyle anlarsın sağlamlığını demek istedim o an. Etini koparıp yüzüne tükürmek istedim. Tırnaklarıma baktığında tırnaklarımı gözüne sokmak istedim. Yürüyüşüme bakmak için kırbaçla bacaklarıma vurup emir verdiğinde üstüne koşmak istedim. Yapamadım.
Yapamadıkça daha da nefret ettim ondan. Çünkü o yapamayacaklarımın somutlaşmış haliydi. O olmasa başkası alacaktı belki beni ama sahibim o olmuştu. Dolayısıyla artık nefretimin nesnesi de oydu. Yapmamı istediği her iş, ağzından çıkan her kelime tenime batan bir iğne gibiydi. Ama en kötüsü onu düşünceleriyle baş başa görmekti. Bahçede etrafa bakarak yürürken, bir kitabın başında otururken, şömine başında çayını içerken görmek.
Derin düşünceleri olan bir adam mı bilmiyordum. Hiç felsefe okuduğunu, edebiyat konuştuğunu, soyut konulara ilgi gösterdiğini belirten bir şey yaptığını görmemiştim. Arkadaşlarıylayken genelde siyaset konuşurdu. Yer yer şakalar yapar, onları güldürürdü. Kölelerine sert davranır, yer yer pantolonunun yanına yerleştirdiği kırbacını kullanırdı. Ama özellikle kötü davrandığı söylenemezdi. Hayatın ne demek olduğunu bildiğine, buna kafa yorduğuna dair pek bir şey görmemiştim. Yine de onun için mümkün olanları görmek bile yetiyordu nefretime.
Nefretimden geceleri uyuyamıyordum. Gündüzleri dişlerimi birbirine bastırmaktan çenemdeki ağrılar dayanılmaz olmuştu. Emirlerini yerine getirirken kendime hakim olabilmek için tırnaklarımı etime batırmaktan ellerimin farklı bölgeleri yara izleri dolmuştu. Yok saymaya çalışıyordum ama olmuyordu. Varlığı beni yok ediyordu sanki. Biliyordum, onun varlığı değil, benim o halimin yokluğuydu bana batan.
O gün odasına girdiğimde uyuyordu. Zaten sabahları onu uyandırmak benim işimdi. Hasan olsa uyuyor olmasını kıskanabilirdi belki. Ben kıskanmazdım. En az uykusunda nefret ederdim ondan. Eşit olabildiğimiz bir zamandı çünkü. Aynı özgürlüğe sahiptik uykudayken. Uyurken ve ölünce. Sadece bu ikisinde. Birazdan uyanacak ve aramızdaki eşitliği bozacaktı. Buna izin veremezdim. Yavaşça yanına yaklaştım. Yandaki yastığı elime aldım. Artık bana emir veremezdi, benim ne düşünmeye ayırabilecek vaktim ne de bunu yapacak cesaretim olmadığı anlarda oturup uzun uzun düşünemezdi, dişimin, tırnağımın, kaslarımın gücünü kullanamazdı. Yastığı sertçe yüzüne bastırdım. Birkaç saniye içinde uyandı. Uyandığını görmedim tabii, vücudundaki hareketten uyandığını anladım sadece. Sonra öldü. Bunu da vücudundaki hareketin bitişinden anladım. Tedbiren bir süre daha yastığı bastırmaya devam ettim. Sonra bıraktım. Yastığı kaldırdım. Ölü adamın gözlerini ellerimle kapattım. Yorganı açıp onu oradan çıkardım. Odanın köşesindeki dolaba koydum. Geri dönüp sıcak yatağa girdim. Ben kimim diye düşündüm.
İfade sonu.