Her yerde özgürlük fısıldaşmaları vardı. Adım attığı her yerde. Bir kölenin adım atabileceği her yerde. Ruhu titriyordu her adımda. Özgürlük hakkında çok düşünmüştü. Önceleri büyük destekçisiydi bu hareketin, gizli toplantılarda en ön sıralarda olurdu. Zaman ilerledikçe, hareket ses getirdikçe, özgürlüğe biraz daha yaklaştıkça adımları geriye doğru olmaya başlamıştı. Zamanla arka sıralarda oturmaya, en sonunda da hiç gitmemeye başlamıştı. O hareketi terk ettiğinde artık sıralar o kadar kalabalıktı ki yokluğu fark edilmemişti. Hiçlikten hiçliğe…
Ben Esme. Bir kadınım, bir evladım -yani bir zamanlar evlattım-, bir insanım. Tüm bu sıfatlarımın üstünü örten bir sıfata maruz kaldım. Ben aynı zamanda bir köleyim. Bir köleyseniz diğer sıfatlarınızın hiçbir hükmü yoktur. Varlığınızın eve alınmış herhangi bir eşyadan farkı yoktur. Kimliğiniz yoktur. Aidiyetiniz yoktur. Bir boşlukta öylece süzülürsünüz. Gözleriniz göğe bakar, tüm emeliniz göğe ulaşmaktır. Ayaklarınızda görünmez bir zincir sizi yere yakın tutar. İki arada bir yere ait olmayı dilersiniz. Bir gün. Bir gün ya göğe çıkacağım ya da yere çakılacağım.
Ben Esme. Dilim sivridir biraz. Sahibem pek sevmez. Ama ne yapsın, o kadar para verdi beni almak için. Boşa mı gitsin? Herkesin içinde beni kınadıktan sonra satamaz da kimseye. Öfkelenmekte haklı. Ben değilim, ben köleyim. O öfkelenebilir, öfkelenince bana sesini yükseltebilir. Ben sesimi yükseltemem. Alçak sesten konuşurum hep ama susmam. Alçak sesten konuştuklarım onların yüksek sesle söylediklerinden daha ağır gelir onlara. Bu sebeple hep bir kaşım mor gezerim. Makyajım bu benim.
Bir Salı sabahı pazara çıkmışken, yine alçak sesle konuşmuşken ve bir kaşım morken Seher’e rastladım. Ufak bir çığlık attı beni görünce. Seher çığlık atabilir. Onun kimliği de aidiyeti de var.
“Kız Esme. Bu hâlin…”
Onu alıp sessiz bir köşeye çektim. Bir köleyle uzun süren muhabbeti aidiyetine gölge düşürsün istemedim.
“Seher, sakin ol. Ne varmış hâlimde?”
“Kaşın, gözün. Daha ne olacak?”
“Makyaj yaptım azıcık. Yakışmamış mı?”
Gülümsedim. Şımarık hareketlerle onu güldürmeye çalıştım. Gözlerini kapatıp iç çekerek gülümsedi. Benim tek arkadaşımdı. Birinin bir arkadaşı olmak köle olmanın gölgesinde kalan sıfatlarımdandı.
“Esme, ah kuzum. Elimden bir şey gelmeyişi beni mahvediyor. Esme, bir yol bulalım.”
Beni yollar korkutuyor diyemedim. Bana Esme demişler. Daha ilk nefes aldığımda dur demişler. Ağladığımda, güldüğümde, ilk adımlarımı attığımda, ilk anne dediğimde, anneme son kez baktığımda. Esme. Dur. Rüzgarımı kesmişler, nefesimi kestiklerini bilmeden veya bilerek. Ben de durmuşum. Ben hangi yola eseyim şimdi?
“Bir yol yok. Kabullendim ben. Sen de kabul et.”
“Edemem. Bak beni dinle. Özgürlük fikri her yere yayılmaya başladı. Ben inanıyorum bir gün zaten olacak. Ama beklemeyelim. Ben geç kalmamızdan korkuyorum.”
Olduğum yere çakıldım kaldım, gidemiyorum diyemedim.
“Zamanımız kısıtlı, bunları boşver. Anlat hadi istemeye geldiler mi seni?”
Gözleri buğulandı. Kalbini biliyordum. Benim yaşamayı hayal dâhi edemediğim şeyleri onun yaşayabiliyor olmasına içerlemişti.
“Geldiler. Söz kesildi.”
“Hayırlı olsun aynı anadan doğmadığım, aynı babadan olmayan kardeşim.”
İkimiz de alçak sesle kahkaha attık. O istese yüksek sesle de atabilirdi ama bana eşlik etti.
“Sağol bacım.”
Güneş tepeden dönmeye başlayınca geç kalacağımı anladım. Seher ile hızlıca vedalaşıp pazar alışverişine döndüm. Alışverişi tamamlamak üzereyken bir el aynası gördüm. Kenarları oymalı ahşap bir aynaydı. Çok güzeldi. Elime almak istedim ama yansımadan kendimi göreceğim düşüncesi beni bundan vazgeçirdi. Yüzümü görürsem kaşlarım dikkatimi çekecekti, sahibeme kurulacaktım, sinirlenecektim, özgürlük düşünceleri zihnimi ele geçirmeye çalışacaktı, dilim sivrilecek sonra akşam diğer kaşım da moraracaktı. Yüzümü görürsem benliğimi kabul edecek tamamen bana ait olan bir kimliğe ihtiyaç duyacaktım. Ne gerek vardı? Elime almadım, yüzüme tutmadım. Uzaktan Seher’in yüzünü hayal ettim aynada. Çok yakıştı. Bu ayna olsa olsa Seher’in elinde güzel olurdu. Sahibemin verdiği paradan arta kalanla güzel bir paket yaptırdım. Bu para ve hatta daha fazlası en çok benim hakkımdı. Yalan söylerken gocunmayacaktım.
“Nerede kaldın? İki saattir seni bekliyorum.”
“Geldim. İyi malzeme azdı, seçmek vakit aldı.”
“Hıh, ben bilmiyorum sanki senin fırsattan istifade fink attığını. Hele bir akşam yemeği yetişmesin de o zaman sorarım ben.”
Cevap vermedim, sadece yorgun bir bakış attım. Cevap vermemem onu daha da sinirlendirmişti. Her gün bu döngüyü yaşamaktan sıkılmıştım. Cevap versem de, cevap vermesem de sinirleniyordu. Yeter diye bağırmak istiyordum. Hayalimde odada oraya buraya sıçradığımı hayal ediyor, içimdeki öfkeyi hayalimle bastırmaya çalışıyordum. Yetmiyordu.
“Köleye bak sen. Evimize aldık besliyoruz yine de beğenmiyor. Gözlerini deviriyor, susarak….”
“Adım var benim.”
“Aaaa demek bir adın var. Sana adını unutturmamı ister misin? Belki o zaman bana cevap vermemeyi öğrenirsin.”
“Cevap vermediğimde de kızıyorsun.”
“Susarak cevap veriyorsun. Susarak cevap vermemeyi öğrenemedin.”
Cümlenin saçmalığına dayanamayıp güldüm, bir kölenin gülmeye hakkı olmadığını unutarak. Kafamı çevirdiğimde sahibem unuttuğumu hatırlatmak için beni bekliyordu. Korkmadım. Artık korkmuyordum. Korkmadığımı göstermek için gözlerimi devirerek gülümsedim. Sonrası biraz sansür. Yeni bir makyaj diyelim.
Birkaç gün sonra Seher’i yolda gördüğümde kaçmak istedim ama geç kalmıştım beni görmüştü. Bu kez çığlık atmadan önce kenara çektim onu.
“Olmaz böyle, olmaz.”
“Tamam sakin ol. Bir şey yok. Acımıyor.”
“Bir gece seni çuvala koyup kaçıracağım haberin olsun.”
Ufak bir kahkaha patlattım. Tabii bu sırada yüzüm acıdı biraz.
“Taşıyamazsın ki beni.”
“Seni el kadar bebe bile taşır. Kendine hiç bakıyor musun aynada?”
Bakmıyorum. Neden bakayım? Benim varlığım yok ki, olmayan neye bakayım?
“Diğer köleler bu kadar zayıf değil. Sana yemek de mi vermiyorlar?”
Ben yiyemiyorum demedim. Yemedikçe olmayan varlığım daha da yok olacak diyemedim. Gülümsedim sadece.
“Ayna demişken, baaaakkk sana ne aldım.”
Yeterince zayıf olduğum için paketi kıyafetlerimin arasına gizlemem zor olmamıştı. Seher paketi incitmek istemez gibi yavaş yavaş açtı. Aynayı eline aldı. Ne demiştim ben, bu ayna sadece Seher’e yakışır. Duygulandı.
“Söz hediyesi diyelim. Muhtemelen düğün hediyesi aynı zamanda.”
“Esmeeee. Kendine hiçbir şey almazken ben bunu nasıl kabul edeyim?”
“Kendime bir şey alsam nerede saklayacağım, nasıl kullanacağım? Beni boşver, beğendin mi?”
“Çoookkk. Teşekkür ederim. Aslında benim sana bugün bir haberim var. Ama bana söz ver hemen itiraz etmeyeceksin.”
“Neymiş önce söyle bakalım.”
Seher sakince olduğu yere oturdu. Büyük bir topluluğa konuşma yapacakmış gibi ciddiyetle boğazını temizledi.
“Sözlümün bir arkadaşı özgürlük hareketindeymiş. Seni tanıyor, hatta uzun zamandır seni arıyormuş gizli gizli.”
“Neden? Seni beğenmiş demeyeceksin değil mi? Biliyorsun, daha önce de söyledim. Bir zulümden kaçarken bir diğerine düşmek istemiyorum.”
“Biliyorum. Senin yerine bu cevabı verdim.”
“Eeee?”
“Arkadaşı niyetim öyle değil demiş. Ben Esme’yi sevdim evet ama o beni istemezse kesinlikle ondan uzak dururum demiş.”
“Tamam dursun o zaman.”
“Ama demiş, onu orada bırakmaya da gönlüm razı değil.”
“Eeeee?”
“Parası olsa seni peşine düşmeyecekleri bir şekilde kurtarırmış buradan ama maalesef maddiyatı o kadar iyi değilmiş. Seni kaçırmak istiyor.”
Kaçırmak mı? Köle kaçırmanın cezası çok ağırdı. Bizi dışardaki kötülüklerden korumak için içerdeki kötülüklere hapsetmişlerdi.
“Olmaz. Kendini yakar.”
“Her şeyi göze alıyorum demiş. Esme, ben de araştırdım. Çok güvenilir biriymiş. Lütfen düşün bunu.”
“Kendim için masum bir insanı yakamam.”
Seher ayağa kalktı ellerimden tuttu.
“Sen de masumsun. Bunu kendine yapma.”
Seher oturduğu yerdeki aynayı alıp yüzüme tuttu. Aylardır kaçtığım aynalardan birine yakalanmıştım sonunda. Yüzüme baktım. Morun her tonu vardı. Evet masumdum. Hak etmemiştim bu kadar moru. Aynada bir yansımam vardı, bir suretim vardı herkes gibi. Benim de yaşamayı hak ettiğim şeyler vardı. Herkes gibi giyinmeyi, herkes gibi yemeyi, hesap vermeden sokakta yürümeyi, gülmeyi ve belki sevmeyi ben de istiyordum. İçimde çok derinlerde kalmıştı ama biliyordum. Parmaklarımı yüzümde gezdirdim. Gözlerimdeki bir damla hazırda bekliyordu. Bugün ağlamayacaktım, şimdi değil.
“Tamam. Söz vermiyorum. Sadece konuşacağım. Yarın bu saatlerde, burada. Sadece konuşacağız.”
Ertesi gün bilerek almayı unuttuğum, unuttuğum için yüzüme eklenen yeni bir morlukla beraber birkaç malzeme almak için evden çıktığımda içimde tarif edemediğim bir his vardı. Umut? Umut etmek canımı yüzümdeki morluklardan daha fazla yakıyordu. Heyacanla harmanlanan garip bir acıydı. Dün, yarın geleceğime söz verdiğim yere geldiğimde Seher, sözlüsü ve arkadaşının çoktan oraya geldiğini gördüm. Henüz ismini bilmediğim, Seher’in sözlüsünün arkadaşı tanıdık gelmişti. Muhtemelen özgürlük hareketi toplantılarında çokça denk gelmiştik. Henüz beni görmemişlerdi. Yüzünü inceledim. İlk beliren duygu güvendi.
“Esmeee.”
Sevinçle boynuma atıldı Seher. Utandım. Seher ile birlikteyken hep çok rahattım ama şu an tanımadığım insanların yanında saklanmak istiyordum. Özellikle de yüzümü saklamak. Ama buna fırsatım olmamıştı. Seher elimden tutup beni tanıştırma faslına geçmişti.
“Bu benim sözlüm Tarık, bu da onun arkadaşı Arif.”
Demek adı buymuş. Ne diyeceğimi bilemedim. Öylece baktım. Sözcükler boğazıma düğümlenmiş, içeri doğru geri kaçıyorlardı. Bilinenin kötülüğü mü daha güvenliydi mi, bilinmeyenin belirsizliği mi? Göğe çıkmak ile yere çakılmak arasında hâlâ bir karar veremiyordum. Benim konuşamadığımı anlayınca sözü Arif aldı.
“Esme hanım selamun aleyküm. Ben Arif. Elhamdülillah Müslümanım. Öncelikle bunu söylemek isterim. Çünkü Müslamanlık zarar vermemeyi, korumayı da içinde barındırır. Allah’ın izniyle niyetim sizin buradan kurtulmanıza vesile olmaktır. Başkaca bir niyetim yoktur, siz istemedikçe.”
“Neden ben? Orada bir sürü köle vardı.”
“Yoktu. Hiç kimse köle değil, siz de. Bizim inancımızda tüm insanlar birbiri ile denktir. Üstünlük takva iledir. Yalnızca Allah bilir.”
Güldüm. Güzel ve huzurlu bir düşünceydi.
“Keşke inancınız buralara da uğramış olsaydı.”
“İnşallah olacak.”
“Ben soruma cevap alamadım. Neden ben?”
“Oradaki insanların hiçbiri vazgeçmediler. Sizin ilk orada bulunuşunuzu da hatırlıyorum, son gelişinizi de. Vazgeçtiniz. Bu sebeple siz.”
Vazgeçtiğim için. Anladım.
“Nasıl olacak? Nasıl kaçacağız?”
“Çok zekice bir planım yok. Bu akşam davet varmış, Seher hanım söyledi. Evinde yaşadığınız kişiler de katılacakmış. Bu akşam uygun. Sizi evden alırım.”
Dümdüz kaçış yani. Ne hayal etmiştim ki? Hayal etmek değil de bu kadar zaman hayatım o kadar zordu ki şimdi kolay bir kaçışa zihnim inanmıyordu.
“Ama kapıyı kilitlerler.”
“Kırarız.”
Ürettiğim her soruna en basit çözümleri öneriyordu. Bu durum hoşuma gitti ve bu ben. Belki hayatımda hep aradığım, çözümü düşünmek zorunda olmayan bir ben. O sabah bir saate yakın soru sordum. Bir saate yakın cevaplar aldım. Her şey düşünülmüştü. Belirsiz olan sadece Arif ve Esme’nin iki arkadaş mı iki eş mi olacağıydı. Bu belirsizlik şimdilik bekleyebilirdi.
Akşam olup sahibem ve eşi davete gittiğinde ben de artık buradan gitmeye hazırdım. Hiç ait olamadığım bir yere veda etmek zor olmadı. Sahibem için bir hediye bıraktım. Beyaz bir el yapımı surat ve mor bir kalem. Nota da “Bununla idare et.” yazdım. Görünce yüzünün alacağı şekil şimdiden keyfimi yerine getirmişti. Arif ile camdan bakıştık. Hazır olduğumu söyledim. Tek bir omuz hareketiyle kapıyı kırdı. Küçük bir çantaya sığan eşyalarımı aldı ve yola koyulduk.
“Hemen arkanda olacağım. Sen yanında olmamı istemediğin sürece ben hep arkanda seni kollayan bir dost olacağım.”
Söylediği tek şey bu olmuştu. Yürüdüğümüz yol boyunca hiç arkama bakmadım ama orada olduğundan emindim. Yol sonunda küçük bir tekne bizi bekliyordu. Biraz onunla yolculuk yaptık, sonra otobüsle ve tren ile seyahat ettik. Küçük bir yolu kamyonetle geldik. Sonunda vardığımız şehirde bizi kimsenin bulamayacağından emindik. Yol boyunca düşündüm. Yaşamımı, yüzümden eksik olmayan morlukları, özgürlüğü, Seher’i, sevgiyi ve en sonunda Arif’i. Az kalsın belirsizlikten korktuğum için yaşamımın sonuna dek orada kalacaktım. Allah’ım çok şükür dedim içimden. Yolda Arif’ten öğrendiğim bir ifadeydi. Gizlice yüzüne baktım. Daha öğreneceğim çok şey vardı. Arif beni yerleştireceği eve yaklaştığımızı söyledi. Yolun bir dakikası söyleyeceğim cümleyi tasarlamakla, diğer bir dakikası buna hazır olmakla geçti. Son bir dakika ise benim için yeterliydi. Arkama döndüm, Arif başını eğmiş yürüyordu. Benim durduğumu hissedince bakışlarını yerden kaldırdı.
“Yolun devamını yanımda yürüyebilirsin ama arkadaş olarak. Şimdilik. Sonrasını bilmiyorum. Kimliğimi, aidiyetimi bulmam gerek. Ben beni bulduktan sonra ancak ne istediğimi anlayabileceğim. Bu süreçte yanımda olmanı bir dost olarak çok isterim. Sonrasını bilmiyorum.”
Yüzündeki tebessümle birlikte oluşan kısmi hayal kırıklığını belli belirsiz seçebildim. Sonra hemen önüme döndüm. Bunca yıldır umut etmeye bile cesaret edemediğim şeyleri umut etmeye başlamıştım. Ve işte o an, umut canımı yakan değil de içimi ısıtan bir duyguydu. Gecenin soğuğunda, Arif sol yanımda ilk defa göğe göz kırptığımı hissedebildim.