Elimde balta ile yürüyorum. Günlerden ne, hangi mevsimdeyiz, neredeyim bilmiyorum. Baltamın kalın tahta bir sapı var. Kıymıkları elime batıyor. Bir an her şeyi unutup sonra tekrar hatırlıyorum. Baltanın üstündeki kan izlerini arıyor gözlerim. Göremiyorum. Temizlediğimi hatırlamıyorum. Ama hatırladığım bir şey var. Babamı ben öldürdüm.
Adımlarım beni ana yola çıkarıyor. Arabalar vızır vızır geçiyor yanımdan. Yavaşça havaya kalkan elime bakıyorum. Baltalı elim. Tuhaf bir sıfat tamlaması. Aklıma makas eller filmi geliyor. Baltayla beraber yaratılmış gibi ellerim. Ve babam ölmüş. Ama hayır, öykülerimiz benzemiyor aslında. Babamı öldüren bendim. Basit bir filmle kıyaslanacak bir olay değildi. Destanlara benzetilebilirdi belki. Tanrılar babalarının onları öldürme planı yaptığını öğrenir ve önce kendileri davranırdı. Ama ben tanrı değilim. Bundan sonra tanrının bir kulu olduğumdan bile emin değilim.
Baltalı elim hala havada duruyor. Yoldan geçen arabalara bakıyorum. Gözleri üzerimde. Korkutucu bir görüntü olsa gerek. Bir baltayı havaya kaldırmış tuhaf kılıklı, orta yaşlı bir adam. Kolları değiştirmem gerekiyor. Öyle yapıyorum. Nasıl otostop çekiyorlardı filmlerde? Doğru ya baş parmak. Elimi yumruk yapıp baş parmağımı uzatıyorum. Çok komik geliyor bu görüntü bana. Baltalı elim ve otostop çeken elim. “Bakın, sizi öldürmeyeceğim çünkü baltalı elime değil otostop çeken elime duracaksınız. Baltalı elime dursanız işler farklı olurdu.” Dudaklarımı birbirine bastırmaya çalışıyorum ama başladı bir kere. Gülme krizinin geldiğini hissediyorum.
Kendimi durdurmamın imkanı yok artık. Bu gülmeyi biliyorum. Bir kere başlarsa ne yaparsam yapayım durduramadığım gülme krizim bu. Babam durdurmayı çok denemişti. Bir keresinde ağzımın içi yumruklarından kan dolmuştu da tüküre tüküre gülmeye devam etmiştim. Otostop çeken elime ilişiyor gözüm. Belki de o kadar zararsız değil o da. Belki birinin boynuna saplayıp ölümüne sebep olamam ama hala ağzı kan dolana kadar dövebilirim onu. Kimi? Babamı olamaz, o baltalı elimin kurbanı oldu çoktan. Bu düşünceyle durmam gülüyor birden. Şaşırıyorum. İlk defa böyle oldu. Bugün ne çok ilki yaşıyorum.
Sonunda bir araba biraz ilerde duruyor. Nedense bulanık görmeye başlıyorum. Beyazlı mavili ilginç bir rengi var arabanın. Koşarak gidiyorum. Kapıyı açmak için uzanıyorum ama sürücü benden önce davranıp dışarıya çıkıyor.
“Hayırdır beyefendi? O balta ne, bir sorun mu var?”
“Yok abi sorun, ağaç kesmeye çıkmıştım ama sonra yasak olduğunu hatırladım geri dönmeye çalışıyorum.”
Böyle hızlı yalanlar uydurabildiğim için kendime şaşırıyorum. Aferin lan diyorum kendime, böyle bir anda bile kafan çalışıyor.
“Adın soyadın ne senin?” diyor.
“Makas e… Pardon, Murat Erman.” Kendime bir küfür ediyorum bu sefer içimden. Ne karıştırıyorsun oğlum şimdi, iyi gidiyordun ne güzel.
Yanlış görmüyorsam biraz daha temkinli bakıyor şimdi. Elindeki telefona bir şey yazıyor. Biraz bekliyor. Sonra bir telefona bir bana bakıyor.
“Noldu abi?” diyorum ama duymazdan gelip “Nereye gidiyorsun?” diye soruyor.
“Şehir merkezine yakın bir yere bırakırsan iyi olur.”
“Hangi şehirdeyiz biliyor musun?”
Biraz düşünüyorum. “Manisa’da değil miyiz?”
Bir şey demiyor. Bir süre daha bana bakıp “Bin hadi arabaya, ben seni şehir merkezine bırakacağım. Ama baltayı bagaja koyman şartıyla. Onunla içerde oturamazsın.” diyor.
Otostop çeken elimi ne yapayım diyecek oluyorum, sonra komik geliyor bu. Ondan korkması gerektiğini bilmiyor ki. Cebimde saklarsam fark etmez bile zaten. Elime bakınca ne göreyim? Kılık değiştirmiş. Parmaklar aşağıya doğru sarkmış, herhangi bir el gibi duruyor. Ben de babam gibiyim galiba diye düşünüyorum. Yabancı birini görünce ellerim kılık değiştirebiliyor.
Baltayı bagaja koyup arabaya biniyorum. “Babam bir baltaya sap olamadın derdi hep” diyorum. Birdenbire. Öylesine. Burnundan sert bir nefes verip gülüyor adam. “Öyle mi?” diyor “Benimki de ‘sen adam olacaksın da ben de göreceğim’ derdi.” Arabayı sürmeye başlıyor. Göz ucuyla bakıyorum, o da kılık değiştiriyor sanki. Az önce yarı bulanık görünen yüzü netleşiyor. Samimi bir yüz var gibi. Ama tedbirli olmalıyım. Dışarıdan bakıldığında benim ellerim de kucağımda masumca duruyor.
“Sizin adınız ne?” diye soruyorum resmi bir tavırla. Az önce abi diyordum ama o an savunmasız hissediyordum. Şimdi biraz geri durmam lazım. Savunma pozisyonunda. Eğer bir numara yapıyorsa anlamak için uzaktan bakmam gerekiyor. Keşke arka koltukta otursaydım, buradan fazla yakın görünüyor.
“Umut” diyor. Bu sefer burnundan sert bir nefes vererek gülme sırası bende. Umudum kalmadığı için mi yoksa ne yapacağımı bilmediğim bir anda ortaya çıkıp bana umut verdiğini düşündüğüm için mi komik geldiğini anlamıyorum. Belki ikisi birden.
“Ne iş yapıyorsun?” diyor. Biraz düşünüyorum. Ne iş yapıyorum harbiden ben. Hatırlıyorum sonra “Edebiyat öğretiyorum” diyorum.
“Lisede mi?”
“Evet.”
Sessizlik oluyor.
“Siz?” diyorum. Kafası karışmış halde bana bakıyor. Bakışlarımı kaçırmayınca “nasıl yani?” diyor.
“Siz ne iş yapıyorsunuz?”
Kafası daha da karışmış görünüyor. Bir yola bir bana bakıyor. Tam ‘cevaplamayacak herhalde’ diye düşünürken ağzını açtığını görüyorum. Ama sonra geri kapatıyor.
“İyi misin sen?” diyor. Alay mı ediyor diye bakıyorum. Gözlerimi kısıyorum. Gerçekten arka koltukta oturmalıydım. Fazla yakındayım. “Hayır.” diyorum tüm ciddiyetimle. Derin bir nefes veriyor. Tüm arabanın adamın nefesiyle dolduğunu hissediyorum. Arabadan atlasam mı acaba?
“Polisim” diyor. Birden kalbim hızla atmaya başlıyor. Biliyordum. Beni kandırdı. Elim titremeye başlıyor. Baltasız elim. Baltaı bagaja koymamalıydım. Ama ne yapacaktım ki? Başka kimseyi öldüremem. Yapılması gerekeni yaptım, daha fazlasını yapamam. Şimdi yapılması gereken ise gizlemek. Raskolnikov geliyor aklıma. Onu delirten tefeci kadını öldürmesi değil masum kadını öldürmesiydi. Ben delirmeyeceğim. Masum kadını öldürmese kendini ele de vermezdi muhtemelen. Dostoyevski sayesinde bu durumdan kurtulacağım. Kendimi ele vermeyeceğim.
“Görev dışı mısınız şimdi?” diyorum tüm sakinliğimle. Bu kadar aklı başında davranabildiğim için baltasız elim artık otostop çekmeyen elimi sıkıp beni tebrik ediyor. “Polis arabasındayız” diyor. O an etrafıma bakmaya başlıyorum. Görüntüler netleşiyor birden. “Ben bir şey yapmadım” diyorum. Ağzımdan hızlıca dökülen yalan beni şaşırtıyor ama bu sefer iyi bir şey mi söylediğimden emin olamıyorum. Tam bir şey yapmış birinin söyleyeceği bir söz bu. Şimdi beni polis merkezine götürse, baltama o dizilerdeki mavi ışıktan tutsa ve silinmiş kan lekesini bulsa ne yapabilirim? Hiçbir şey. O yüzden sakinleşip buradan çıkmanın bir yolunu bulmam lazım.
“Bir şey yaptığını düşünsem ellerin kelepçeli olurdu” diyor. Bu sözü bana umut oluyor. Hala yakalanmayabilirim. “Ama biraz kafanın karışmış olduğunu düşünüyorum.” Sesindeki ne? Biraz şefkat biraz da sır kokuyor söyledikleri.
“Neden öyle düşünüyorsun?”
“Manisa’da değiliz çünkü.”
“Değil miyiz? Neredeyiz o zaman?”
“Elazığ’dayız.”
Başım çatlarcasına ağrıyor. Hiçbir şey hatırlayamıyorum. Bir an her şeyin birbirine girdiğini hissediyorum. Balta, Mersin, Yozgat, Raskolnikov, makas eller, babam, orman, polis… Ağzımın açılıp kapandığını hissediyorum ama ne kendimi ne de Umut polisi duyuyorum. Gözümün önünden sahneler geçiyor. Araba hızlanıyor. Ya da duruyor. Saatler ya da dakikalar geçiyor. Koluma bir ağrı giriyor ve ağrının girdiği yerden damarlarıma bir uyuşukluk giriyor. Kendimi zorlayarak uyuşukluğu geri çıkarmaya çalışıyorum ama bir anda her şey kontrolümden çıkıyor. Zihnim yavaşlıyor. Ama kapanmıyor. Kımıldamaya halim olmasa da etrafı duyabiliyorum. Bir kadın sesi “Çağırabileceğiniz kimsesi yok mu?” diyor.
“Yok” diyor Umut polis. “Kaldığı hastaneyle iletişime geçtim arabama almadan önce, çocukken babası önce annesini öldürmüş sonra intihar etmiş. O zamandan beri dönemsel ağır atakları oluyor, güvenlik açısından hastanede tutuyoruz dediler. Birkaç gündür kayıpmış, her yerde onu arıyorlarmış.”
Yanağıma doğru süzülen sıcak sıvıyı hissediyorum. “Yalan söylüyorsunuz” demek istiyorum. “Ben babamı öldürdüm. Annemi öldüremez o. Ben onu öldürdüm.” Ama sesim çıkmıyor. Uyku üstüme çöküyor giderek. Biraz gücüm olsa tutup fırlatacağım duvara ama ellerimi kaldıramıyorum. Dalmadan önce kadının “Yazık” dediğini duyuyorum “Ne hayatlar var.”