Alarmın tiz sesiyle uyandı. Kendini hiç yormayacak yavaşlıkta kahvaltısını yapıp evden çıktı. Bir arkadaşının ısrarla gitmesini önerdiği doktorun adresini yazdığı kağıdı ceketinin iç cebinden çıkardı. Otobüse bindi ve yarım saat sonra kağıtta yazılı olan adresteydi.
Bir süre binanın dışını gözlemledi. Bunu neden yaptığını bilmeden yaptı. Üstüne başına baktı. Eski bir ceket ve eski bir pantolon, taranmamış saçlar, yıkanmamış yüz. Eli pantolonunun cebine uzandı. İki ellilik ve kimlik kartı. Dümdüz uzanan sokağa çevirdi başını. Bir adam yepyeni takım elbisesi ve sokağının taşına çarpınca tok bir ses çıkaran kundurası ile geçip gitti. Sonra bir anne çocuğunu okula yetiştirmek için koşa koşa uzaklaştı. Alımlı, gencecik bir kadın kırmızı puantiyeli bir elbise ile adamın yanından geçti.
Kendi halini düşündü. Bu hale gelmeyi o istememişti. Hayatın gidişine anlam veremedi. Neden bazı insanlar mutlu olmayı emek vermeden hak ediyordu ve neden bazı insanların sefil düşüncelerden kurtulmak için savaş vermesi gerekiyordu.
Başını önüne çevirdiğinde ne kadar süredir sokağı izlediğini tahmin edemedi. On beş dakikadan fazla olmalıydı. Artık içeri girmeli ve yeni doktoruyla tanışmalıydı. Öyle yaptı.
Üç kat çıkıp kapının önünde “Doktor Ahmet A.” yazısını görünce kapıyı çaldı. Genç bir kız kapıyı açıp “Hoşgeldiniz Yaşar bey, Ahmet hocamız sizi bekliyor buyrun. “ Genç kızın onun kim olduğunu nasıl anladığını anlayamadı. Pek de düşünmeden doktorun odasına vardı.
Tanıştılar ve artık neden burada olduğunu sorgulama vakti geldi.
“Bakın ben üç yıldır bu haldeyim. Son veremiyorum aklımdaki düşüncelere. İnsanların içinde onlardan uzak bir yabancıyım. Bir hayaletim sanki. İçimde biri var ve açılmamı engelliyor. Lütfen onu bulup çıkartın. Sizden önce iki doktor değiştirdim çünkü beni tam olarak anlayan çıkmadı. “
Doktor anladığını ifade etmek için başını her cümlenin sonunda aşağı indirip kaldırıyor ve “hı hı” şeklinde sesler çıkartıyordu. Söz bittiğinde sıra doktora gelmişti.
“Sizi daha iyi tanıyabilmem için bana bu yorgunluğunuzun başladığı ânı ve süreci anlatın lütfen.”
Yaşar açtı ağzını yumdu gözünü. Üç yıl önce karısının düşük yaptığını ardından depresyona girdiğini ve boşanmak istediğini sonra boşandıklarını, iş yerinin iflas etmesini ve işsiz kaldığını, doğuştan bir böbreği olmadığı için engel durumu yüzünden iş verenlerin onu işe almak istemediklerini, yıllar önce annesinin vefat ettiğini ve babasının nemrut bir kadınla evlendiğini, kadının Yaşar’ı istememesi yüzünden baba ocağına gidemediğini, çevresindeki arkadaşları Yaşar dibi görünce ondan uzaklaştıklarını sadece Asım’ın -doktoru ayarlayan arkadaşının- onu yalnız bırakmadığını fakat şimdi tayin yüzünden başka bir ile taşındığını, yapayalnız kaldığını, yetersiz kaldığını, ağlamak istediğini anlattı. Şimdi az bir miktar engelli maaşıyla yaşamaya çalıştığını anlattı. “Bunlar benim başıma neden geldi bilmiyorum. Böbreğim yok diye hayata zaten gariban başlamışım neden bir tokat da hayat vurdu ki?”
Doktor ve Yaşar uzun uzun konuştular hatta o günden sonraki günler de konuştular. Artık Yaşar doktoru arkadaş bellemişti. Ona gittiği günler iyi hissettiğini fark ediyordu.
Bir ayın sonunda doktor Yaşar’ın tedavisinde bir kademe atlayarak zihninin daha da derinlerine inmek istedi. Bir yöntem vardı. Kişi gözlerini kapatıp kendini bir yerde bulacak ve oradan çıkmaya çalışacaktı. Bu yöntemin tam da Yaşar’a göre olduğunu düşündü. Bir sonraki randevuda Yaşar’a yöntemi anlattı. Yaşar’ın zihnindeki değerlerin değişimini gözetlemek için birkaç kablo bağladılar. Yaşar bu kablolara anlamsızca bakıp gözlerini kapattı.
- Ne görüyorsun? Kendini nerede buldun?
- Sisli bir yerdeyim.
- Nasıl bir yer tarif et lütfen.
- Sis dağılmaya başlıyor. Burası tam olarak neresi anlayamıyorum. Sis iyice dağıldı. Ormandaymışım. Burası bir orman. Yürüyorum. Hava oldukça bozuk. Upuzun ağaçlar var. Gökyüzüne kadar uzanıyor neredeyse.
- Ne hissediyorsun? Orman sana neyi hissettiriyor?
- Kaçmam gerektiğini hissediyorum. Burası çok kalabalık. Ağaçlar üstüme üstüme geliyor. Ağaçlar çok fazla. Ağaçlar çok fazla. Doktor beni buradan çıkart. Doktor? Doktor?!
Yaşar doktora ne kadar seslense de doktor onu duymuyordu. Doktorun da Yaşar’a tüm seslenişleri cevapsız kalıyordu. Ters giden bir şeyler olduğu kesindi. Doktor zihin akışındaki değerlere baktı. Sürekli değişme halindeydiler. Asistanlarını çağırdı ve neler yapabileceklerini düşündüler fakat günümüz tıp bilgisi buna cevap veremiyordu.
Yaşar, doktora bağırmaktan boğazının acıdığını hissedince sustu. Bambaşka bir boyutta, rüyada veya her neyse işte ondaydı. Buradan çıkması gerekiyordu. Ağaçlar onu ürkütmeye devam ediyordu fakat zamanla alıştı. Bunun bir illüzyon olduğunu düşündü. Kumsalda su ayaklarınıza değip geri döndüğünde siz de denize çekildiğinizi hissedersiniz ama bir yere gittiğiniz yoktur. Ağaçlar da Yaşar’a geliyor gibiydiler fakat Yaşar yürümeye devam ettikçe ağaçların hareket etmediğini anlayabiliyordu.
Ormanda yardım istemek gibi bir fikir geldi aklına. “Yardım edin!” diye bağırdı. Aynı zamanda yürüyordu. “Yardım mı istiyorsun?” Gelen sesle irkildi. Eski eşi Nurgül capcanlı karşısındaydı.
- Nurgül ne işin var burada?
- Yardım istedin geldim.
- Barıştık mı? Beni affettin mi?
- Senin yüzünden öldü bebeğim, seninle barışmam ben.
- Nurgül ben bir şey yapmadım ki!
- Boşanacağız biz, boşayacağım seni. Sokaklarda kalacaksın, hak ediyorsun!
- Nurgül! Nurgül biraz bekle! NURGÜL!
Nurgül gözden kayboldu. Yaşar kucağına alamadığı bebeğinin acısını ta derinden hissetti.
Soğuğa rağmen direnerek yürüdü. Karşısında birden babası belirdi.
- Oğlum eve gelsene artık.
- Baba eve gelmemi istiyor musun gerçekten?
Bir anda babasının eşi belirdi.
- Bu evden defol hemen pis çocuk. Git ölmüş ananın mezarında ağla.
- Yapmayın ne olur biraz kalayım.
Yaşar yine yalnız kaldı. Bu sefer ağlamaya başladı. Sesi upuzun ağaçların tepesine kadar ulaştı. Babasının onu birazcık olsun sevmesini diledi. Başı okşanarak büyüyen bir çocuk olmayı istedi. Ağlamayı bıraktı. Ne kendi çocukluğuna ne de çocuğuna faydası olmuş bir adam olduğunu düşündü. Artık ağaçlar bile onun üstüne gelmiyordu.
- Yaşar halı sahaya gel akşam.
- Siz ne zaman geldiniz arkadaşlar?
- Yaşar bi pas vermeyi beceremedin he
- Lan böbreğin yoktu da ayağın da mı yok.
- Kusura bakma Yaşar sana para veremem.
- Yaşar yengen rahatsız oluyor daha az gelsen artık.
- Yaşar sana bir doktor buldum.
Yaşar arkadaşlarından kaçmak için koştu. Arkadaşları bir süre peşinden bağırdılar sonra kayboldular. Ya da Yaşar kayboldu. Bundan emin olamadı. Ne yapacağını bilemeyerek bağırmaya çağırmaya başladı. Bu ormandan çıkmalıydı. Çıkınca ne olacağını bilmiyordu ama içindeki dürtüler çıkması için yalvarıyordu.
Sisin dağıldığı bir aralık gördü. Ağaçlar orada bitiyordu. Koşarak açıklığa ulaştı. Çıkabileceğini sandı fakat geldiği yer bir uçurumdu. Aşağısı bir okyanustu. Suyun berraklığından kıyıda pusu kurmuş vahşi balıkları görebiliyordu. Geriye baktı. Karşılaştığı silüetleri hatırladı. Geri dönmek istemedi. Bir an olsun atlamayı istedi. Düşüncelerinin, kafasındaki gürültülerin son bulmasını istedi. Sağ ayağı bir adım öne gitti.
- Yapma oğlum.
- Anne sen mi geldin?
- Gidecek yolun bitmedi sen yanlış yoldan geldin oğlum.
- Anne babam beni eve almıyor artık.
- Senin yolun bu yol değil oğlum.
- Anne dayanamıyorum artık. Bırak da kavuşalım. Sımsıkı sarılayım sana.
- Al bu baltayı. Önündeki engelleri kaldır ve bu ormandan çık. Senin yolun bu değil.
- Benim bir yolum yok anne. Kafamın içi susmuyor. Senden sonra kimse beni bağrına basmadı. Sevilmedim ben anne.
Annesi bir anda kayboldu. Yaşar geri çekilip baltayı eline aldı. Artık atlamak istemiyordu. Koşarak geri döndü. Dönüş yolunda yine aynı cümleleri, aynı suretleri gördü. Her birini baltayla savurdu. Balta bedenlerin içinden geçiyor, onlara zarar vermiyordu. Fakat dokunduğu her beden yok oluyordu. Yaşar hem koşuyor hem de baltayı sallayarak çevresindeki insan ve ses kalabalığını yok ediyordu.
Yine bir açıklık gördü. Sis orada dağılıyordu. Çıkış yolunun orası olacağını düşündü. Hızına hız katarak ormandan çıktı. Bir otoyoldaydı. Elindeki baltayla şaşkın bir şekilde arabalara bakıyordu. Ormandan uzaklaşmak için arabalardan birine binip gitmeli diye düşündü. Boştaki elini kaldırdı, arabaların durması için salladı. Beş altı arabadan sonra bir kamyon sağa çekip durdu. Yaşar sorgusuz sualsiz kapıyı açıp oturdu. Şoför koltuğunda doktoru Ahmet bey vardı. Araba hareket etmeye başladı ve her şey bulanıklaştı. Doktor şoför koltuğundan bir şeyler söylüyordu.
- Yaşar bey beni duyabiliyor musunuz? Yaşar bey lütfen ses verin. Gözünü açmaya başladı serumu getirin hemen. Yaşar bey lütfen uyanın.
Yaşar gözlerini dehşetle açtı. Doktor onu sakinleştirmeye çalışarak sordu:
- Yaşar bey iyi misiniz?
- Kurtuldum!