Kelebeğin Kanatları

Yasemin Çakır

Nefes al. Derin, kocaman bir nefes. Şimdi tut. Tut. Bekle, biraz daha. Tamam, şimdi bırak. Hüfff. Hadi tekrar. Geçecek, çok az kaldı. Sakinsin, bitti. Bekle, al, bırak.

Hüfff. Çok güzel. Geçti bile bak. Sen bir şey yapmadın. Bunu hak etti. Hak etmeseydi yapmazdın zaten. Sen karıncayı bile incitmezsin ki. Mecbur bıraktı seni. Öyle biri değilsin sen.

Ellerine baktı. Çok kan vardı. Üstünde kuruyup içine işleyecek kadar çok. İnsan eti ağır kokar diyorlardı, sanki onun leş kokusu da onun üzerine sinmişti. Geçmedi, dedi. Geçmeyecek. Dudaklarından süzülen kanın kötü tadı ağzını doldurdu. Elindeki baltadan damlayan ses kulaklarını bir uğultuyla kapladı. Derin bir nefes daha almaya çalıştı. Zaten hep bir şeyler için çalışırdı. Aksi nedir bilmezdi. Kaburgalarının arasında saplanan acı öyle bir hâl aldı ki nefes almakta zorlandı. Bir insan kaç kere ölürdü? Zihninin arka bahçelerinde bir yerleri bu düşünce iğrenç bir şekilde kemirdi. Bu seferki rüya değildi. Ölmüş müydü sahi? Kurtulmuş muydu?

Titredi. Hava o kadar soğuktu ki istemsizce kaçan histeri kahkahası bile boğazında dondu. Kendini bir çukura atar gibi bu soğuk gülüşün içine düştü. Sonra anımsadı. Daha fazla kaçamadı bu düşünceden. Böceği andıran siyah gözlerini ona nasıl doğrulttuğunu, boğuk nefesini, bakışları altında kendini nasıl iğneye iliştirilmiş bir kelebek gibi hissettiğini hatırladı. Her zaman solgundu ama o gün yüzü çöl güneşinde kurutulmuş kadar beyazdı. Konuşurken yine nazik davrandığını sanıyordu ama bu nezaketi arkasında haset ve küstahlığın gizlendiği süsten başka bir şey değildi. Tüm ‘yanlış anlama’ların ardına sakladığı aşağılamalarını düşündü. Her çabasında başına nasıl bastırdığını, özgüvenini, hayallerini yerle bir edişini; ve baltayı elinden alışını, kendini yine kendisinin savunmak zorunda kalışını. Kanatlarının daha fazla kırılmasına müsaade etmedi. Uçmak onun da hakkıydı. Nefsi müdafaaydı, dedi. Adaletin bu kadar adaletsiz olmasını kaldıramadı.

Güneş batıp gökyüzü soluk griye döndüğünde kendini otoyolda buldu. Hava, yolun üstüne çöken ağır bir battaniye gibiydi. Sanki dünya da onunla birlikte nefesini tutmuştu. İçi sıkıldı. Tüm adımlarını kafasındaki sesleri bastırmak ister gibi usulca attı. Sanki gerçeklikten kopan bir sahnenin içine sıkışıp kalmıştı. Nefes alamadı. Ne tarafa gideceğini, ne yapacağını bilmeden öylece yürüdü. Nefes al. Tut, bekle, bırak. Yapamadı. Sadece durdu yolun kenarında. Yorgundu. Ama bu yorgunluk, uykuyla geçecek türden değildi. Aniden bir korna sesi duyduğunda irkildi, ne vakittir orada dikildiğini bilmiyordu. O an, kendini bu kocaman evrende kıyıp da ezemediği o karıncalardan bile küçük hissetti. Vücudu yönetimi elinden aldı. Ağa yakalanmış kelebekler gibi düşünceleri zihninin duvarlarında yalpalandı. Eli kendiliğinden bir yükseltiyle havalandı. Yine fark etmeyeceklerini bile bile yardım istedi. Görmediler. Diğer elinden baltanın sıyrılıp düşüşünü izledi. Yola doğru geniş bir adım attı. Ölümde korku ya da utanç yoktu, sadece kendine götüren yol vardı. Ve kelebek bir kez kanatlandı mı tırtıl olmaya dönüşü yoktu.