Annemin saçımı çekiştirerek taramasından hoşlanmıyorum. Yorulmuş, belki aklında bin tane iş var. Hıncını saçlarımdan çıkarıyor. Kesse rahatlayacak ama kesmiyor da. Kocaman örgüyü görünce mutlu oluyor gibi. Gibi çünkü onun ne hissettiğini bilmiyorum. Hiç de bilemedim. Beni dünyayı ilk idrakimden itibaren iyi bir yüz okuyucusu olarak yetiştirdi. Sadece o mu? Hepsi. Yüz okuyucusu ne yapar? Yüzlerin arkasındaki ruhu görmeye çalışır. Peki, görebilir mi hep? Göremez. Göremediği için işine devam eder. Annem saçımı örgülü görünce seviniyor mu acaba? Ahh yavaş anne yavaş! Sus kız sus, mallar bağırıp duruyor sus. Geç zaman geç, yoksa annem başımı çorak bir toprağa çevirecek geç.
Öğrenciler bağırıp duruyor bahçede. Teneffüsleri hiç bitmeyecek gibi coşkulular. Hâlbuki on dakika sürecek. Hatta yedi. Üç dakika sonrası öğretmen zili. Ama onlar bu yedi dakikaya yetmiş dakika gibi, yetmiş sene gibi sarılıyorlar. Koridoru dolaşırken boynuma astığım “Nöbetçi Öğretmen” kartıyla oynuyorum. Kattan ayrılmak yok. Yok mu? Yok. Belki de var. Gerçi teneffüsün bitmesine az kaldı. Ama bir sonraki teneffüste buradan bir süreliğine ayrılsam kimse anlamaz. Profesyonel bir kaçağım. Kaçtım mı kimse nasıl kaçtığımı anlamaz.
Bir ara balkona çıkıyorum. Okullarda da balkon olur. Şaşmamak lazım. Öğrenciler var güçleriyle bağırıyorlar: “Hocaam hocaaam gelin ip atlayalım!” Zil çalmak üzere, diyorum. Siz de toparlanın hadi yavaştan. Ama öğle arası namazdan sonra buluşalım. Buna da çığlıklarla seviniyorlar. Onlar sevinince sevinmem gereken bir şey olduğunu anlıyorum. Ben de seviniyorum. Zil çalıyor. Maceraya kısa bir mola.
Dedemle kozalak toplamaya gidiyoruz. Eşeğe beni bindiriyor. Kendisi yayan. Yirmi kadar çuval aldık. Dede, diyorum. Bunların hepsini eşeğe nasıl sığdıracağız? İki seferde taşırız diyor. Eşeği öldürecek değiliz a. Ee ben iki sefer nasıl yürüyeyim köye? Sen beni yazıda beklersin. Bir şey olmaz. Ben gelene kadar hopla zıpla. Azığımızdan ye. O böyle deyince biraz ürküyorum. Ama yine de korkmuyorum. Hiç olmadı bir çama tırmanır öyle beklerim. Köye git gel dayanamam ki hem. Yirmiden fazlaymış çuval. Öyle bir topluyorum ki tam bir kozalak toplama makinesiyim. Dedem arada belini doğrultuyor, beni izliyor gülümseyerek. Başında takkesi, üstünde yaz kış çıkarmadığı süveteri. Namaz izli pantolonu. Çakır gözlerinin arasından. Eşekçi Hüseyin bana bakıyor. Eşek alıp sattığından köyde ona böyle diyorlar. İlk kozalak postasını yığıyoruz eşeğe. Beni muhkem bir yere oturtup buradan ayrılma bak, diyor. Korkma. Kim gelecek hem? Yabancı biri uğramaz ya olur da görürsen tırman hemen ağaca. Ossaat gelirim ben. Tamam, diyorum usulca. Dehleyip gidiyor eşeği. Gözden kaybolana kadar dönüp dönüp bana bakıyor. Gözden kaybolunca biraz ürküyorum tabii. Dağda kaldım mı bir başıma. Bir süre etrafta dolanıyorum. Sonra çamlara sırayla tırmanıp tırmanıp geri iniyorum. Bir tanesine salıncak kurup onda oyalanıyorum. Yok, vakit geçecek gibi değil. En iyisi şurada azıcık kestirmek. Yazıyı görür çamların dibinin birine minderleri seriyorum. Ohh, serince uzanıyorum. Uzanır uzanmaz sesler geliyor gümbür gümbür. Patır patır sesler. Sanki bir ordu gibi sesler. Aman Allah’ım sen koru. Hemen tırmanıyorum çama. Ağaçların arkasından önce toz bulutu gözüküyor. Sonra bir sürü at. Yılkılar bunlar. Kimi kestane renginde kimi apakça atlar. Yazıyı dolduruyorlar. Onları görünce hemen iniyorum ağaçtan. Koşuyorum yanlarına. Aralarında kalıyorum ama korkmuyorum. Zaten bir süre sonra otlamaya koyuluyorlar. Onlar kütür kütür yerken otları ben onları izliyorum. Şunların biri de benim olsa ya, olsa ya!
Öğle vakti geliyor. Yemek peşinden de namaz sonrası atıyorum kendimi bahçeye. Birer ikişer geliyorlar. Etrafımda toplanıyorlar. Ellerinde kocaman bir ip. -Hadi hocam, atlayın atlayın. Yahu nasıl olur hay Allah, müdür mü şu gelen? Yok yok siz atlayın vazgeçtim. -Hadi hocam, söz verdiniz hadi ama! Bu çocuklar birden nasıl da holigana dönüşüyor teneffüs vakitlerinde. Yahu şimdi yakışık almaz, tamam hadi ben çevireyim ipi de bari siz…-Aaa amma naz yaptınız be hocam. Ne olacak işte. Atlayın hadi. Ne yapsak, balkona da matematikçiler çıkmış. Diyecekler ki ee işsiz güçsüz bir branş. Biz nefes alamıyoruz bu da ip atlıyor. -Hocam kendinizle konuşup durmayın hadi! Amaan derlerse desinler. Bunu siz istediniz, kolunuz kopsun ağrıdan da görün gününüzü. Başla bakalım çevirmeye. Alkışlar şamatalar gırgırlar eşliğinde.
Laleli biiiir,içeriye gir
Laleli ikiiii, ormandaki tilki
Laleli üüüç, atlaması güüüç
Laleli dööört eteğini ört
Etrafımda sesler boğuklaşıyor. Öğrenciler, balkondaki matematikçiler, uzaktan gelen müdür ve yanındakiler. Birbirine karışan renkler gibi oluyorlar. Girdaba dönüşüyorlar. Yumuşak hamursu bir hissin ortasında şimdi annemin saçımı çekiştire çekiştire taradığı zamandayım. Bir sonrakinde tütün tarlasında ziftli ellerime bakıyorum. İp daha hızlanıyor. Dedemle kozalak toplamaya gittiğimiz o anda. Aa belki bir sonraki turda atlarla koşarım yeniden.
Derken etraf yeniden kendi rengine dönüyor. Dönerken dizimde ve ellerimde bir acı hissediyorum. Düşmüşüm meğer. Matematikçiler gülüyor mu ne? Birbirlerine döndüler yönlerini. Oh mu oldu yoksa bana? Çocuklar gülmüyor ama. Kalkın hocam, diyorlar. Zeynep’le Hatice mahcup oluyorlar. Özürler dileniyor. Olsun, diyorum. Yaşlılar ancak bu kadar ip atlayabilir. Sizin suçunuz değil. Peki ya ama atlar nereye gittiler?
Kuşburnunun dikenleri ellerime batıyor. Yine de gıkım çıkmıyor. O kadar yolu aşa aşa geldik. Akşama epey toplamış olmalıyız. Anneme ve ebeme bakıyorum. Onlar bana bakmıyor. Öyle yaptıkları işteler ki gözleri kuşburnundan başka bir şeyi görmüyor. Vakit ikindi. Saate bakmadan anlıyorum. Güneş, ayrılığın sinyallerini veriyor çünkü. Zayıf. Isıtmıyor artık. Yel, zayıf vücudumu sarınca ebemden hırkamı istiyorum. Heybeden çıkarıp veriyor. Hırkamı giyerken: “Okula gitmeyi de hiç özlemedim anne. Gitmesem mi?” deyiveriyorum birden. Annem, vücuduna şok verilmiş gibi bana bakıyor aniden: “Gitme de bu tarlaların ırgatı ol. Peşinde beş bebekle dağ bayır dolaş benim gibi.” diyor. Okul da hiç eğlenceli değil mübarek. Sürekli okulda olan öğretmenler ne yapıyor acaba? Neyse, diyorum. Öyle böyle bu yıl da biter.
Sınıftan dışarıyı izliyorum. Hemen dibimiz küçük bir tepe. Başına bulutlar uğruyor. Yamaçlarında koyunlarını güdüyor çoban. Boz bir tilki, çobanın görmediği taraftan inine koşuyor. Ben görüyorum. Kuşburnu çalılarını da görüyorum. Alacalanmış kuşburnuları da seçiyorum. Yoklamayı almaya devam ediyorum sonra. Meral diyor ki: “Bu teneffüs yine ip atlayacağız hocam. Hem okulun çoğu olmayacak.” Matematikçiler olmayacak yani. Başta ağırdan alıyorum. “Ne ip atlaması Meral? Bir kere atladık diye. Hem daha ellerim iyileşmedi.”
Mırıldanıyorlar. İknaya girişiyorlar. “Eh,” diyorum. “Ne yapalım. Atlayayım bari.” Yaşayın hocam, diye alkışlamaya, işi cıvıtmaya başlıyorlar.
Zil çalar çalmaz koşuyorlar. Benim de koşasım geliyor ama tutuyorum kendimi. Ağır ağır iniyorum bahçeye. Yine Hatice ve Zeynep çeviriyorlar ipi. Hadi hocam hadi hocam! Başlıyorum atlamaya.
Laleli biiiir ,içeriye gir
Laleli ikiiii, ormandaki tilki
Laleli üüüç, atlaması güüüç
Laleli dööört, eteğini ört
Laleli beeeş, beş kardeş
Laleli altı, altınımı çaldı
Laleli yediii
Kuşburnunun dikenleri ellerime batıyor. Yine de gıkım çıkmıyor. O kadar yolu aşa aşa geldik. Akşama epey toplamış olmalıyız. Anneme ve ebeme bakıyorum. Onlar bana bakmıyor. Atlamaya devam.
Laleli yediii, yemeğimi yedii
Laleli sekiiiz…
İlkokula yeni başlıyorum. Öğretmenin kaşları çatık. Yanımda zır zır ağlıyor sıra arkadaşım. Sınıf bağıra bağıra ağlıyor. Ağlamayın ne var ki bunda, diye teselli ederken dudağımı ısırıyorum. Gözlerim ağzına kadar yaş dolu.
Laleli dokuuuz, biz hep tokuz.
Dedemle yılkıların arasındayız. Bana şunlardan birini yakalasan keşke diyorum. Haydi seç beğen diyor. Gerçekten mi diyorum. Ben yalan söyler miyim, diyor kızarak. Seç hadi.
Laleli ooon.
Hocaam, devam edin devam edin. Düşeceksiniz yine durmayın.
Seçemiyorum ki hepsi çok güzel. Ama sanki şu beyaz olanı…
Laleli ooon.
Hocaya ne oldu? Hatice durdur ipi.
Seçtin mi diyor dedem. Seçtim dede. Şu beyaz olanı seçtim. Büyük olmak zor. İp atlasan da zor. Gitmeyeyim dede, diyorum. Gitmedin ki zaten ne gitmesi, diyor.
Bu atların hepsi senin için diyor gülerek. Ben onca zamandır dolaşıyorum buralarda. Yakınıma gelmemişlerdi bu kadar, diyor.
Bu atlar benim için. Bu ip atlamalar da benim için.
Laleli on. Bu ne biçim son?