Zamanın İplerinde

Melek Öztürk

Şu hayatta en sevdiği şey eski şeyleri, anıları, fotoğrafları karıştırıp, baştan bakmak olmuştu Beyza'nın. Özellikle de ailesini kaybedip, kimsesiz kaldıktan sonra. Yalnızlık bazı şeyleri daha iyi anlayıp, bazı şeylere daha iyi tutunmayı sağlıyordu. Özellikle de anılara...

Yine Beyza'nın ailesini özleyip, anılara dalıp gitmek istediği günlerden biriydi.Nenesi vefat ettikten sonra gidemediği o eve sonunda cesaret ederek gitmişti ve hiç görmediği, varlığını bilmediği bir sandıkla karşılaşmıştı. Açmaya henüz cesareti olmadığı için sandığı alıp eve gecmisti ve cesaret göstereceği bir zamanda açmak için bir odaya güzelce kaldırmıştı.

Günler, haftalar hatta aylar geçti. Beyza korkmanın hiçbir faydası olmadığını bilerek sandığı açmaya karar verdi. Kim bilir nelerle karşılaşacaktı? Kim bilir bu sandık nelere göğüs gelmişti ?

Annesinden hatta büyük büyük nenesinden kalma o eski sandığın başına geçti. Bolca toza sahip olan bu sandığın kirişleri uzun zaman olduğunu belli edercesine gıcırdayarak açıldı. Sandığın üstünde bir ip vardı ve Beyza bu ipi daha önce gördüğünü hatırlamıyordu. -Allah Allah diye düşündü. Bu ipi buraya kim koymuş olabilir?-.

Sonrasında bulduğu ipi eline aldı. Bakınca ucunda annesinin kaybolmaması için ucuna nakış işlediği o ip olduğunu fark etti. Bu ip onundu. Çocukluğundan kalma bir hatıraydı. Sandığın içinden yayılan naftalin kokusu, onu bir anda geçmişe götürdü. Sandığın içinde, eski oyuncaklar, sararmış fotoğraflar ve annesinin ördüğü küçük bir battaniye vardı. Her biri, Beyza'nın çocukluğundan bir parça taşıyordu.

Beyza, çocukken ne kadar çok ip atladığını hatırladı. O zamanlar, ip atlamak onun için sadece bir oyun değil, aynı zamanda hayal gücünün kapılarını aralayan bir anahtardı. İpi eline alıp bahçeye çıktığında, güneşin sıcaklığı yüzüne vurdu. Bahçedeki çiçeklerin kokusu, kuşların cıvıltısı ve hafif esen rüzgar, ona çocukluğunun o saf ve mutlu günlerini hatırlattı.

Beyza, ipi sıkıca kavradı ve derin bir nefes aldı. İpi ilk kez eline aldığında hissettiği heyecan, şimdi de kalbinde aynı şekilde çarpıyordu. İpi yere vurdu ve atlamaya başladı. Her bir atlayışında, çocukluğunun farklı bir dönemine gidiyordu. İlk atlayışında, beş yaşındaki halini gördü; annesiyle parkta oynuyordu. Parkın yeşil çimenleri, çiçeklerin renk cümbüşü ve annesinin sıcak gülümsemesi, o anı adeta bir tablo gibi gözlerinin önüne serdi. Kuşların cıvıltısı ve hafif esen rüzgarın yapraklarda çıkardığı hışırtı, o anın huzurunu tamamlıyordu.

İkinci atlayışında, on yaşındaydı; okulun bahçesinde arkadaşlarıyla saklambaç oynuyordu. Okulun taş duvarları, çocukların neşeli çığlıkları ve güneşin altın sarısı ışıkları, o anın canlılığını hissettiriyordu. Arkadaşlarının yüzlerindeki heyecan ve mutluluk, Beyza'nın kalbinde sıcak bir yer ediniyordu. Her atlayış, geçmişin bir parçasını yeniden yaşatıyordu.

Biraz mola verip tekrar atlamaya başladığında ise on iki yaşındaki haline döndü. Bu, onun en sevdiği dönemdi; ailesiyle birlikte yaz tatilinde köydeydiler. Köyün toprak yolları, mis gibi kokan çiçekler ve serin esen rüzgar, o anın huzurunu ve mutluluğunu ona yeniden yaşatıyordu.En önemlisi ise beraberdiler. Ailesi, dedesi, ninesi hepsi beraberdi. Köydeki evlerinin önündeki büyük ceviz ağacı, gölgesinde oynadıkları oyunlar ve dedesinin anlattığı masallar, Beyza'nın zihninde canlanıyordu. O anın sıcaklığı ve mutluluğu onu öylesine sardı ki, durakladı. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Gözlerini açtığında, hala o köydeydi. Zaman durmuştu ve Beyza, geçmişin o güzel anında kalmıştı.

Artık her gün, o köydeki anılarını yeniden yaşıyor, sevdikleriyle vakit geçiriyordu. Geçmişin iplerinde kaybolmuştu ama bu kayboluş, ona huzur ve mutluluk getirmişti. Köyün her köşesi, her ağacı ve her çiçeği, onun için birer hatıra defteri gibiydi. Beyza, geçmişin büyüsünde kaybolmuştu ve bu büyü, ona sonsuz bir huzur getiriyordu. Sabahları kuş cıvıltılarıyla uyanıyor, akşamları ise yıldızların altında ailesiyle sohbet ediyordu. Her anı, bir masalın parçası gibiydi ve Beyza, bu masalın içinde kaybolmaktan mutluydu.