Tam iki ay olmuştu iletişimimiz kesileli. Onu o kadar özlemiştim ki. Şu hissettiğim aidiyetsizlik hissinden onunla kurtulmuştum. O yokken yanımda kimse olmasın istiyordum. Yalnızlığımda boğulsam da kendi kendimle kalmak istiyordum. Kürtlerin kullandığı ifade varya ona dönmüştü. Kendime oturmayı seviyordum bu aralar. Bu yüzden kimseyle plan yapmıyordum. Hatta kaçıyordum.
İşe gidiyordum, metroda kitap okuyordum. İş yerinde vakit bulabilirsem derslerimle ilgileniyordum. Evde iş yaparken telefondan sohbet dinliyordum. Boş vakitlerimde de yine ders çalışıyordum. Son zamanlarda hep böyle geçiyordu günlerim. Öyle ki izin günlerimde dışarıya çıkmayı geç perdelerimi bile açmıyordum.
Yatağımın başucunda onun bana aldığı bir kar küresi vardı, alt kısmında da bizim fotoğrafımız vardı. Uyanınca ilk onu görüyordum. Her yerde o vardı sanki. Pilav yapıyordum aklıma o geliyordu. Sokakta kedileri sevmiyordum artık sırf onu hatırlatıyorlar diye. Evet, ben de böyle olacağını düşünmemiştim. Çünkü onu böylesine sevdiğimi, seveceğimi bilmiyordum. Ruhlarımızın iyi anlaştığını biliyordum. Enerjimiz zaman zaman çatışsa da bunların sadece o dönemki stres nedeniyle olduğunu biliyordum.
İnsan anlatmak hissinden yoksun kalınca depresyona mı giriyordu acaba? Anlatmak istiyordum ki normalde anlatmak istemezdim. Kimseye yaşadıklarımı anlatmazdım. Elime yüzüme bulaştırmazsam ya da bir başarı elde etmezsem kimse ne yaptığımı bilmezdi benim. Fakat küçük bir kız çocuğu gibi okulda olanları anlatmak istiyordum. İş yerinde yaşadıklarımı anlatmak istiyordum. Sadece ona anlatmak istiyordum. İşte tam da böyle bir andı. Evde kahvaltı masasında video izliyordum. Videodaki adam Barış Manço’dan bahsediyordu ve ben bir anda kendimi ağlarken buldum. Hem de hıçkıra hıçkıra. İyi de bu normal değildi. Sonra telefonu kapattım ve kendime “İyi misin, neye ağlıyorsun? Videoda anlatılanlar duygusal bile değil!” dedim. Fakat kendimi durduramıyordum. Kalktım biraz uzandım. Sonra spor yapmak için sitenin spor salonuna indim. Şöyle bir etrafıma baktım. Depresyonu bunlarla mı atlatacaksın? dedim kendi kendime. En iyisi ip atlamak diyerek o tarafa yöneldim.
Elime pembe renk bir ipi alıp isteksizce kaldıracakken bir ağlama hissi geldi aniden. Yukarı kaldırdığım kollarım yarıdan yere yığıldı. Dizlerimin üstüne çöktüm. Dişlerimi sıka sıka ağlamaya başladım. İyi de şimdi burnum akacaktı. Peçetem de az diyerek hemen toparladım kendimi. İşte böyleydim ben. Duyguları çözemiyordum. Çözmeye çalışırken bocalıyordum. Erkek adam ağlamaz lafıyla büyüyen biz kadınlar için ağlamak, zayıflıktı. Bu yüzden belli bir yaşıma kadar hiç ağlamamıştım. Şimdi de bozuk çalar saat gibi olmadık yerde patlıyordum. Çantamdan bir peçete çıkarıp gözlerimi burnumu silip ayağa kalktım.
Hızlı hızlı ip atlamaya başladım. İp atlarken sürekli gözüme onunla olan anılarım gelip gidiyordu, anlayamadım. Gözlerimi kapattım ve atlamaya devam ettim. Fakat bu yaşadığım şey rüya gibiydi. Sanki ruhum onunla buluşuyordu. Anılarımda kaybolmuştum. Vücudumun hissiyatını kaybettiğini hissediyordum. Bacaklarım hafiflemiş, kollarım yok olmuştu sanki. Ruhumla bedenim birbirinden ayrılmıştı. Ve durdum. Çöktüm fakat yığılan bedenimden yeniden canlandım. Evet onunlaydım. Eski evimin orada marketten çıkmıştık. Bir elinde karpuz bir elinde kavun bana bakıyordu gülerek ve şakalaşıyorduk. Ben fotoğrafını çekiyordum. O kadar güzeldi ki bu anı yeniden yaşamak. Gözlerinin kısılışında kenarlarından fışkıran sevgisini hissediyordum bir kez daha. Bu an zihnime kazınmıştı.
Yaşadığım şey mucizevi bir olaydı. İnsan uyanıkken rüya göremezdi değil mi? O halde bu yaşadığım rüya değildi. Yine bundan kimseye bahsetmeyecektim. Yaşadıklarım benimle anlam buluyordu. Birilerinin yorumuyla kirletemezdim bu güzel anları.
Bu yaptığım şey alışkanlık olmuştu. Her iş dönüşü spor salonuna uğrayıp ip atlıyordum. Her seferinde ise onunla yaşadığım bir ana gidiyordum. Bu da benim yalnızlıkla mücadele yöntemim olmalıydı. Yine bir gün spor salonuna gittim, hızlıca ip atlamaya başladım ve yine aynı şeyleri yaşayarak adeta ışınlandım ve gözlerimi açtığımda aynı yerdeydik. O yemek hazırlamış ben işten gelmiştim. Sarıldım ona. Sımsıkı sarıldım. Seni çok özledim dedim kulağına. O da ben de seni güzel karım deyip hadi yemek hazır diyerek masayı işaret etti. Çok güzel bir makarnaydı bu, meksika usulü demişti bu olayı ilk yaşarken. Balım, dedim. Kafasını kaldırdı o masum bakışları attı bana. Ben de yapma bak şunu sonra aklımdan çıkmıyor gözlerin ve sürekli özlüyorum dedim. Neden özleyeceksin balım hep yanındayım zaten dedi. Çaktırmadan yemek yerken onu izlemeye devam ettim.
İstisnasız her gün aynı şeyi yapıyordum. İş, spor salonu, ip atlama, anılara gitme ve geri gelme. Bu son gidişimde gelişim biraz zorlanmıştı. Çıkamamıştım. Gözlerimi açmama rağmen vücudumu kaldıramıyordum. Bu yüzden biraz korkmaya başladım. Yaşadığım şeyin bir yanılsama olduğunu çok iyi biliyordum ama bunun ilerlemesine izin vermemem gerekiyordu. Çünkü rahatsızlanırsam bana bakacak yanımda olacak kimse yoktu. Kimseye naz yapamazdım, sevgilim yok diye. Kimse de böyle bir ihtimalde bulunmuyordu zaten. Sormuyorlardı bile. Kızım ne durumdasın, biliyorum zor ve özlüyorsun diyecek kimse yoktu etrafımda. Ne de olsa bizimkiler duyguları bastırmayı çok iyi bilirdi. Bu konularda konuşmak hep ayıptı. Seviyorsan dillendirme. Özlüyor musun sabret ve sus.
Zaten hep susmaktan olmuştu ya. Kendi kendime ağlamalarım. Rüyalarda aklımı kaçırmalarım. Her şey hep bastırarak olmuştu ya. Umursamadım. O, o durumdan çıkamayışımı umursamadım. En fazla ne olabilirdi ki? Aklımı kaçırabilirdim. Kaçırırsam ne olurdu? Bunu düşünmemeliydim. İlk defa bunu düşünmeyecektim. Kalktım ve hızlıcı spor salonuna gittim. Elime aldım ipi gözlerimi kapattım. Hızlıca atlamaya başladım. Gözlerimi sıktım. Fakat olmadı, olmuyordu. Durdum yeniden denedim olacaktı. Delirmeliydim. Hayatta bir kez olsun delirme hakkını elimde bulundurmalıydım. Kapattım gözlerimi, yavaşça atlamaya başladım. Biraz biraz hızlandırdım. Tam başımın üstünden geçerken sanki oluyordu yavaştan. Ellerimle sıkılaştırdım ipi, gözlerimi sıktım iyice. Bacaklarım uçuyordu sanki. Bacaklarımdan çekilen ruhumu hissediyordum. Ellerimin yandığını kollarımın acıdığını hissediyordum. Beynimin üzerinden başlayan bir sıcaklık çenemden gözlerime her bir tarafı dolanıyordu. Beynimin üstü açılmış da ruhum çıkıyordu sanki. Evet gidiyordum ama gittiğim yeri göremiyordum tam olmuyor muydu sanki bilemiyordum.
Yere, soğuk betona çöktüğümü hissettim. Başımın hissi yeniden geliyordu gözlerime, çeneme, boğazıma ulaşıyordu sanki. Gözlerimden yaşlar geldiğini hissetmiştim. Neredesin sevdiğim, neredesin? Gözyaşlarım kollarıma ve bacaklarıma düşünce bütün hislerim yeniden gelmişti. Gözlerimi açtım yavaştan. Kollarım yana düşmüş bacaklarım yere yığılmış haldeydi. Tam önümde bir çift ayak görmüştüm. Kafamı yavaşça kaldırdım. Bulanık görüyordum. Bu gözler onundu. Kısık kısık bakıp bana gülümsüyordu. Göz kenarlarından çıkan sevgi pıtırcıklarını görebiliyordum. Ellerimi uzattım ve “Delirmek hakkını elde bulundurmak.” dedim. Ellerimdeydi. Hayatımda ilk kez sonunu düşünmeden delirmiştim. Ve bunu en güzel şekilde değerlendirmiştim.