Merhaba

Alime Büşra Hamzayev

Bu uyuşmaları göz ardı ede ede bacaklarım tutmaz, dudaklarım birleşmez, göz kapaklarım kapanmaz oldu. Oysa ufak bir fiziksel rahatsızlık yaşadığımda bunu psikolojiyle temellendirir ve devreye bilincimi sokardım. Sonunda da hep başarılı olurdum. Fakat şu an ya gerçekten hastaydım ya da psikolojim bu bilinçli davranışımı öğrenerek yeni oyunlar oynuyordu benimle. Yaşadığım mide ağrılarını, kabızlık sıkıntılarını hatta migreni bile bilinçle çözmüştüm ben. Çünkü fiziken yaşanan her rahatsızlığın altında bir yerlerde psikolojinin yattığına emindim. Psikolojik buhranlar, stresler insanı öyle bir sürüklüyor ki insan buna dur demezse eğer amansız hastalıklara bile götürüyor bence. Yani neresinden dönersen kâr olayı burada da doğru şıklar arasında.

Son zamanlarda kendi kendime çok kaldım. Bir anda düştüğüm bu boşluğu bir şeylerle doldurmaya çalışırken yine bazı şeyleri inkâr etmeye başladım. Yani bu yaşadığım fiziksel rahatsızlığı… Bakın hastalık bile diyemiyorum. Bu bile hâlâ inkar ettiğimi gösteriyor.

Vücudumda hissettiğim uyuşukluğun da bir sürü nedeni olabilirdi. Araştırdığımda da anladığım kadarıyla karpal tünel sendromu, multipl skleroz ya da alkolün, diyabetin ve B12 eksikliğinin neden olduğu normal bir uyuşma değildi benimki. Hani belki sürekli masa başında oturmam yüzünden uzun süre aynı pozisyonda kalmanın neden olduğu bir uyuşukluk olabilirdi. Fakat bunun sebep olduğu kadar da basit bir uyuşukluk değildi hissettiğim. Çünkü öyle zamanlar oluyor ki sağ elim hiç yokmuş gibi hissediyorum. Bunları düşüneceğime harekete geçmeliyim tabii ki. Her kaybettiğimde motivasyonumu yeniden bulmalıyım.

Zor da olsa sağa ve sola debelenmelerimle yataktan doğruldum. Göz kapaklarım yine açık kaldı. İşte dedim geliyor. O gelmeden elimi yüzümü yıkamak için banyoya doğru gittim. Suyu açtım yüzüme bolca çarptım. Göz kapaklarımı uyuşukluktan kurtardım.

Her gün biraz daha geç kalkmaya alıştım. Aslında bir açıdan da iyi oluyor. Kahvaltımı güzelce yapıyor sonra kitapların başına geçiyorum. Mutfağa geçip dolabı açtım canım patatesli yumurta istiyor. Fakat yumurtalığı kaldırınca yumurtanın bitmiş olduğunu gördüm. Markete gidip ekmek, yumurta ve zeytin almam gerekiyor. Hemen üzerime bir şeyler geçirdim. Ayakkabılarımı giymek için eğildim. O anda ellerim tutmamaya başladı. Sanırım artık doktora gitmenin vakti gelmişti. Kollarımı omzumdan sallayarak canlandırmaya çalıştım. Ama sadece ellerim değil gözlerimde de uyuşma hissettim. Gözlerim sanki olduğum ortamın boyutlarını kavrıyor gibi gördüğüm alan birkaç boyutta görünmeye başladı. Bu sadece uyuşukluk mu baş dönmesi mi anlayamadım. Gözlerimi kapatmaya çalıştım. Bunu yapmaya çalışırken gözlerim yanıyordu sanki. Kollarımı ve kafamı istemsizce yukarı atarak sallıyordum. Dışarıdan biri görse nöbet geçiriyorum sanır. Nefes almam da garipleşmeye başladı. Sanki kalbim göğsümde değil de boğazımda atıyordu. Nefesimi kontrol edersem her şeyin düzeleceğini düşündüm. Derin nefes almaya başladım yavaşça ve aldığım nefese odaklandım. Psikoloğun öğrettiği nefes egzersizini yaptım. Bir dörtgen hayal edip bir ucundan diğer ucuna gidene kadar nefes alıp diğer ucuna kadar nefesimi tuttum bir sonraki ucuna kadar da yavaşça nefesimi verdim. Bunu birkaç kez tekrarladım. Yavaşça düzelmeye başladı. Önce ellerim kendine geldi sonra gözlerim normal bir şekilde görmeye başladı. Çok şükür Allah’ım, dedim seslice. Olduğum yerde arkama yaslandım. Derin bir nefes verdim. Doktora gitmeli miyim? Emin değilim.

Yavaşça kalktım ayakkabımı giydim kapıyı açtım. Ardından kapıyı hızlıca kapattım. Gördüğüm doğru muydu? Anlam veremedim. Hâlâ kendime gelmedim mi ben? Kolumu cimcikledim, gerçekliği hissetmek için. Hissettim de. Kapı deliğine elimi götürüp kapağı kaydırdım. Bu gördüğüm gerçek olamaz, bir hastanedeydim. Yüzleri maskeli doktorlar, hemşireler dolaşıyordu. İyi de içerisi evim, kapının ardı hastane. Bu nasıl olur?

Tekrar oturdum biraz daha durdum nefes egzersizine devam ettim. Ellerimi yumruk yapıp göğsüme, bacaklarıma ve kollarıma vurdum. Kendime gelmem lazım. Tekrar kalktım kapıyı tuttum. Derin bir nefes alıp verdim ve “Oyhh…” dedim. Gözlerimi kapattım, kapıyı açtım. “Bismillah” dedim ve gözlerimi açtım ve “Ohh…” dedim. Gördüğüm apartmandı. Hastane, doktor falan yok. Ben gerçekten hiç iyi değilim sanırım. Neyse, hızlıca dışarı çıktım. Biraz serin havayı hissederek yürüyüş yapayım diye yolumu uzattım. Herkes işte olduğu için yollar kalabalık değildi. Fakat garip tiplerde insanlar vardı. Anlam veremedim. Biraz daha yürüdükten sonra sokağı döndüm bir an başım döner gibi oldu. Kalbim yine boğazımda atmaya başladı ve nefesim daraldı. Kafamı kaldırıp gözümü açtım. Karşımda garip giyimli biri daha gördüm ama bu seferki daha da bir garip giyimliydi. Gözlerimi ovuşturdum tekrar açtım adam kayboldu. Ya beyin sinirlerimde bozulmalar yaşıyordum ya da deliriyordum bunun başka açıklaması olamazdı herhâlde.

Derin bir nefes aldım tekrar sokaktan dönüp markete girdim. “Hah yok artık!” deyip tekrar dışarı çıktım. Gözlerimi açtım yine “Yok daha neler!” diyerek bağırdım. Çünkü dışarısı da dışarı değildi. Bu yaşadığım tam olarak neydi? Son zamanlarda araştırdığım boyutların arasında mı takılı kalmıştım? Bir orada bir burada mıydım yoksa? Evet yaa bu olmalıydı ama bir dakika… Boyutlar tam olarak böyle bir şey değildi ki. Artık şaşırmayı keseceğim ve olayları anlamaya çalışacağım. Psikolog ne demişti? Adım atmak istiyorsan buna kabullenmekle başla! Yaşadığım şeyi kabulleneceğim.

Markete girdim. Kendimden emin adımlarla yürüdüm. Sanki her şey çok normalmiş gibi. Evet ne alacaktım ben, yumurta… Etrafa bakındım. Yumurtayla en alakalı şey “Kadın hastalıkları ve doğum bilgisi” adlı kitaptı. Aldım elime, ilerledim. Listemizdeki bir sonraki şey, ekmek. Rafları tek tek incelemeye başladım. “İşte, buldum!” dedim gayet kendimden emin bir ifadeyle. Orhan Kemal’in Ekmek Kavgası kitabı, aldım elime ilerledim. Bir sonraki, zeytin. “Evvett… onu da bulduk.” Falih Rıfkı Atay’ın Zeytindağı kitabı. Bunu okumuştum ama olsun, alayım. Sonuçta kabullenişi tam olarak yaşamam lazım, değil mi? Aslında buna kabulleniş mi demeli yoksa ortama ayak uydurmak mı bilemedim ya da her ikisi de aynı anlama mı geliyor? Kasaya geçtim. Ödeme için kart çıkaracaktım ki etrafıma baktım. Kasa da market kasası ama çalışanlar yine garip giyimli insanlar. Çaktırmadan cebimden nakit para çıkardım. İşin garibi kasiyerin arkasında kasa arkası ürünlerde kitap değil de yiyecek şeyler bulunuyor. Her şey normalmiş gibi kitapların parasını ödedim. Kasa arkası ürünlerden istediğiniz bir şey var mı sorusuna müteşekkirim, sağ olunuz diyerek marketten ya da kitapçıdan ayrıldım. Bu sefer dışarısı da normaldi. Şimdi ben gerçek anlamdaki ekmek, zeytin ve yumurtayı nereden alacaktım? Her şey birbirine girdiyse deneyerek bulmam gerekiyor.

Etrafı ayrıntılı bir şekilde inceleyerek yürüdüm sokakta. İnsanlara selam verdim. Kimine merhaba, kimine selam, kimine selamun aleyküm dedim. Sonuçta bunlar bile farklı boyutların selamıydı değil mi? Her neyse besmele çekerek karşıma çıkan ilk ayakkabıcıya girdim, bakalım burada ne çıkacaktı. Kapıyı açar açmaz pencereden görünenler aksine içeride beyaz eşyalar satılıyordu. Hemen yanımda bir çalışan bitti ve bana şu an bulunan o muazzam kampanyadan bahsetti. Sırf bu boyutta da kazıklıyorlar mı diye merakımdan sordum. “Üç beyaz eşya set alana bir televizyon ve süpürge bedava mı?” Bunu beklemiyordu sanırım, biraz duraksadı. Kafasını kaldırdı “Evet, efendim.” dedi. Teşekkür edip oradan da ayrıldım. Hemen yan taraftaki kitapçıya yöneldim. O an zihnimden markette kitap satılıyorsa ve her şey zıddıyla varsa, kitapçıda da market ürünleri olabileceği geçti. Gözlerimi kapattım heyecanla “Ya Allah, bismillah!” diyerek içeri daldım. Gözlerimi açtığımda kısa sarı saçlı teyzeler bana garip garip bakıyordu. Onları şaşırtan benim giyimim miydi, yoksa bağırarak Ya Allah, bismillah demem miydi bilmiyorum. Ben de elimi hafifçe kaldırıp avuç içimi açtım belimi de biraz kıvırıp sırıtarak “Size de selam,” dedim. Her neyse teorim doğru çıktı. İşte, aradığım yeri buldum. Alışverişimi yaptım. Evin yolunu tuttum.

Ertesi sabah oldu fakat korkunç bir ağrıyla uyandım. Sağ kolumun üzerinden dozer geçmiş sanki. Yani bu ağrı hafif bir şeyle tasvir edilemez. Gözlerimi açtım, kolumu tutarak tavanı izledim. Bir an dün yaşadıklarım aklıma geldi. Acaba psikiyatriye mi gitsem dedim ama gözlerim yanımda duran komodinin üzerindeki üç kitaba takıldı. Yavaşça doğruldum ve kendime söz verdim ne olursa olsun şaşırmayacağım, kabulleneceğim. Kalktım, koluma bi ağrı kesici krem sürdüm, üzerimi giydim. Dışarı çıktım. Şu ana kadar garip görünen bir şey yoktu. Eğer böyle devam ederse anlayacağım ki herhangi bir problem yok. Etrafıma bakıyorum insanlar gayet normal. Kısa sarı saçlı merhabacı teyzeler, yelekli, ceketli amcalar, ellerindeki telefondan önünü göremeyen bir yanda da tiktok çeken gençler… “Oh bee…” dedim. O yasaklı kelimeyi de içimden dedim teyzeler korkmasın diye. Şimdi güzelce ekmeğimi alıp kahvaltı yapmaya gideceğim.

Sokakta salına salına yürümeye başladım. Yüzümde gülücüklerle. Başımı kaldırdım, elimi fırının kapısına uzattım. Gözlerimi kapatmadım bu sefer. Kapıyı açtım. Fakat açmamla gözlerimin ve vücudumun titremesi, yanması bir oldu. O an gördüklerime inanamadım. Bu kabul edilebilir bir şey değildi. Evet raflar var fakat ekranı bozuk bir televizyon gibi görüyordum raftakileri. Ekmekler ve kitaplar arasında gidip geliyordu gördüklerim. Sanki atomlarına ayrılmış ve birbirlerine girmişlerdi. Fırıncı abi ise… Sanırım fırıncı değildi.

Vücudumun ağrısı o kadar yüksekti ki. Şu an merhabacı teyzeleri düşünemeyecek kadar acı çekiyordum. “Alllahh!” diye kolumu tutarak bağırdım. Acıya dayanamayarak yere düştüm ve o an bütün vücudumda müthiş bir uyuşukluk hissi yaşadım. Şu an bozulmayan tek şey görme yetimdi. Boyutların birbirinden ayrılıp birbirine girdiğini cam gibi görebiliyordum. Bu, ne delilik ne de hayal ürünüydü. Şu an gördüklerim an be an gerçekti. Ellerimi kaldırmaya çalışıyordum. Fakat kaldırdığım ellerim mi, yani yaşadığımız boyuta ait olan bedenimin parçası mı yoksa başka bir boyutta var olan ruhumun parçası mı, işte bunu anlayamıyordum. Etrafıma merhabacı teyzelerin üşüştüğünü de görüyordum. Fakat ellerimi kaldırdığımda onlara dokunamadan es geçtiğini hissediyordum. Şu teyzeler bi merhaba dese kendime gelecektim sanki.

Vücudumu daha da garip hissetmeye başlıyordum. Uçaktaki boşluk hissi gibi bacaklarımın hissi tamamen kayboluyordu. Acılar, uyuşukluklar bir bir gidiyordu. “Ulan! Yoksa ben, ölüyor muydum? İyi de ölümü hiç böyle anlatmamışlardı ki!” Fakat hissettiğimi anlamlandırmam imkânsızdı. Daha önce okuduğum, dinlediğim hiçbir olaya benzemeyen bir şeydi bu. Etrafımı görmemek ve duymamak için çabaladım bir an. Çünkü odaklanmam lazımdı, yaşadığımı hissetmek için. Tam o an kulağıma bir ses geldi. “Esselamu Aleyküm”.

Bu Merhabacı teyze olamazdı!