Hikayesi Olan Topraklar

Saliha Çolak

Hayatın daha yavaş aktığı zamanlarda tanıdım Hasan’ı. “Üniversitede öğretmen” demişti annem. Hasan’ın babası öğretmenmiş. O zamanki aklımla “bizim okula da gelsin öğretmense” demiştim. Annem kahkahayı basmıştı tabii. Üniversitenin bizim okulumuz gibi olmadığını sonra öğrenmiştim. Hasan anlatmıştı bana. “Babamın öğrencileri büyük abiler ve ablalar. Biz büyüdüğümüzde oraya gidebileceğiz.” “Sahiden Hasan gidecek miyiz? Eğer gidersek seninle aynı sırada oturmak istiyorum.”

Hasan ben ilkokulu bitirdiğimde geldi. Hasan’ın babası bizim yan komşumuzdu. Annesi ile babası altı yıl önce boşanınca annesi Amerika’ya yerleşmiş. Bir yıl önce kansere yakalanmış. Çok sürmeden de vefat etmiş. Hasan’ın teyzesi de onu Kudüs’e, babasının yanına getirmiş. Hasan’ın babasıyla arasının nasıl olduğunu hiç anlayamadım. Onu sevmiyor değildi. Onun hakkında asla kötü konuşmazdı. Fakat onu tanımıyordu sanki. Annesiyle geçirdiği yıllar babasının anılarını yok etmişti.

Hasan’ı ilk defa Halil amca beni okula götüreceği vakit yanında kahverengi saçlı kahverengi gözlü soluk benizli bir çocukla çıkageldiğinde tanıdım. Halil amca Hasan’ın babasının bahçe işlerine bakardı. Hafta içi okulumun yakınında işleri olduğundan beni okula bırakırdı. “Zeynep kızım artık sana bir arkadaş getirdim. Hasan’la tanışıp kaynaşın. İyi anlaşacağınıza eminim.”

İlk günler Halil amcanın dediği gibi tanışıp kaynaşamadık çünkü Hasan çok soğuktu. Gülmezdi, konuşmazdı. Onun dikkatini çekmek için elimle kelebek yakaladığımda dönüp bakmadı bile. Ben de ümidi kesip sustum.

Bir gün okuldan dönmüş bahçede oynarken Hasan çıkageldi. Elinde benim tokam vardı. “Okulda düşürmüşsün, dönüşte seni görebilseydim verecektim ama çoktan gitmiştin.”

Tokamı kaybettiğimi bile o an fark ettim. Hasan’a teşekkür ettim. Fakat kapıma kadar gelmişken bir teşekkürle göndermek içime sinmedi. “Börek sever misin?”

O gün Hasan’a börek ikram etmeseydim daha sonra kaynaşabilir miydim bilmiyorum. Çünkü o günden sonra çok iyi iki arkadaş olduk. Okulda aynı sınıflarda olmadığımız için okul saatlerinin hemen geçmesini dilerdim. Eve gelip çantalarımızı bırakınca hava kararana kadar uğraşacak, oynayacak bir şeyler bulur eğlenirdik. Çocukluğumun Hasan’la geçmesi hayatın bana sunduğu en büyük nimetti.

Bir gün Hasan “Hadi mescid-i Aksa’ya gidelim.” Dedi. Babası üniversite işleri yüzünden Hasan’la beraber gidememiş henüz. Amerika’da hep fotoğraflardan görmüş, annesi ona bin bir hikayeler anlatmış mescid için. Bisikletlere atlayıp mescide vardık. Avlusunda dolanıp kuşlara yem attık. Hasan tahmin etmediğim kadar mutluydu. “Burayı ben de çok seviyorum fakat sende anlamadığım bir mutluluk var Hasan, neden?”

Hasan’ın yüzü düşünce yanlış bir şey söylediğimi düşündüm. Hasan elindeki yemi bırakıp gökyüzüne doğru kaldırdı başını. “Annem bana hep buraları anlattı. Hastalığında bile dilinde hep burası vardı. Ama şimdi annem yanımda değil. İçimde öyle bir his var ki tarif edemem. Sanki buraya geldiğimde anneme geliyormuşum gibi. Sanki burası benim annemmiş gibi. Keşke kocaman kollarım olsaydı da boydan boya sarılabilseydim buraya.” Gözlerimi Hasan’ın baktığı yere çevirdim. Gökyüzünden geçen iki tane kuş gözden kaybolana kadar izledik.

Hasan’ın içindeki boşluğu Mescid-i Aksa’yla doldurduğunu öğrendiğim o günden beri hep oraya gittik. Kubbetü’s-sahra’nın her köşesinde bir anı biriktirdik. Hasan matematiği severdi, ben kitapları. Bana matematik anlattı. Onun sayesinde sınavlardan yüksek notlar aldım. Ben de ona okuduğum kitaplardan bahsettim sürekli. Okuduğum hikayeleri anlattım. Can kulağıyla dinlerdi beni. Gerçekten seviyor mu yoksa nezaketen mi dinliyordu anlamazdım. Fakat aldırış etmeden mütemadiyen konuşurdum.

Günler ayları aylar yılları kovaladı. Ben ve Hasan beraber büyüyorduk. Büyümek başta güzel gelse de yükümlülükleri vardı. Hasan’la sürekli zaman geçirmemiz mahallelinin gözüne batıyor ve annemin kulağına asılsız laflar çalınıyordu. Annem beni uyarıyordu fakat bir yanım bütün emirleri çiğneyip yine Hasan’ın yanına gidiyordu.

Asılsız sözler artınca Hasan’la daha az görüşür olduk. Babamın ve abimin de kulağına laflar çalınınca Hasan’ı bir müddet hiç göremedim. Üniversiteye geçmeme az kalmıştı ve ben sürekli kitaplar okuyup araştırma yapıyordum. Hedefim edebiyat alanında ilerlemekti. Hasan’la görüşemediğimiz süre içerisinde bolca okumalar yapıp kendimi geliştirmeye çalıştım.

Bir gün hiç beklemediğimiz bir şey oldu. Filistin’e şapkalı adamlar geldi. Uzunca sakalları ve anlamadığım bir dilleri vardı. ‘Keşif’ için geldikleri söyleniyordu. Ne keşfi olduğunu açıklamak tenezzülünde bile değillerdi. Filistin İslam yönetimi bu ziyaretlerden oldukça rahatsızdı. Gündemi oldukça rahatsız eden bu haberler yüzünden zaten göremediğim Hasan’ı görmek artık hepten imkansızlaşmıştı. Çünkü Hasan’ın babası bu şapkalı adamlara sert çıkışlar yaptığı için destekçiler tarafından ağır ithamlara maruz kalıyordu. Hasan’ın babası baskılara daha fazla dayanamayıp Türkiye’ye gitmeye karar verdi. Bu haber beni derinden sarstı. Ülkemizin nereye gittiği belli olmayan bir yolu vardı ve biz bu belirsizliğin altında yok olacaktık.

Hasan da ben de neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilecek yaştaydık. Onun gidiyor olması yanlıştı. Fakat elimden yalnızca vedalaşmak geldi. “Tekrar döneceğim.” “Seni bekliyor olacağım.”

Ve Hasan gitti.

Hasan gidince içimde tarifi olmayan bir boşluk açıldı. Gittiği gün ve o günü takip eden diğer günlerin çoğunda ağladım. Onu tekrar görememe fikri aklıma her girdiğinde boğazımda bir yumru yutkunmama engel oldu. Ağlamam dinip de gözlerimi gökyüzüne kaldırdığımda bir an olsun özgür hissettim. Ben içimde çözemediğim duygulara esir olmuştum. Annem ve tüm mahalle haklıydı. Ben Hasan’la arkadaş değildim. Ben Hasan’ı sevmiştim.

Birkaç yılın ardından hükümet şapkalıların büyük bir kısmını ülkeden çıkarmayı başardı. İçimde hep bir umut bu haberler sayesinde yeşil kaldı. Çokça sustum ve çokça yazdım. Hasan’ın babasının ders anlattığı sıralarda öğrenci oldum. Yazdığım bütün hikayeleri yarım bıraktım. Çünkü bu toprakların her hikayesi yarım kalmak zorunda hissediyordum.

Kariyer basamaklarını bir bir tırmanıyordum. Yurt dışında farklı ülkelerde seminerlere katılıp kendimi geliştirme fırsatı yakalıyordum. Türkiye’de bulundum. Hasan’a ulaşmak istedim fakat elimde hiçbir bilgi yoktu. Hasan beni unutmuştu. Ben de onu unutmalıydım.

Türkiye’den döndükten bir yıl sonra şapkalılar ülkemi terk ettiler. Filistin manşetleri yazdı: Umduklarını bulamadılar, dönüyorlar!

Bu olayın ardından benim ismime postalanmış bir mektup aldım. Hasan’dan geliyordu. Kalbim ağzımda atarken mektubu okudum. Hasan’ın mektupları sürekli engellenmiş, ülkeye sokmamışlar. Ama beni bir gün dahi unutmamış. Filistin özgür olduğu için geri gelecekmiş. Geri gelecekmiş… Hasan… Geri gelecekmiş…

Haberi alır almaz Hasan’ın Mescid-i Aksa’ya sarılmak istediği yere geldim. Kollarımı boylu boyunca açtım. Gözlerimi kapattım, kendimi rüzgara bıraktım. Ve düşüncelerimi en büyük yanılgımdan kurtardım:

“Bu toprakların hikayeleri yarım kalmaz.”