Gerideki Hayat

Hacer Uyğur

Bam bam bam!

Yerimden sıçrayarak kalkıyorum. Uyku seremliğiyle neredeyse kendimi yatağın altına atacağım. Annemin sesi yükseliyor kapının arkasından. Birkaç saniye kalbimin gümbürtüsünden ne dediğini duyamıyorum. Sonra “Oğlum?” dediğini duyuyorum. Sesimi bulmaya çalışıyorum. “E-efendim anne?” “Hadi yavrum namaz geçiyor.” Elim göğsümde derin bir nefes alıyorum. “Kalktım, tamam” diye sesleniyorum. Annem uzaklaşmıyor. Kapıyı hafif aralayıp içeriye bakıyor. “Normalde ezan sesine uyanırdın sen, ne oldu?” diyor. “Uykularım derinleşmeye başladı sanırım.” diyorum. Gözleri parlıyor bir anda. Eskisi gibi diken üzerinde uyumuyorum demek bu. O da biliyor. Sesine hafif bir neşe gelmiş halde: “İyi tamam kalk hadi artık” diyor ve kapıyı olduğu gibi bırakıp uzaklaşıyor. Kendimi zorlayarak kalkıp abdestimi alıyorum. Namazımı kılınca geri yatmak yerine babamın ruhuna bir yasin okuyorum. Cuma günü bugün. Bir süre sonra annem mutfaktan sesleniyor. Annem, kız kardeşim ve ben kahvaltımızı yapıyoruz. Üstümü giyinip evden çıkıyorum. Hızlı adımlarla kitap dükkanına geçiyorum.

Bu dükkanın uzun bir tarihi var ailemizde. Dedemler Kubbetüs Sahra’yı gören bu iki odalı yerde yaşarlarmış zamanında. Kalabalık bir aile olmasına ve alanın çok dar olmasına rağmen evlerinden çıkmamışlar hiç. Çünkü bulundukları yeri terk ederlerse oranın artık “onlara” geçeceğini biliyormuş. Ne olur ne olmaz diye kimseye satmamış da. Beş çocuğuyla bu evde yaşamış. Bu evde doğan her çocuk bir nöbetçi olmuş zamanla. Herkes evlenip dedem ve babannem öldükten sonra bir süre amcam yaşamış. Ama o dönem yengem hamileymiş ve sürekli kapıyı vuranlardan, silahla gelip gözdağı verenlerden, amcamı yol üstünde hırpalayanlardan yaşadığı korkuyla çocuk düşmüş. İkinciye hamile kaldığında yine aynı şeyleri yaşamamak için gitmeye karar vermişler. Böylece ev ikinci çocuk olan halama kalmış. Ama halam için durum daha da kötüymüş. Çünkü kocası kısa zaman önce şehit edilmiş. Bu yüzden babam emaneti yüklenmiş. O sırada ben doğmuşum.

Babamı hatırlamanın acı/tatlı bir tadı var. Kendimi bildim bileli yanı başımdaki kişi hep babamdı. Bana yürümeyi de koşmayı da geride durmayı da öne çıkmayı da o öğretti. O ise hep öne çıktı. Dedemden kalma bu yeri koruma görevinde de, ailesini korumak için kendisini feda etmesi gerektiğinde de. Ben ise geride kaldım. Onun bana öğrettiği gibi. Yeri geldiğinde öne çıkmayı bekleyerek. Ama artık beklemem gerekmiyor. Sürekli tetikte kalmam, gün gelip kendimi feda edeceğim an için kendimi hazırlamam anlamsız. Camiilerde ezanlar okunuyor, kapımı sadece annem vuruyor ve iki odalı evden dönme kitapçımızın penceresinden Kubbetüs Sahra görünüyor.

Geçen gün annemle kitapçıyı genişletip çay kahve içilebilecek bir alan da mı eklesek dedik. Ama bunun için binayı bozmamız, değiştirmemiz gerekecek. Şimdilik elimiz gitmiyor buna. Bu yeni düzene alışmak, onun içinde rahat edebilmek önce geliyor. Belki duvarı yıkmamız gerekecek bunun için. Kurşun izlerini de duvarla beraber yıkmamız gerekecek. O zaman babamın hatırası nereye gidecek? Her sabah karşılaşmak zor olsa da karşılaşmamak daha çok canımı yakacak, biliyorum. Annem de biliyor. Ama o babamın yokluğunda bize tutunuyor. Acılarımızla kalmayalım istiyor. Geçmişe takılıp kalmamızdan korkuyor. “Daha 25 yaşındasın oğlum” diyor, “10 senedir tüm yükü sen omuzladın zaten.” Hayatımı yaşamamı istiyor.

Yaşıyorum da. Elimden geleni yapıyorum en azından. Fatımayla konuşuyorum mesela. Yıllardır uzaktan baktığım, yanına yaklaşırsam ölümümden sonra kahrolacağı için yokmuş gibi davrandığım Fatımayla. Öyle emindim ölümden. O anlıyor bunu. Önceden de anlardı. Hiç konuşmamıştık o zaman, yine de anlardı. Bir gün, artık zaferin bizim olduğunu iyice görmeye başladığım bir gün, yanına gittiğimde “Ben de ne zaman geleceksin diye bekliyordum” dedi bana. Sanki iş çıkışı yemeğe gecikmişim gibi. “Ancak gelebildim” dedim ben de.

Arada çalıştığım yere geliyor. Okumayı çok sever Fatıma. Yabancıların az bilinen kitaplarını bulur bazen. Sipariş eder. Ben de fazla fazla getirip insanlara tanıtırım. Fatıma nasıl anlattıysa öyle anlatırım kitabı. En çok satan kitabım o olur. Zeki bir kız, neyi nasıl anlatacağını bilir. Her şeyi çok iyi anladığı için belki.

Müşteriler gelip giderken Fatımayı düşünüyorum. Yakında sözleneceğiz. Bunu düşünmek heyecanlandırıyor beni. Bir yandan da korkuyorum. Bir şey olacak gibi geliyor her an. Tam bunu düşünürken Fatıma arıyor. Selam veriyor telefonu açtığımda. Sesi kötü geliyor. Kısılmış gibi biraz. İsmimi fısıldıyor. “Hemen gelebilir misin?” Kalbim gümbür gümbür atmaya başlıyor. “Ne oldu?” diyorum “Tehlikede misin? Biri bir şey mi yaptı?” “Ay ne alakası var Hasan, evdekilerle kavga ettim biraz ağladım. Duymasınlar diye kısık konuşuyorum şimdi de” diyor. Derin bir nefes alıyorum. “Tamam” diyorum “çıkıyorum 5 dakikaya. Telefonu kapatıyoruz. Bu kadar hızlı kaygılandığım için kendime kızıyorum.

Kapıları pencereleri kontrol edip şartelleri kapatıyorum. Dışarıya çıkıp kapıyı kilitliyorum. Tam arkamı dönecekken sırtıma bir nesnenin dayandığını hissediyorum. Arkamdan bir ses geliyor: “Eller yukarı”. Hızla anahtarı cebime atıp ellerimi kaldırıyorum. “Yana doğru yürü” diyor ses. Arkamı dönmeden yürüyorum. Kurşun izleriyle göz göze geliyorum. “Önüne dön” diyor. Dönüyorum. “Ölmeden önce son sözlerin var mı?” Başımı iki yana sallayıp “yok” diyorum. “Bam bam bam” diyor. “Öldün Hasan amca.” Gülmemeye çalışıp kendimi duvara doğru savuruyorum. “Aah! Öldüm” Önümdeki iki çocuk kıkırdıyor. Sonra sokakta koşturmaya devam ediyorlar. Ben de hayatıma devam ediyorum.