Günlerden pazartesi, yine bir virüs gelişim takip sırasında bekliyorduk. Ayda bir bu takip mutlaka yapılırdı. İnsanları sınıflandırırlardı. Yıllardır yaptıkları gibi. Ama ilk defa bu sınıflandırmada dürüst insanlar ön plandaydılar. Bunda dürüstlüğü ölçebilmenin de etkisi büyüktü tabii. İnsanlar artık birinci sınıf esnaflardan alışveriş yapıyor, bir şeye ihtiyaçları olduğunda hemen birinci sınıf nerede diye haritalara bakıyorlardı. Sırları olan, yalan söyleyen insanlar dışlanmışlardı. Bense hayatımda ilk defa bu kadar değer görüyordum. Önceden dürüst olduğum için, aklıma geleni dilime direkt getirdiğim için benimle iletişimini kesen kişiler şimdi yeniden iletişim kurmaya çalışıyordu. Tabii bu iletişim genellikle iyi bitmiyordu.
“Caaaaan.”
Arkadan birisi bana sesleniyordu. Kafamı sesin geldiği yöne doğru çevirdim. Sarp ile göz göze geldik. Gözleri kaybolmak üzereydi. Alnını kaplayan kocaman bir delik vardı. Koyu, derinliği görülemeyen, baktığınızda sonsuzluğa bakıyormuş hissi veren bir yuvarlak. Bir nevi kara delik. Bakışlarımın oraya doğru kayıyor olması beni rahatsız etmişti. Orada öyle bir şey yokmuş gibi düşündüm. Bakışlarımı gözlerine odakladım. Gözleri kaybolmak üzereydi.
“Sarp merhaba. Nasılsın?”
Farkındaydı durumunun. Elleriyle alnını işaret etti.
“Nasıl olabilir ki?”
Gülümsedi. Acı bir gülümsemeydi. Hafif ağlamaklı. Gözleri doldu. Gözlerine bakamadım.
“Evet iyi değilsin. Üzgün olmanı anlıyorum.”
“Sen nereden bileceksin ki? Alnında ufacık bir nokta bile yok. Pandemiden önceki gibisin. Bir de bize bak. Bizim suçumuz neydi?!”
Suç yine bana kalacaktı. Sanki bu virüsü ben yaymıştım. İnsanların entrikalarının bedelini ödemesi neden benim suçum oluyordu? Alnımda bir nokta dahi olmamasına takmıştı herkes. Düşerken düşürmek de istiyorlardı. İlk değildi. Son olmayacaktı.
“Suçunuz dürüst olmamak. Bunu hepiniz biliyorsunuz.”
“Sen de dürüst değilsin. Öyleymiş gibi davranıyorsun ama aslında senin bir şekilde bu virüsten korunmanın bir yolunu bulduğunu bilmiyor muyuz? Tamam buna kimsenin itirazı yok. Formülü bize de ver. Neden sadece kendine saklıyorsun?”
Evet bir de bu vardı. Benim ve benim gibi olanların aşı gibi bir korunma yöntemine sahip olduğumuzu düşünüyorlardı. Bu sebeple birçok insan öldürülmüştü. Tabi sonrasında konuyla ilgili sıkı önlemler alınmış, ağır cezalar verilmişti. İş işten geçtikten sonra. Şimdi kimse bize zarar vermeye yanaşamıyordu. Zaten ölmek üzere olanlar hariç. Mesela deliğin ağzına kadar büyüdüğü insanlar artık nefes alamadıkları için ölüyorlardı. Ölmeden önce de oldukça tehlikeli oluyorlardı. Devlet de çözüm olarak deliğin burnuna kadar ilerlediği kişileri rehabilitasyona almaya başlamıştı. Sarp’a baktım. Gözlerine bakamadım. Gözleri kaybolmak üzereydi. Sınırda sayılırdı. Kısmen tehlikeliydi. Cevap vermeden önüme döndüm bu yüzden. Ama etraftaki insanların ilgisini çekmiştim bir kere. Herkes bana odaklanmıştı. Acaba gerçekten de bir aşı var mı diye ağzımdan çıkacak bir cümleyi bekliyorlardı. Üzüldüm onlar adına. Bir aşının bulunmasını ben de çok isterdim. Hayatımdaki hiçbir pandemiyi sevmemiştim, bu da dahil.
Sıra bana gelmişti. Beni sınıflandıracak olan kişinin de alnında küçük bir delik vardı. İkinci sınıftı. O da bana imrenerek baktı. Ama çok uzun bakmadı. Tahammül edemiyor gibiydi aynı zamanda. Kimlik kartıma birinci sınıf damgayı basıp “Sıradaki!” diye bağırdı. Kimliğimi alıp kapıya yöneldim. Sarp’ın yanından geçerken istemsizce ona doğru baktım. Bana nefretle bakıyordu. Gözleri yine ağlamaklı. Gözlerine çok bakamadım.
Sokakta birçok insanın alnında delik vardı. Bazısı büyük bazısı küçük. İlk zamanlar korku filmlerinden fırlamış bir sahne gibiydi. Sonra alıştık. Çünkü her şeye alışırdık. Dürüst olmak gerekirse ki öyleydim ben hâlâ tam alışamamıştım. Çoğunlukla midem bulanıyordu. İnsanların alınlarına bakmak istemiyordum. Bir gün tanımadığım birisi ona tiksinerek baktığım için çok kızmıştı bana. Elimde değildi. “Sevdiğin hiç kimse mi böyle değil?” demişti. “Sevdiğim böyleydi.” demiştim. Sonra ne o sordu ne de ben cevapladım. Böyle bir cevabı beklemiyordu diye düşünmüştüm. Sevdiğim o gözler gelmişti aklıma. Çok sevdiğim ama son görüşmemizde bakamadığım o gözler. Kaybolmak üzereydi.
Geçen bir yılın ardından kendimi çok yalnız hissediyordum. Kimi kıskandığı için benden uzak duruyor kimi de sakladığım şeyler olduğunu düşündüğü için. Dürüstlük yine bir cezaya dönüşmüştü. Artık evden çıkmak istemiyordum. Şapka ile gezmek de yasaklanmıştı. Alnındaki deliği büyük olanlara baktıkları kadar bana da tuhaf bakıyordu insanlar. En son canıma tak etti. Bir sonraki virüs gelişim takip sırasında artık o kadar dürüst olmayacaktım. İnsanlardan saklamam gereken şeyler var mı diye düşündüm. Bir iki şey dışında aklıma bir şey gelmedi. Çok düz bir insandım. İçi dışı bir mi demeliyim? Ya da patavatsız? İşte o tarz bir insandım. Ama sakladığım bir şey vardı. Zihnimi arayıp tarayıp bulmuştum. Ama geçen bir ayda alnımda bir değişim olmadı.
Tam bir ay sonra sonra sırada beklerken yine Sarp’ı gördüm. Yine nefretle baktı bana. Ben bakamadım ona. Sıra bana geldiğinde kendimden emin bir şekilde küçük bir isyan başlattım.
“Benim sakladığım bir şey var. Ama alnımda delik açılmıyor. Ben çok önemli bir şey saklıyorum. Müdahale edin bana.”
Etrafımdaki herkes şaşkınlıkla bana bakıyordu. Karşımdaki görevli cebinden telsiz gibi bir şey çıkardı.
“Sekizinci psikolojik vaka. Buraya ekip gönderin.”
Telsizin diğer tarafından onaylayan bir ses geldi. Ne olduğunu tam olarak anlayamamıştım. Virüsün sisteminde bir sorun olduğunu anlatmaya çalışıyordum ama onlar sorunun bende olduğuna karar vermişlerdi çoktan.
“Neden anlamıyorsunuz bir problem var. Bir şey saklıyorum diyorum.”
Görevli tebessüm etti. Kendinden emin bir şekilde konuştu.
“Beyefendi. Gerçekten bir şey saklayan hiç kimse buraya gelip de ben bir şey saklıyorum diye bağırmadı. Siz bir şey saklamıyorsunuz. Siz saklanmak istiyorsunuz.”
Etrafa baktım. İnsanlara. Alınlarına. Bazılarının gözlerine bakamadım. Sevdiğim insanın gözlerine bakamamıştım. Evet, ben saklanmak istiyordum.