Önce anılarımız yok oldu. Ansızın olmadı bu. Adım adım değişti her şey. Köyümüze şehrin belediyesinden gelen memurlar, kentsel dönüşümden bahseder gibi bir zihinsel dönüşüm projesinden bahsetmeye başladılar. Savaştan kalan tüm acılarınız kaybolacak dediler. Böylece korkuyu, acıyı tekrar tekrar hissetmeniz gerekmeyecek. Hayatınıza dönebileceksiniz. En ufak bir seste yerinizden sıçramayacaksınız, haberlerde gördükleriniz sizi geceleri uyanık tutmayacak, her baktığınız yerde kayıplarınızın boşluğunu görmeyeceksiniz. Ama en önemlisi her şeyi unutmayacaksınız da. Sevdiğiniz insanlarla geçirdiğiniz güzel günler size kalacak. Acı tatlı bir his bırakacak sizde onları hatırlamak. Bitmiş bir yas, bitmiş bir savaş ve yeni başlayan bir hayat olacak.
Savaş yeni bitmişti. Çok büyük acılar yaşanmıştı. Her evin en az bir kaybı vardı. Benim babam ölmüştü. Savaşmaya gitmemişti babam, çalıştığı yeri bombalamışlardı. Yaşananların en zor yanı da buydu. Her an herkes ölebiliyordu. Bir anda başımıza bombalar yağabiliyordu. Bu nedenle sadece kayıplarımız değil yaşanan her an da tüm vahşetiyle ve korkusuyla zihnimizdeydi. Bundan kurtulma fikri kimilerinde bir çekince oluştursa da çoğunlukla çok cazip duruyordu.
Ben de başta çekimser yaklaşanlardandım. Ne şekilde olursa olsun zihnimle oynanacak olması fikri hoşuma gitmiyordu. Ama çevremdeki insanların iyileştiğini görüyordum ve ben giderek daha kötü oluyordum. Başka şeyler düşünmek, işlerime odaklanmak için uğraşsam da aklım sürekli o güne gidiyordu. Aniden gözlerimin önüne patlama sahnesi geliyordu. Tüm fabrikanın alev alışı, insanların koşturmaları, etrafa dağılan insan parçaları, babam… Kendimi tekrar orada buluyordum. Aynı anı tekrar tekrar yaşıyor; şimdi güvende olduğuma, her şeyin geçtiğine kendimi ikna edemiyordum.
Sonunda pes ettim. Ben pes edene kadar ailemdeki herkes çoktan anılarını sildirmişti. Durumumu gördükçe çok üzülüyor, her defasında karşılarına alıp beni ikna etmeye çalışıyorlardı. Kabul ettiğimde önce inanamadılar. Sonra apar topar -ben fikrimi değiştirmeden- şehirdeki Zihinsel Dönüşüm Proje Binası’na götürdüler.Akşam eve döndüğümüzde o korkunç anılar gitmişti. Yerine, yakın zamanda bir savaş olduğuna ve bunun geçmişte kaldığına ama babamın ölmüş olduğuna dair bir bilgi vardı. Biraz kafa karıştırıcı, biraz acı ama o sabah yaşadığım şiddette bir kırılmayı asla hissettirmeyecek kadar duygudan soyutlanmış bir bilgi.
İlk birkaç sene sorunsuz denebilecek şekilde geçti. Biz iyileşiyorduk, ülkemizin hem politik hem maddi gücü artıyordu. Her şey daha iyi gibiydi. Delirme haberleri ortaya çıkana kadar. Ülkenin her yerinde insanlar paranoyaklaşıyordu. Uzmanlar anıların arasındaki boşlukların insan zihnini dengesizleştirdiğini, beynin o boşlukları doldurmaya çalıştığını ama bunun hatırlanmayan anıların bilinçdışında bıraktığı olumsuz imgelerle birleşip paranoyaya dönüştüğünü anlatıyordu. Bunun kimde ne zaman ortaya çıkacağı belli değildi. Bilinçli olarak bilmediğimiz ama bilinçdışımızda önemli yer kaplayan -anılarla bağlantılı- bir nesne bu düşünceleri tetikleyebilirdi. Kısacası: Her an patlamaya hazır bombalardık artık.
Gelecek olan felaketi engellemek için hızla çalışmalara başlandı. Nasıl yapıldığı hiç anlatılmayan araştırmalar sonucu asıl sıkıntının hayal gücümüzde olduğu anlaşıldı. Hayal gücü, bir anda ülkenin kötü kişisi ilan edilmişti. Çünkü onu kontrol edemiyorduk. Kontrol edilmeyen hayaller silinen anılardan daha yoğun, daha uçuktu. Ama buna da bir çözüm vardı. Hayal gücünü yok etmek. Paranoya vakaları o kadar hızlı artıyordu ki bu yöntemin sonuçlarını tartışmak için vakit kalmamıştı. Hızla işlemler başladı. Bizimki gibi küçük bir köye bile ilk günlerden merkezler kurdular. İtiraz etme hakkınız yoktu. Şüpheye düştüğünüzü gören olursa sizin de paranoyanızın başladığı söyleniyor ve işleminiz öne alınıyordu.
Hayaller kaybolduktan hemen sonra rüyalarımız kayboldu. Başta bunu geçici bir durum sandık ancak öyle değildi. Bir süre sonra bir daha hiç rüya göremeyeceğimizi anladık. Önce anılarımızı sonra hayallerimizi sonra da rüyalarımızı kaybetmiştik. Hayat sadece mantıktan ve eylemden oluşur hale gelmişti. Ancak bu durum garip bir boşluk oluşturmuyor değildi. Hayal kurmanın da rüya görmenin de nasıl bir şey olduğunu biliyorduk çünkü. Sadece denesek de bunu yapamıyorduk. Hayaller olmadan yaşamaya hızla adapte olmuştuk aslında. Hayal kurmanın güzel olabileceğini düşünsek de bunu hayal etmiyorduk, edemiyorduk. Ama düşlersiz olmuyordu. Düşler olmadan gecelerin de bir tadı kalmamıştı hem uykuların dinlendiriciliği de kaybolmaya başlamıştı.
Birkaç ay sonra her yerde reklamlar görmeye başladık. Belediyelerde rüya satışları başlamıştı. Sizi mutlu edecek, heyecanlandıracak, motive edecek rüyalar diyordu haberde. Rüyaların içeriğine göre bir fiyatlandırma yapılacaktı. İnsanlar rüya görebilmek için sıraya giriyorlardı. Tüm bu olup bitenler çok hızlıydı. Herkes anlıyordu bunu. Ama hayallerimizle beraber kaygılarımız da kaybolmuştu sanki. Geride kalan birkaç istekten biriydi rüya görmek. Bize iyi gelecek şeyler görmek istiyorduk. Çünkü zihinlerimizin onları kendiliğinden oluşturma yetisi yok olmuştu.
İlk rüyam için ne isteyeceğimi biliyordum. Babamı görmek istiyordum. Önceden sık sık rüyama girerdi. Hatıralarımdan silinmeyen güzel anları görürdüm hep. Bazen sonu anlamlandıramadığım şekilde kötü biterdi, yataktan sıçrardım. Ölmüş olmasıyla bağlantılı olduğunu düşünüyordum bu sonların ama tam anlamlandıramıyordum. Hem o sonlara rağmen her zaman en çok istediğim şeylerden biriydi babamı rüyamda görmek. Bazı anlar, sonu kötü bitse de yaşanmalıydı. Rüya satışlarını duyduğum andan beri bunu düşünüyordum. Babamı görmek istiyordum.
Rüyaların ücretlerine dair çevremden bir şeyler duymuştum. Yüksek ücretlerdi ama babamı görmek için değerdi. Birikimlerimi yanıma alıp rüya merkezine gittim. Beni güler yüzlü, tatlı bir kadın karşıladı. Rüyamda ne görmek istediğimi sordu. Ona geçmişteki babamla ilgili rüyalarımı anlattım. Böyle bir rüya görmek istiyorum ama sonu kötü bitmesin, babamın bana söylediği güzel bir şey olsun, zihnimde ondan bir hatıra olarak bu kalsın dedim. Rüya uzmanı kadının gülümsemesi yüzünden silinmedi ama gözleri yaşarır gibi oldu. Rüyama fiyat biçmek için önündeki bilgisayardan bilgileri girdi. Birkaç dakika sonra fiyatı okudu. Ancak bir sıkıntı vardı. Anılarla bağlantılı rüyalar zihnin daha derinlerinde araştırma gerektirdiği için daha yüksek ücretliydi ve bunu karşılayacak gücüm yoktu. Konuştuğum uzman önce neden daha yüksek bir ücret gerekeceğini açıkladı sonra benim neden bunu karşılayamayacağımı dinledi. Ben tam ayağa kalkıp gidecekken “Dur” dedi, “bir yolu daha var.” Merakla geri oturdum. “Savaşta ben de babamı kaybettim, sana yardım etmeyi çok isterim ama söylediğin fiyata edemem” dedi. Benden pazarlık yapmamı bekler bir hali vardı. “Ama daha fazla para verme ihtimalim yok” dedim. Sözümü bitirince göz göze geldik. Gözlerinde muzip bir pırıltı görür gibi oldum. “Tabii… Para dışında bir şey kabul etme ihtimaliniz varsa o ayrı.” Onaylar gibi bir ifade yapıp “Ne teklif edebilirsiniz?” dedi. “Ne kabul edebilirsiniz?” diye karşılık verdim. “Bir duygunu”
“Bir duygumu mu?”
“Özlemini mesela”
“Ne yapacağım özlemimi. Size mi vereceğim?”
“Evet.”
“Ve bir daha kimseyi özlemeyecek miyim?”
“Evet.”
“Özlemimi alınca rüyayı ne kadara göreceğim?”
“Bedava. Tek sefer de değil, istediğin zaman.”
“Anlaştık.”
Hem babamı görebilecek hem de bir daha bu yakıcı özlemi hissetmeyecektim. Kulağa iyi bir anlaşma gbi geliyordu. Özlem duygum kaybolsa neler olabileceğini düşünmeye çalıştım ama hayal edemiyordum. “Kimseyi özlememiş olurum herhalde” diye düşündüm ancak.
O gün özlem duygumu aldılar. Sonra merkezin yatakhanesinde uyumamı bekleyip istediğim rüyayı gösterdiler. Uzun zamandır ilk defa babamı görüyordum. Küçükken hepimizi pikniğe götürdüğü zamanlardan biriydi. Kuzenimin büyüdüğü için süremediği bisikletini bana verdiği zamanı görüyordum. Babam bana bisiklet sürmeyi öğretiyordu. Güzel bir rüyaydı. Uyandığımda hiçbir şey hissetmiyordum.
Hâcer Uygur