Rüya Frekansı

İrem İlayda Karkı

Rüde her zamanki köşesinde oturmuş, insanlara en doğal hakları olan ama parayla almak zorunda oldukları rüyalarını satıyordu. Cebime baktım 60rp vardı. Bir şekilde Rüde’yi ikna etmem gerekiyordu. Kalan 15rpyi daha sonra vereceğimi söyleyebilirdim ama gıcık bir adamdı. Kabul etmeyebilirdi. Benim bugün mutlaka rüyama dönmem gerekiyordu. Kendime dönmek için.

Ne demişti profesör? Vereceğim formül sizi kurtaracak. Onun sayesinde her şeyden haberdârdım. Öğrendiklerimle kurduğum ekibim gerekenleri hazır etmişlerdi. Artık son aşamadaydık. Bu beladan yakında kurtulacak olmanın mutluluğu bir saattir bitmeyen sıranın verdiği sıkılmışlığı unutturmuştu bile. 15rpyi de. Sıra bana gelince elimdeki parayı uzattım. Büyük bir suç işlemişim gibi yüzüme baktı Rüde. Ben de ona anlamsız anlamsız baktım.

“15 rp daha lütfen.”

Babadan miras kalan pazarlığı konuşturma vaktiydi. Bu konudaki tüm bilgilerimi açığı çıkartmak için derin bir nefes aldım. Yok olmuyordu. Ne miras vardı ne de bilgi. Ben pazarlık nedir bilmeyen bir insandım. Hiç beş kuruş için açıklama yapmak zorunda kalmadım veya pazarlık. Pazara gitmeyen insan nereden bilsin pazarlığı. Yine de şansımı denemek istedim.

“Bak Rüde. Ben buraya yaklaşık bir senedir düzenli olarak geliyorum. Hiç eksik para vermedim değil mi?”

Kendinden emin bir şekilde bıyık altından güldü.

“Eksik para vermediğin için bir yıldır düzenli olarak gelebildin ya zaten.”

Haklıydı. Hiç acıması yoktu bu adamın. Bir keresinde bir kişi 5rp daha az vermek için inatlaşmıştı da yaka paça dışarıya atmışlardı. Bir daha da asla girememişti buraya. Titredim. Aynı olayın böyle kritik bir durumda başıma gelmesini istemezdim.

“Evet haklısın bundan sonra da öyle olacak. Sadece bu seferlik senden bana izin vermeni istiyorum. Gel el sıkışalım.”

Rüde’nin hafiften sinirlenmeye başladığını hissediyordum. Şansımı biraz daha zorlamak ama aynı zamanda da buradan atılmamak istiyordum.

“El sıkışmak istiyorsan bak şu ileride koyun pazarı var. Hadi bacım meşgul etme bizi.”

“Tamam tamam indirim istemiyorum. Daha sonra vereceğim. Bunu kabul et en azından.”

“Onun için de şu caddenin arkasında mafya var. Bu masada indirimi de pazarlığı da ancak rüyanda görürsün ahahahahah. Onun için de benim sana rüya satmam lazım. Bunun için de senin bana 75rp vermen lazım. Anlatabildim mi?”

“Anladım.”

Paramı elime uzattığında hâlâ bir ihtimal arıyordum. Bugün o rüyayı görmek zorundaydım. Bugün belki de bu sırada son bekleyişimdi. O kadar yol kat ettik. Şimdi 15rp için… Ağlamaklı oldum biraz. Bu gözyaşları 15rp eder miydi?

“Tamam gidiyorum. Nişanlım çalışmak için Wakanda’ya gitti. Tek isteğim yüzünü görmekti.”

Bu cümleyi kurduktan sonra hüngür hüngür ağlamaya başlamıştım. Meğer bende baba mirası oyunculukmuş. Ama duygusuz adam mimiği bile kıpırdamadı.

“Bak şu sokağın başında psikolog var. Git ona ağla.”

Sanırım vazgeçmeliydim. Ama profesör ile nasıl iletişim kuracaktım? Tam umutlarım tükenirken arkadan bir ses yeniden umudum oldu.

“Hanımefendinin parasını ben tamamlayacağım.”

Mutluluktan eteklerim zil çalıyordu. Ya da midem. Açlıktan. Neyse. Teşekkür etmek için dönmüştüm ki ne göreyim. Sürekli her yerde karşıma çıkan beyaz takım elbiseli adamdı bu. İlk zamanlar beyaz takım elbisesi yüzünden dikkatimi çekmişti ama sonra hoşlanmaya başladığımı fark etmiştim. Ya da aşk tesadüfleri sever efsanesine kapılıp çok sık karşılaştığımız için kendimi hoşlanmak zorunda hissetmiş de olabilirim. Ortama kattığı gizem de etkili olmuştu. Kapalı alanda bile taktığı o güneş gözlükleri yok mu, ahhh. Aman Allah’ım kapalı alanda güneş gözlüğü takan birini övüyorsam kesin aşık olmuştum. Ve ben onun yanında bağıra çağıra ağlayarak olmayan nişanlımdan bahsetmiştim. Aferin Esra, tam senlik hareket.

“Teşekkür ederim beyefendi. Ama bunu sadece borç olarak kabul edebilirim.”

Gururlu davranarak telefon numarasını almak mı? Esra, sen bu çakallıkları nereden öğrendin? Kıhkıhkıh.

“Gerek yok. Lütfen acele edin.”

Sert ve net. Bir miktar gururum kırılsa da nişanlı bir kadına hiçbir şekilde ümit vermemesi hoş bir davranıştı. Teşekkür ederim. Bu şimdilik yeterli.

Rüde’ye imalı ve agresif bir bakış atıp kabinime geçtim.

Görevli gelip rüya serumunu taktı ve gitti. Serumun bitmesi ve benim profesöre ulaşmam için tam bir saatim vardı. Doğru frekansı yakalamalıydım. Zihnimden anahtar kelimeleri tekrar ettim. Uçurum, yeraltı, kornişon. Uçurum, yeraltı, kornişon… Serum damarlarıma ulaşmış olmalıydı. Yavaş yavaş uykuya bıraktım kendimi.

İşte profesör karşımdaydı. Son aşamanın da sonuna gelmiştik.

“Merhaba Esra, hoş geldin.”

“Hoş buldum. Hadi hemen son formüle geçelim. Çok vaktim olmayabilir. Az kalsın gelemiyordum. Neyse. Evet profesör sizi dinliyorum.”

“Son aşama hem en kolayı hem de en zoru.Şöyle ki…”

Profesör bir anda yok olmuştu. Kendimi bambaşka bir mekanda buldum. Tam karşımda ak sakallı bir dede vardı. Bana gülümsedi.

“Rüyada beni görmek çok zordur kızım. Nasıl yaptın bilmiyorum ama istersen sana piyango numaralarını söyleyebilirim.”

O kadar acelem vardı ki bu teklifi geri çevirmek zorunda kaldım.

“Dedecim o şanslı ben değilim. Bana bir iyilik yapmak istiyorsan beni olmam gereken yere gönder. Lütfen.”

“Peki.” dedi ve parmağını şıklatmasıyla gizemli beyin kafasına düştüm. Neyseki hayattaydı. Dede napıyorsun sen? Suç bende. Olmam gereken yer dedim, açık adres vermedim ki! Dede de romantik çıktı. Acelem olmasa bu jesti hoşuma giderdi ama şu an hiç sırası değildi.

“Ne yapıyorsunuz hanımefendi? Kafamıza taşlar yağdı.”

Ayağa kalkmış kafasını ovuyordu. Utandım. Taş derken iltifat etmiş olmasını çok isterdim ama yüz ifadesi pek öyle durmuyordu. Biraz kendine gelince yüzüme tekrardan baktı.

“Senin şu an profesörle olman gerekmiyor muydu?”

“Se-se-sen nasıl?”

“Vakit yok Esra. Hemen dönmelisin. Kelimeleri tekrar et içinden. Yolu bulacaksın.”

Doğru ya kelimeler. Bunu nasıl unutmuştum? Uçurum, yeraltı, kornişon…

Yeniden profesörün karşısındaydım.

“Oh şükürler olsun. Lütfen artık şu formülü verin. Vaktimiz yok.”

“Esra artık konuşmamız güvenli değil. Al bu kağıdı ezberle. Sakın unutma. Uyanır uyanmaz kağıda yaz. Az önce seni bilerek gönderdiler. İfşa olduk. Frekansı bozuyorlar. Uyanınca hemen kaç. Esra ezberle…”

Yine ak sakallı dedenin yanındaydım. Kağıda baktım ezberledim. Sonra dedeye baktım.

“Dede gönder beni.”

Tamam işareti yaptı ve bu kez daha insani bir şekilde gizemli beyin yanına gönderdi.

“İfşa olduk kaçmalıyız.”

“Biliyorum. Kağıdı benim de ezberlememi istedi.”

Elindeki kağıdı gösterdi.

“Uyanınca arka sokakta buluşuyoruz. Laboratuvar ifşa olmadı. Oraya gitmemiz lazım. Formülü tamamlayıp bu işi bitiriyoruz. Tamam mı?”

Tamam anlamında başını salladı. Sürenin dolmasını beklemek daha güvenliydi ama o sırada bizi yakalama ihtimalleri aklıma güvensiz bir fikir getirdi. Odadaki pencereyi açtım. Yaklaşık onuncu katlardaydık.

“Hadi atlayalım.”

“Ne, delirdin mi?”

“Bekleyemeyiz. Rüyalarda atlarken hep uyanılır.”

“Ya uyanmazsak?”

“Risk almak zorundayız.”

İstemeye istemeye yanıma geldi.

“3-2-1”

Nefes nefese uyanmıştım. Serum henüz yarısındaydı. İyi ki atlamışız diye düşündüm. Koşa koşa arka sokağa geçtim. Orada bekliyordu. Bu kez beraber koşmaya başladık. Takip edilmediğimizden emin olunca normal hızda yürümeye başladık. Laboratuvar en kalabalık caddenin köşesindeydi. Bir senedir göz önündeydik ama asla dikkat çekmemiştik. Şimdi de koşarak dikkat çekmek istemiyordum.

“Adın ne?”

“Ramiz.”

“Laboratuvarı da biliyorsun değil mi? Nerede olduğunu hiç sormadın.”

“Biliyorum.”

“Bunca zaman neden beni takip ediyordun?”

“Profesör her ihtimale karşı korunman gerektiğini düşündü.”

Bu beni mutlu etti. Birileri tarafından düşünülmek alışık olduğum bir durum değildi. Laboratuvarın önüne gelmiştik. Giriş normal bir mağaza idi. Geçitten labaratuvara gidiliyordu. Kimsenin dikkatini çekmeden aşağıya inmeyi başarmıştık. Ezberi hatırlamakta sorun yaşamadık. Mühendis arkadaşlar hemen son formülü de ekleyip karışımı hazırladılar. Son görevimiz bu karışımı ülkenin dört bir tarafındaki içme sularına karıştırmaktı. Ramiz ile beraber çok kısa sürede bunu da halletmiştik. Bu karışım sayesinde insanlara rüyaları yeniden dönmüştü. Bu arada da Ramiz ile aramızdaki ilişki gelişmeye başlamıştı. En son Yozgat’taki görevimizi de tamamlamışken bana evlenme teklif etti. Dünyanın başkenti Yozgat’ta. Mutluluğum tarif edilemezdi. Parmağımdaki yüzüğe baktım. Kocaman bir beştaştı. Ama bizim bunu alabilecek kadar paramız yoktu. O an bazı anormallikleri fark etmeye başladım. Gezimizin çoğunu hatırlamıyordum mesela. Düşünmeye zorladım kendimi, yine de hatırlayamadım. Ayrıca yaşamımın hiçbir dönemi hayatım bu kadar yolunda gitmemişti. Rüya gibi… Ya da rüyanın tam olarak kendisi.

Vücudumda yoğun ağrılarla uyandım. Tıpkı yüksek bir yerden düşmüşüm gibi. Rüyada yüksek bir yerden atlamak iyi bir fikir değilmiş. Muhtemelen serumdan dolayı uyanmamıştım ama sistemin de kafası karışmış bizim uyandığımızı düşünmemize sebep olmuştu. Ramiz ne durumdaydı acaba. Seruma baktım, bitmişti. Gitmek için ayağa kalktım. Hemen Ramiz’i bulmam gerekiyordu. Kapıya çıktığımda Rüde ve yanında oldukça cüsseli bir adamın bana doğru geldiğini gördüm. Kaçmak için yeterli sürem vardı. Arka sokağa doğru koştum. Bir umut Ramiz’i orada bulmayı umuyordum. Ama yoktu. Atladıktan sonra gördüğüm rüyanın gidişâtına bakarsak bu rüyayı sadece ben görmüştüm. Utandım. Çok sürmedi. Koşarken utanmak zordu. Onun yerine izimi kaybettirip labaratuvara gitmeyi düşündüm. Bir hoşlanmadan çok daha önemli bir görevim vardı şu an. Koşarken ayağım taşa takıldı ve düştüm. Canımın acısı ile yeniden uyandım.

Gözlerimi açtığımda kabindeydim. Serum bitmişti. Kapıda Ramiz belirdi.

“Hadi Esra koşşş.”

Hemen harekete geçtim. Elimden tuttu koşmaya başladık. Parmağımdaki beştaşa takıldı bakışlarım. Olduğum yerde kalakaldım. Ramiz hadi dercesine yüzüme baktı. Gerçek değildi. Bu kez kalbimin acısıyla uyandım.

Gözlerimi açtığımda rüya kabininin içindeydim. Serum bitmişti. Rüde başucumda beni bekliyordu. Yanında cüsseli bir adam vardı. Cüsseli adam silahını çıkardı ve beni vurdu. Artık rüyada olduğumu biliyordum. Hiç acı hissetmedim.

Yeniden uyandığımda bu kez Ramiz karşıladı beni. Serum yine bitmişti. Bu kez hareket etmedim öylece tavana baktım.

“Esra hadi acele et.”

Dinlemeye hiç niyetim yoktu. Yüzüne bile bakmadım. Yanıma geldi beni sarstı.

“Hadi kendine gel.”

“Nasıl olsa rüyadayız. Boşversene.”

“Ne rüyası Esra. Koşmamız lazım.”

“Amannnn nasıl olsa vuracaklar bizi. Atlamak gerçekten çok kötü bir fikirmiş.”

Derin bir iç çektim. Ramiz’in beni bırakmaya niyeti yoktu. Kollarımı daha da sıktı, biraz canım acıdı. Yoksa…

“Bana tokat at ama sağlam at.”

“Olmaz ben kadınlara el kaldırmam.”

“Beni döv demiyorum. Uykuda olmadığıma ikna olmam lazım.”

Hayır anlamında başını salladı. Kendime güçlü bir çimdik attım.

“Ahhhhhhh. Canım çok acıdı.”

Gülerek beni izliyordu. İkimiz de kaçmamız gerektiğini bir anlığına unutmuştuk.

“Rüyada değiliz. Koş Ramiz koşşş.”

Birlikte koşmaya başladık. Köşeyi dönerken Rüde’yi gördüm. O bizi görmedi. Az kalsın yakalanacaktık. Ne olur ne olmaz diyerek koşmaya devam ettik.

“Esra sana bir şey söylemem lazım.”

“Nefesini idareli kullan. Sonra söyle.”

“Önemli.”

“Tamam söyle.”

“Şu işleri halledince Yozgat’a gidelim mi?”

İrem İlayda Karkı

Not: Rüde: Rüya denetçisi

Rp: Rüya parası