Mağaranın ilk kısmına sığındı. Esen rüzgarın uğultusu tüm mağarayı çınlatıyordu. Abasının içine iyice sokuldu. Sabrın süreklisi bir noktadan sonra donuklaştırmıştı. Katılaşmış ifadesi ile ne yapması gerektiğini düşündü. Bu geceyi burada geçirmek zorundaydı. Sabah otlatmak için çıkardığı sürüden bir koyun eksikti. O koyunu bulmak için tekrar döndü. Bulana kadar dönemezdi. Karanlık iyiden iyiye çöktüğünde bu mağaraya girmek zorunda kaldı. Korkusu olan birisi değildi fakat yinede bu mağara hakkında denilenler onu rahatsız ediyordu. İç içe olan yedi in olarak geçiyordu. Bu yedi inin her birinde cinlerin yaşadığı söylentilerinden dolayı yedi cin ini olarak bilinirdi. Ateş yakmaktan da bundan dolayı çekiniyordu. Üşümesi öyle bir raddeye geldi ki söylenti olduğuna kendini inandırarak ateşi yaktı.
İn ırmağa yakın sayılırdı. Irmaktan gelen sesleri aklı bir çok yere yoruyordu. Bu da gecenin sessizliğinde zihninin oyunlarını destekliyordu. Ateşin çıtırtısı, suya ve rüzgara eşlik ederken koyunu nasıl bulabileceğini düşündü. Tan vakti geçene kadar burada duracaktı. Sonrasında çıkıp koyunu aramaya devam edecekti. Koyunu bulmalıydı. Koyun elin değildi aslında. Kendi babasınındı. Babası çok zengindi. Köyün ağasıydı. Kibirli bir adam olduğundan ona da babadan çok ağaydı. Mal evlattan önemliydi. Yönetme hırsı geçmeyen bir adamın gölgesindeydi. Gözlerinde hafif bozukluk vardı. Lakap takmaya geldi mi köylüler acımasız olurlar. Kör lakabını taktılar. Kör dediler hor gördüler. Kör bu dedi okutmadı. Doktora götürmedi. Kimse kız vermez bu köre dedi ağası. Beğenmedi. O birini sevdi. Ağa ele kibrinden ödün vermediğinden düğün etti. Her seferinde sana kör diye kimse kız vermedi diye başına kakıç kaktı. Gözlerinde bozukluk olmasına rağmen zehir gibi bir kafası vardı. İleri görüşlü bir adamdı.
Ateş onu gevşetmeye başlamışken rüzgarın sesi de zihnini yavaşlatmıştı. Kendisini bu tatlı uykuya bırakırken aman koyunu da bulurum bulamazsam canı cehenneme diye düşündü. Gecenin ortalarına doğru ilerlerken kurbağaların gürültülü vıraklamalarına uyandı. Zihni ne yazık ki bedeninde daha fazla uyandı. Bedeninin uyuşukluğu geçenen kadar zihni konuşmaya başladı. Koyununa da sürüsüne de köyüne de… Ateş geçmek üzereydi geçmesin diye üç beş odun attı. Ateşe iyice yaklaşmış koynuna çektiği dizlerinin üzerine başını koydu. Ateşi izlemeye başladı. İnin duvarında gölgeler dans ederken gözleri tekrardan ağırlaştı.
İnin duvarlarındaki gölgeler dans etmekten yoruldular. Yavaş yavaş duvarlardan yere doğru süzüldüler. Onun gölgesinin ardında toplandılar. O iki alemin arasındayken gölgeler yerden yükseldiler. Ateşi ve onu çember içine alarak dönmeye başladılar. Gölgeler dönerken o da uyku felci oldu. İki alem arasında sıkıştı kaldı. Yedi inin içinden karabasan çıktı geldi. Şöyle bir omuzlarından Ya Hak diye bastı. Omuzlarından ezilirken ensesinden de bir tur tuttu. İki büklüm ezilirken bildiği duaları dili döndüğünce okumaya başladı. O sırada gölgeler kıkırdaşmaya başladırlar. İnleri Hihiihihihiihih sesleri yükselerek dolduruyordu. Sesler yükseldikçe karabasan daha da bir yükleniyordu. Mecali kalmadı. Basarsan bas lan dedi. Karabasan sinirlendi. Tam daha da basacakken bir kahkaha sesi geldi. Bu kahkahanın üzerine gölgeler kikirtilerini kestiler. Dönemeleri yavaşlamaya başladı. Karabasan hızla sırra kadem bastı. İki alem arasındaki sıkışıklığı azalırken hangi alemde olduğunu kestiremedi. Sonra karşısında canavar gördü. Korktu. Canavar sivri dişleri, keskin pençeleri ile onu yiyebilirdi. Onun aklını alan bir şey daha oldu. Canavar konuştu.
* Cesaretini sevdim evladım. Kabusların efendisine olan direnişin taktire şayan.
* Kabusların efendisi? Ağam mı?
* HAhahahah. Kendini bildin bileli iki alem arasında seni tutsak eden. Karabasan
* Uykuya ne zaman dalsam elbet gelir. Demek onun yüzünden rüyalar görmüyordum. İki alem arasına sıkışmak nasıl bir şey?
* Ne uykudasın ne uyanıksın. Ne bu alemdesin ne de diğer alemlerin diyarı rüyadasın.
* Diğer alemlerin diyarı nasıl oluyor?
* Rüya ile oluyor. Gerçeklik olarak tıkıldığın bu alemde tüm varlığın noksanlardan ibaret. Oysa rüyaya daldığında bu gerçekliğin noksanlığı seni takip edemiyor. Rüyaya daldığında sınırsız alemlere yolculuk yapabiliyorsun. Çeşit çeşit alemlerde gezinip yaşayabiliyorsun. Hatta bazıları oralarda yaşayabiliyor. İstedikleri hayatları istedikleri insanlarla yaşayabiliyorlar. Her istedikleri oluyor. Gerçeklik orada yok. Sorumluluklar orada yok. Kötülükler orada yok.
* Sen bu kadar şeyi nasıl biliyorsun?
* Hahaha ben rüyaların efendisiyim.
* Madem öylesin bana da rüya ver.
* Her rüyanın bir bedeli var.
* Benim ödeyebilecek bir şeyim yok. Ama bana rüyaları verirsen sana bir şekilde geri öderim. Veresiye rüya ver.
* HAHAHA rüyaların efendisine veresiye teklif hahaha
* Ben Kayseriliyim. Pazarlığı en iyi ben atarım. Ticarete de kafam basar. Okuma yazma bilmem. Fakat kafam zehir gibi esnaflığa çalışır.
* Hmm. Madem öyle sana bir şartım var. Seni rüya taciri yapacağım. Sana Alamet rüyalarını bahşedeceğim. Sen de bu rüyaları insanlara satacaksın. Rüyayı sattığın kişinin ruhunun bir kısmı o gerçekliğe hapsolacak. Rüyaların hizmetçileri olacaklar. Elbetteki bunu sen ve ben bileceğiz. Gerçeklikten, köyden ve ağandan kurturlabilirsin. Ne dersin kör?
* Ver elini yani pençeni sıkışalım.
Rüyaların efendisi ile pazarlığı bitince yedi inin üç cini belirdi. Rüyaların efendisi peşine taktı. Cinler ona alamet rüyalarını göklerden çalarak getirecekti. O da satacaktı. Cinleri sahiplendi. Tan vaktinde ateşin son ışıkları ile dansı bitmek üzere olan gölgeler sessizce çekilmeye hazırlanırken cinler adamın kulağın arkasına yerleştiler. Rüyaların efendisi ise yedi inin içinde kaybolurken arafattaki mağarada görüşeceğiz diyerek gitti. Anlamadı kör. Ateş söndü. Tan bitti. Güneş doğdu. Koyunu aramaya çıktı.