Hudut

İrem İlayda Karkı

Cesur bir insan olduğumu düşünürdüm. O soğuk odaya girdiğimde cesur olmadığımı gördüm. Bacaklarımdaki titremeyi soğuktan sanan görevli battaniye getirmişti. Ancak titremenin soğukla bir ilgisi yoktu. Yine de sarılmıştım battaniyeye. Sevdiğim bir insana sarılır gibi. Bu ana kadar gözümden bir damla yaş gelmemişti. Nöroloji doktorumun teşhis koyduğu, anneme gerçeği söylediğim, acilen ameliyata alınmam gerektiğini söyledikleri anda bile. İzlediğimiz dizilerin, filmlerin zihnimize işlediği bir şey olsa gerek. Başrol ölmez diyoruz. Ölürse dizinin son sahnesidir ve o dizi biter. Hayatlarımıza hiçbir sahneyi son sahne olarak yakıştırmıyoruz. Beyninde hayatını bitirecek bir sorun mu var? Hiç problem değil, ameliyatını olur kurtulursun. Çünkü başrol ölmez.

Ölmeyeceğime dair saçma, gerekçesiz, cahilce bir hissiyatla atlattım tüm bu süreci. Sonra ne mi oldu? İşte o battaniye sarıldığım ameliyat odasında buradan çıkamama ihtimalim olduğunu hatırladım. Ve hayatımı. Üzüldüğüm şeylerin ne kadar boş olduğunu, iş yerinde aksatmadığım sorumluluklarımı hayatıma nasıl uyarlayamadığımı.

Allah’ım lütfen canımı bağışla. Benim daha kılmadığım namazlarım var. Yeterince iyi bir insan olamadım. Helallik almadığım insanlar var. Allah’ım bir şans daha.

Ölürsem ne olacağını düşündüm. Sonsuzluğu. Sonsuzluk zihnimizde sonlu bir kavram. Kavrayamadığımız. Anlayabilseydik sonsuzluk bizi ürkütürdü. Ya da günahlarımız.

Allah’ım onca günahıma rağmen, yapmadığım ibadetlerime rağmen çok güzel bir hayat yaşadım. Teşekkür ederim. Şu ana kadar düşünmediğim bunca konuyu düşünmem için bir şans daha.

“Tamam.”

Ne? Nasıl? Gerçekten tamam mı?

Allah’ım teşekkür ederim.

Şapşalca gülümsememin ardından benim kendisine tepki vermediğimi fark eden asistan yeniden “Tamam. Ameliyat için hazırız. Gidelim.” dedi. Ne kadar aptaldım. Bir an için…

Allah’ım affet.

“Gidelim.”

Prosedür gereği beni ameliyat masasına kadar tekerlekli sandalye ile götürdüler. O kısacık mesafe kilometreler oldu. Masanın başında çokça asistan dört beş tane de uzman doktor vardı. Kendimi ortaokulda fen bilimleri öğretmenimizin sınıfa getirdiği maket gibi hissettim. Hepimiz başına toplanmış tek tek incelemiştik. Şimdi bana yaptıkları gibi. Doktorlar ameliyat için beni hazırlarken bir taraftan da rahatlatmaya çalışıyorlardı. Her şey hazır olup da anestezi verileceği esnada bir dakika istedim onlardan. Sessizlik içinde bir dakika.

Allah’ım bu belki de son bir dakikam. Bu dünyadaki elbette. Ben, çok üzgün olduğumu söylemek istiyorum. Ben söylemesem de sen kullarını en iyi tanıyansın. Bana şah damarımdan daha yakın olan. Allah’ım affet.

“Tamam. Hazırım.”

“Evet şimdi anestezi veriyoruz. Lütfen derin nefes alın. Ona kadar sayın.”

“Bir, iki, üç…”

Sayı saydığım esnada aklımda sonsuzluk vardı.

“Eren bey, duyuyor musunuz? Tamam kendine geliyor.”

“E-vet.”

Dudaklarım kuruluktan taş kesilmişti. Konuşurken oldukça zorlandım. Ağzımda tuhaf bir tat vardı. Uyanmıştım. Soğuk odada değildim artık. Bitmişti. Ohhh çok şükür.

“Ameliyatınızda ufak tefek aksaklıklar oldu ama başarılı geçti. Geçmiş olsun. Anestezinin etkisi geçmeye başladığında biraz ağrılarınız olacak. Size ağrı kesici yaptım. İstediğiniz bir şey var mı?”

“Ailem.”

Kelimeler hâlâ zorlukla çıkıyordu.

“Anneniz hastanede bekliyor. Şimdilik yoğun bakımda olduğunuz için sadece kısa süre görüşebileceksiniz. Ben buralarda olacağım. Bana bir şey söylemek isterseniz şu tuşa basmanız yeterli. Tekrardan geçmiş olsun.”

“Te-şek-kür.”

İşte buradaydım, kendimle baş başa. Hep böyle bir tatile çıkmak istemiştim. Böyle derken kendimle baş başa olmak anlamında. Bunun hastane olacağı aklıma gelmezdi tabi. Yaklaşık dört saat sonra kendimle olmak da sıkıcı bir hâl aldı. Biraz uyukluyordum, saatler geçmiş hissiyle uyanıp saate baktığımda sadece yarım saat geçtiğini görüyordum. İçimde yapmam gereken çok hesap vardı ama bir şekilde şu an kendimi buna hazır hissetmiyordum. Tüm düşünceleri erteledim. Sadece uyudum, uyandım tekrar uyudum. Zaman geçmiyordu. Hemşirenin bana yaklaştığını görünce dünyalar benim oldu.

“Nasılsınız?”

“Ağrılı. Sıkılmış. Ne zaman çıkacağım?”

Sorum karşısında gülümsedi.

“Muhtemelen en az üç gün kalırsınız burada. Sonra bir problem olmazsa sizi odaya alırız.”

“Umarım üç gün üç dakika gibi geçer.”

Bunu söylememle birlikte çocukken izledim bir dizideki zaman ileriye aksın sihri yapmışım gibi zaman hızla geçmeye başladı. Ben sabit duruyordum ama saat hızlı bir şekilde ileriye doğru akıyordu. Hemşire geliyor bir şeyler söylüyor ilaç yapıyor ve gidiyordu. Birkaç defa da annem geldi gitti. Yüzünü bile zor seçtim. Yaklaşık üç dakika sonra hız yerini olağan akışa bıraktı. Başka bir hemşire veya asistan doktor yanıma geldi.

“Gözünüz aydın. Değerleriniz çok güzel. Sizi artık odaya alabiliriz.”

Ne olduğuna aklım ermemişti ama çok mutluydum. Sonunda anneme ve kardeşime kavuşacaktım. Beni alıp bir odaya götürdüler. Annem orada bekliyordu. Beni görünce gözleri doldu. Yatağa yerleşmemde yardımcı oldu ve sıkıca sarıldı. Battaniyeden daha sıcaktı. İstemsiz bir şekilde ameliyathane aklıma geliyordu. Işık hızıyla uzaklaşıyordum o düşüncelerden. Geride kaldı. Artık bitti.

“İyi misin, ağrın sızın var mı?”

“Çok iyiyim annem. Merak etme. Gül nerede?”

“Bugün zorla okula gönderdim. Birazdan gelecek.”

Tam o esnada kardeşim koşarak bana doğru geliyordu.

“Abiiiiiiii.”

“Dur kız yavaş.”

İkazım kardeşimi durduramamış sarılması beynimde bir sızı bırakmıştı. Bu kısa hasret gidermeden sonra görüşmediğimiz süreçte neler yaptığını tek tek anlattı. Ve ekledi.

“Abi çok komik bir şey oldu hehehehe.”

“Noldu kız?”

“Şey Berk dedi ki abin ne ameliyatı oldu. Ben de beyin dedim. Neden dedi. Ondan hoşlanan kıza kaba davranmış o yüzden beyin nakli yaptılar dedim.”

Bunu söyledikten sonra ne tepki vereceğimi merak ederek bana bakmaya başladı. İlk başta tepkisiz kaldım ama sonra dayanamayıp güldüm.

“O ne dedi peki?”

“Bugün ne kadar güzel görünüyorsun dedi.”

“Aferin akıllı çocukmuş. Beyin nakline ihtiyacı yok.”

Hayat bir anda nasıl da normale dönmüştü. Gül’ün hayatında olan bitenle ilgili söyleyemediği şeyleri şakayla karışık anlatması, annemin bizi gülerek izlemesi ama arada boşluklara dalıp gitmesi, benim ameliyata girmeden önce düşündüğüm şeyleri unutmam. Bir şans daha demiştim. Şimdi bir şansım daha var. Tam dalmadan önce bir şey düşünüyordum, neydi? Beni içine alan bir kelime.

“Oğlum çok şükür. Her şey yoluna girdi. Sen ameliyattayken çok korktum. Özellikle de kalbin durduğunda…”

“Kalbim mi durdu?”

“Doktor söylemedi mi?”

“Birkaç ufak aksaklık oldu dediler. Aksaklık kalbimin durması mıydı?”

“Bir de beynin açıkken beyninin içine kaçan bir sinek.”

“Neeeeee!?”

Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Pardon beynine sinek kaçmışa da dönmüş olabilirim. Bir insanın beynine nasıl sinek kaçabilir? Olanlara anlam verememişken ameliyatımı yapan doktor muayene etmeye geldi.

“Nasılsınız Eren bey?”

“Ameliyatta kalbimin durduğunu öğrenene kadar çok iyiydim. Siz nasılsınız?”

“Şey evet. Ama riskli bir ameliyattı biliyorsunuz. Yalnızca 10 dk durdu hem. Abartmayın lütfen.”

“Peki beynime sinek kaçmasını nasıl açıklıyorsunuz?”

“Biz de anlamadık, giriverdi.”

“Ben orada can çekişirken çay mı içiyordunuz? Bu nasıl bir umursamazlık.”

“Yok olur mu öyle şey. Kahve içiyorduk. Malum uyanık kalmamız gerekiyor.”

Sinirlerim olabilecek en üst seviyedeydi. Doktor kahve içerken beynime sinek kaçıvermiş. Olabilir tabi gayet normal. Doktoruma göre.

“Ben hayatımda sizin gibi umursamaz bir doktor görmedim. Keşke beni biraz daha ciddiye alsanız.”

Bu cümleyi kurar kurmaz doktorun umursamaz yüz ifadesi değişti. Karşımda şimdi tam olarak beni ciddiye alan bir ifade vardı.

“Eren bey çok özür dileriz. Böyle bir hata affedilemez. Biz de şaşkınız.”

Sadece bu cümleler bile sakinleşmemi sağlamıştı. En azından artık karşımda sorumluluk alan birisi vardı. Ne cevap vereceğinden korkarak o soruyu sordum.

“Geri çıktı değil mi? Sinek.”

“Maalesef. Ona temas etme riskini alamazdık.”

“Beynimde tepinme riskini aldınız ama. Allah’ım lütfen zarar vermeden çıksın gitsin.”

Gözlerim ağlamaklı olmuştu. Dereyi geçmişim de bir kaşık suda boğulacakmışım gibi hissediyordum. Stresten kulağım çınlamaya başlamıştı. Çok geçmeden çınlama değil de bir vızzz sesi olduğunu fark ettim. Ve kulağımın içinden küçük bir sinek el sallayarak uçup gitti. El sallama kısmını uydurmuş olabilirim. Sineği benim dışımda kimse fark etmemişti. Bense onun beynimdeki sinek olduğundan emindim. Ve garip bazı şeylerin olduğundan da.

“Ameliyatımda başka ufak tefek aksaklıklar oldu mu?”

“Hayır ama sinekten sonra beyninizin mr görüntüsünde anlam veremediğimiz değişiklikler oldu.”

“Anladım.” dedim aslında hiçbir şey anlamadığım halde. Bu hikaye nereye doğru gidecekti?

“Anne Seda’nın haberi oldu mu ameliyattan?”

“Ben bir şey söylemedim oğlum. Zaten bir senedir görmedim onu. Yoksa siz barıştınız mı?”

Ufak bir deney yapmaya karar verdim.

“Hayır barışmadık. Seda beş dakika sonra buraya gelecek.”

Ve beklemeye başladım. Bu arada doktor rutin kontrolleri yapıp odadan ayrılmıştı. Annem ben ve kardeşim gergin bir şekilde kapıya bakıyorduk. Ya da sadece ben gergindim. Onlar meraklı. Tam beş dakika sonra Seda kapıdan içeriye girdi. İlk girdiğinde hipnotize bir şekilde boşluğa bakar gibiydi. Bizi fark edince gerçek bakışları ona döndü. Hem şaşkındı hem mutlu. Söyleyecek bir şey bulamıyor gibiydi.

“Hoş geldin Seda.”

“Eren ne oldu sana?”

İlk şoku atlatmış yanıma gelmişti. Sarılmak istedim. Özlemiştim. Neden bu ufak deneye onu kattığım apaçık ortadaydı. Ama gururlu bir insan olarak özledim diyemedim.

“Ufak bir ameliyat.”

“İyi misin şimdi?”

“İyiyim.”

“Ben neden buraya geldim bilmiyorum. Hatırlamıyorum.”

“Anlatacağım. Anne bize biraz müsade eder misiniz?”

Annem tamam anlamında başını salladı. Kız kardeşimi de alıp odadan çıktı. Seda hâlâ ayaktaydı. Oturması için yer gösterip olanları anlatmaya başladım. Bitirdiğimde herhangi bir şaşkınlık belirtisi göstermedi. Bunun yerine gülümsedi.

“Eren bu harika. Nasıl olduğunun bir önemi yok. Bunu iyi amaçlar için kullanabiliriz.”

“Nasıl yani?”

“Aç ana haberleri bir bak. Dünyada ne kadar kötülük var. Bunlara bir son verebiliriz.”

“Dünyadaki kötülüklerin haberlerle sınırlı olduğunu mu düşünüyorsun?”

“Bildiklerimizi azaltırız en azından. Hiçbir şey yapmamaktan daha iyi değil mi?”

Durdum ve düşündüm. Evet düşüncesi güzeldi. Ama doğru gelmeyen bir şeyler vardı. Ben kim oluyordum ki dünyadaki kötülüğü durdurabilecektim? İnsan olarak elimden geleni yaparım bunun için ama nereden geldiğini bile anlamadığım bir güçle? Hayır. Doğru olmayan bir şeyler var.

“Eren daha dün gündemde kaybolan bir çocuk vardı. Öldürülen başka bir çocuk. Onlar için savaşamaz mıyız? Eğer bu güç bende olsa katillerini öldürmekten bir adım geri durmazdım. O canavarlar yaşamayı hak etmiyorlar.”

“Buna biz mi karar vereceğiz? Neye göre? Medyaya ne kadar güvenebilirsin? Ya bize katil olarak sundukları gerçek katil olmazsa, ya başka oyunlar varsa işin içinde?

Seda susmuştu. Aklını karıştırmış olmalıydım. İstediği şeylerin doğru olmadığını o da biliyordu. Ama vazgeçmeye de niyeti yok gibiydi.

“Belki birkaç tane masum olacak ama o kadar. Azınlık. Çoğu suçlu, çoğu canavar.”

“Bir masum bile varsa içlerinde, o masumun ahı bizim peşimizi bırakmaz.”

Seda çok tehlikeli düşünceler içerisindeydi. Merhametli biriydi ama aynı zamanda inançsız. İnançsızlığı merhametine gölge düşürürdü bazen. Şimdi karşıma geçmiş matematiksel bir hesap yapar gibi canların hesabını yapıyordu.

“Bir düşünsene Eren. Katiller, canavarlar tek tek ölüyor. İnsanlar kendine çeki düzen vermez miydi? Suç oranları azalmaz mıydı?”

“Seninle beraber izlediğimiz bir anime vardı. Tam olarak bu konuyu işleyen, hatırladın mı?”

“Evet”

Seda gülümsedi. O zaman da animede suçluları öldüren kişiyi sonuna kadar haklı bulmuş, hep onun tarafında olmuştu.

“Orada da işler pek iyi gitmemişti. Biz sadece insanız, hatalarımız var, sevaplarımız olduğu kadar günahlarımız da var. Karşımızdaki insanları duygularımıza göre de yargılarız. Objektif değiliz. Kimin iyi kimin kötü olduğuna karar verecek olan bizler değiliz. Ayrıca Allah muhafaza kibir denen bir duygu da var. Gücün ve kibrin mahvettiği çok insan gördüm.”

“Sen hâlâ inanıyorsun değil mi? Allah’a, ahirete, iyiye, kötüye.”

“Elhamdülillah.”

Seda bana küçümsercesine baktı. Karanlık tarafta olan benmişim gibi. İyileştirilmesi gereken bir hastaymışım gibi. Üzüldüm.

“Peki Eren. Ne diyeyim? Dünya bu hâliyle devam etsin. Biz de değiştirebileceğimiz şeyler varken sadece susalım ve oturalım. İzleyelim.”

“Mesela ben şimdi Seda inançlı ve ibadetlerini aksatmayan bir insan olsun desem, sen de böyle bir insana dönüşsen, bu doğru mu?”

Seda’nın gözleri bir anda kocaman oldu. Fikri bile onu tedirgin etmeye yetmişti.

“Sakın, sakın böyle bir şey yapma. Ben hâlimden memnunum. Öyle bir niyetin varsa hemen gideceğim.”

“Bak gördün mü? Senin iradene bir başkasının müdahale etmesi sana doğru gelmiyor. Neden bizim başkaları üzerinde böyle bir hakkımız olduğunu düşünüyorsun?”

Seda söylemek istediklerimi şimdi daha iyi anlamaya başlamıştı. En sonunda pes etti.

“Tamam. Dediğin gibi olsun. Ben gidiyorum Eren. Tekrar gördüm ki biz iki zıt kutubuz. Ne sen beni değiştirebilirsin, ne de ben seni. Hoşçakal.”

Hiçbir şey söyleyemedim sadece el sallamakla yetindim. Bu konuda haklıydı. Birbirimizi çok sevdiğimiz hâlde bir arada olamamamızın da açıklaması buydu. Hoşçakal sevgilim.

Seda gittikten sonra konuştuklarımızı tekrar düşündüm. Kimsenin hayatına müdahale etmemeliydim. Doğru değildi. Eğer bizler zamanı geldiğinde amellerimize ve niyetlerimize göre yargılanacaksak bu tamamen kişiye ait olmalıydı. Ağzımdan çıkan her söze dikkat etmek zorundaydım. Bu gücü kendim için de kullanamazdım. Bu da akışa müdahale olurdu. Ama ne yapacaktım?

“Allah’ım doğru yolu göster. Sen her şeyin en iyisini, en hayırlısını bilirsin.”

Bir sınıftaydım. Sırada otururken ellerime bir demet çiçek verildi. Kimse konuşmamıştı ama ne yapmam gerektiğini biliyordum. Çiçekleri sadece tutmalıydım, bir zarar gelmemeliydi. Bu benim o sınıftaki sınavımdı. Sınıftan çıkmadım, çiçekleri bırakmadım. Sonra çiçekler alındı benden. Sınavı geçmiştim.

Uyandığımda annem baş ucumdaydı.

“Oh şükür. Ateşin düşmüş.”

Gülümsedim. Bana imtihan olarak verilen o gücün artık bende olmadığını hissediyordum. Kendimi rahatlamış hissettim. Eğer biraz daha devam etseydi, nasıl bir hayat yaşamam gerektiği düşüncesi beni çıldırtacaktı. İnsanın ağzından çıkan her cümleye dikkat etmek zorunda olmaması da nimetmiş. Anneme döndüm. Gözleri dolu doluydu. Onu da çok yormuştu hastane süreci. Ellerinden tuttum.

Allah’ım bu şansı iyi değerlendirmeyi nasip et. Daima senin yolunda olmayı. Affet.