Güneş pasparlak yayılırken göğe acı bir sıcakla yakıyor değdiği yeri. Göz kapaklarını açmamakta ısrarcıydı. Cildini yalayıp geçen rüzgâr hafiften serinletiyor gibi hissetse de sırtından inen ter oldukça rahatsız ediyordu onu. Dııt. Ben ilçede ineceğim. Tamam. Dıııt. Uykusuzluğun verdiği yanma hissini midesinde hissetti. Yüzü buruştu. Hangi acı daha fazlaydı, mideninki mi güneşinki mi? İkisi de değil.
Yanına oturan kadın onu şöyle bir süzdü. Kimin kızısın? Şunun kızıyım. Nereye gidiyorsun. Şuraya. Ne işin var? Şu işim var. Hıı. Bir kez daha süzdü. İyi iyi, Allah işini rast getirsin. Amin, sizin de.
Kadının işi o gün rast gidecekti.
Salak dedi kendine. Gülen yüzünü görüyormuş gibi buruşturdu yüzünü. Her sorulan soruya ne diye cevap veriyorsun, meraklı insanların ağzının payını vermek lâzım. Ama öyle de olmuyor işte. Yine de deme böyle. Allah bizi iyilerden yapsın. Bunları söyleteni de bizden beri kılsın. Amin dedi söylediklerine.
Otobüsten indi. Gideceği yer on dakikalık mesafedeydi. Nüfus müdürlüğü. Yeni kimlik kartını almak için sıraya girdi. Üçüncü sıradaydı. Sabah sabah ne sırasıydı bu? Pardon, geçebilir miyim? Tabii, nereye? Sıra bekliyoruz şurada di mi. Ama benim sıraağm???????
Bazenleri insanın suratının ortasına şak diye geçiresi geliyor insanın. Ama şuna ALlah zaten böyle bir beyin vererek onu cezalandırıyor. Kuş beyinli.
Son söylediğini sesli söylemişti. Görevli memur yankılanan sesin sahibine baktı. Şöyle bir gözlerini açtı. Sesi yüksek çıkan kadın yeniden çemkirmek için dudaklarını araladı fakat duyulan cik cik’ten başka bir şey değildi. Memur bu kez kuş sesli kadına belertti gözlerini. Bizimki apar topar orayı terk etti.
Hay Allah! Her defasında unutuyordu. Bu nasıl unutulur ki diye de kızıyor kendine her seferinde. Biraz daha dikkat et diye uyarıyor kendini. Pisi pisi görüyor kendini uyarırken. Anam, diyor, ne tatlı kedisin sen. Kedi güzelleşiyor da güzelleşiyor. Nur cemali etrafındakileri şaşırtıyor. Bizimki dudağını ısırıyor. Adımları yavaşlıyor. Arada bir ardına dönüp kediye bakıyor. Civardaki insanların kedinin etrafına doluşunu izliyor.
İşini de halledemişti. Boşuna gelmişti buraya. Öğleden sonra da uğrayamazdı, rezil olmuştu oradaki adama. Nereden bilecekti ki bizimkinin buna sebep olduğunu? Evet evet, bilemezdi. Ama bizimki biliyordu. O yüzden evin yolunu tuttu. Çok geçmeden bir otobüs geldi. Ona bindi ve eve gitti. Akşama kuru fasulye pilav olsa dedi istemsizce. Daha kahvaltı bile yapmamıştı. Kaşları kalktı, dudaklarını ısırdı. Evde kuru fasulye ve pilav hazırdı kesin. Bundan hoşlanmıyordu. Yol boyu gözünün önündeki yemeğin görüntüsünü silemedi gözünden. Üç hafta olmuştu. Ağzından çıkanın nelere sebep olacağını çoktandır anlaması gerekiyordu. Ama bu ihmalkârlık mı dersin yoksa vurdumduymazlık mı, canını hayli sıkıyordu. Olan şey belli, olacak olan da, e neden dikkat etmez ki insan? Bu soru kimleri uyutuyor ki bizimkini uyutsun? Bir güvencesi varsa o da daha az konuşuyor oluşuydu. En azından bir yerden kazandım, diye seviniyordu ara ara. Olabilmesi yüksek şeyleri değil de olmuş şeyleri söylemeye çalışıyordu. Ona bir soru sorulduğunda tabii. Değilse dudakları kıpırdamıyordu. Kırışıksız dudaklarla bitirdi yolu. Evine vardı. Vardığında dizleri çatırdayan bir teyze olarak indi otobüsten. Bu düşündüklerini düşünürken dilinden ne dökülmüştü dışarı, hiç farkında değildi. Bir yazgı böyle geldi geçti. O güne dönmeyi istiyordu hep ama bir taraftan da utanarak bunu istiyordu. Yeniden doğduğu o güne. Her şeyin altüst olduğu, her şeye yeniden başlayabileceği ve berrak bir sayfaymışçasına hayata tutunacağın sandığı o güne. Sabah olsa ve derinden bir iç çekse oksijeni en derinlerinde hissetse, rakımı yüksek bir yerdeymiş gibi.Bunların tümünü düşünürken utanç duyuyor çünkü biliyor ki isterse sıfırdan başlayabilir bunun için bir engel yok samimiyetten başka. Biliyor ve iniyor otobüsten eve giderken her şey normalmiş gibi davranmaktan kendini alıkoyamıyor. Ama bunun bir yanılgı olduğundan en çok o haberdar. Annesinin babasının kardeşlerinin komşularının ve başka başka kimselerin onun nasıl bir durumda olduğundan haberleri yok. Niye olacakmış hem? Dizlerinin ağrısıyle yürüyor eve, anahtarını çıkarıp kapıyı açmaya çalışıyor. Zor buluyor anahtarı çantada ve kapının deliğini de. İçeriden kuru fasulye kokusu geliyor. Hızlanmak istiyor ama olmuyor. Dizleri izin vermiyor. Bir ağlamak tutuyor onu kalan ömrünce sürüyor. Daha konuşacak bir kelimesinin olmadığını düşünerek abdestini alıyor. Bir ağlamak tutuyor onu abdesti bitirince bitiyor. Ömrünce sürecek sandığı ağlamaları onu yıldırmıyor çünkü artık ne söylemesi gerektiğini biliyor.