Fecrin Beyaz İpliği Siyah İplikten Seçildiğinde

Yasemin Çakır

Çok eski zamanlarda, Tanrılar ve insanlar arasında ince bir perdenin olduğu bir çağda, Kastra topraklarında Osilyon adında genç bir çiftçi yaşarmış. Osilyon, yıllar önce Büyük Savaş’tan kaçıp Kastra’ya sığındığından beri tek kelime etmediğinden herkes onu calay sanırmış. Bundan sebeptir ki köyün bazı yaramaz çocukları ona Calayson adını takmış. Osilyon’un savaşta neler yaşadığını kimse bilmezmiş; yalnız köyün bilge şifacısı Dunha’nın bir şeyler bildiğinden şüphelenilirmiş. Osilyon haftada birkaç kere Dunha’yı ziyarete gelir, saatlerce onun otağından çıkmazmış. Onları görüp bilenlerse konuşmadan saatleri nasıl geçirdiklerini merak eder dururlarmış. Beşer o zaman da kafasındaki boşlukları doldurmayı severmiş. Gün geçtikçe her kafadan çıkan ses bir ağız birliğine dönüşmüş.

Kastra’da nesiller boyu aktarılan bir kehanet varmış: "Bir gün bir insan, tanrıların sözcüsü olacak ve ağzından çıkan her söz gerçek olacak." Bu kehanet, Kastra’daki tanrıları delicesine korkuturmuş. Perdenin ince olduğu zamanlarda Tanrılar insanlar arasında dolaşır, onların kaderlerine dokunur ve dünyaya diledikleri gibi şekil verirlermiş. Hatta bazı zamanlar gözlerine kestirdikleri kimselere özel yetenekler bahşederlermiş. Dunha’nın da bu özel kişilerden olduğu bilinirmiş. Ancak hiçbir hediye bedelsiz değilmiş. Yetenek bahşedilen her kimse son nefesine kadar Tanrıların sözünden çıkmayacağına ant içermiş. Tanrılar bunu çoğu zaman bilgi toplamak için kullanırlarmış. Bunca yıldır topladıkları bilgilere rağmen Tanrılar bu kişinin kim olacağına dair hiçbir şey elde edememiş.

Dunha’nın Kastralılara kolay kolay bir şey anlattığı görülmezmiş. Ancak Osilyon’un köye sığındığı gün kimse nasıl anlaştıklarını anlamasa da ortaya çıkan tüm soruları yanıtlayan o olmuş. ‘‘Kimin nesi?’’ diyenlere ‘‘Bizim gibi, o da Büyük Savaş’ın mağduru.’’ demiş. ‘‘Kimi kimsesi yokmuymuş da bize sığınmış?’’ diyenlere ‘‘Küçük yaşta bir felakete şahit olmuş, kasabasını vuran fırtına tüm ailesini ve dostlarını yok etmiş’’ demiş. Fırtınanın Tanrılardan birinin gazabı olduğunu ve Osilyon’un öfkeden kararan gözleriyle Tanrılara isyan etmeye yemin ettiğini söylememiş. Zaten öyle her şey de söylenmezmiş. Osilyon’u tedavi edenin kendisi olduğunu söyleyecek hâli yokmuş ya. Osilyon, yok olmak üzere olduğu o fırtınada, bir Tanrının yaptığını örtbas etmek isteyen diğer Tanrılar, köye Dunha’nın da dahil olduğu bir grup şifacı göndermişler. Şifacılar buradan kimsenin sağ çıkamayacağını düşünmüşler. Dunha o gün derinlerinde bir çekim hissetmiş. Sanki ayakları ondan bağımsız hareket ediyormuş. İşte o an ikilinin kaderleri görünmez bir iple birbirine bağlanmış. Dunha bu çocuğun önemli olduğunu tüm hücreleriyle hissediyormuş. Gün batarken dönüş vakti geldiğinde çeşitli bahanelerle orada kalmış. Bu çocuğu kurtarması gerektiğini biliyormuş. Dunha’nın yetenekleri akıl ermeyecek kadar ileriymiş. Osilyon’u kurtarmak için sıra dışı bir tedaviye başvurmuş. Osilyon’un beynini açıp yeniden hareket etmesi için motor bölgesine yüksek bir basınç uygulamış. Bununla da kalmamış aynı uygulamayı tüm üst düzey işlemlerin merkezi olan ön beyne de uygulamış. Böylece çocuğun sınırlarını genişletebileceğini düşünmüş. Hiç kimsenin sağ çıkamayacağı bu işlemin Osilyon’da bir şekilde işe yarayacağını biliyormuş. Ertesi gün Dunha, Osilyon’un parmaklarında kasılmaların başladığını fark etmiş. İlk işlemi meyvesini veriyormuş. Birkaç haftanın ardından Osilyon uyanmış. Ağzından dökülen sözlerse Dunha’yı hayrete düşürmüş: ‘‘Fecrin beyaz ipliği siyah iplikten seçilinceye kadar… Dudaklar kilitli son bulacak yaşamlar. İplikler geçtiğinde iç içe, ortaya çıkacak yeni bir silsile. O vakit silinecek yalancı Tanrılar, kaybolacak tüm anılar. Yeniden doğacak insan, yok olan yalnız yaşam.’’.

Dunha, Osilyon’u hayata döndürmeyi başarmış. Ancak her ikisi de bunun bedelini henüz bilmiyormuş. Dunha’nın düşünceleri meraklı Kastralılar tarafından bölünmüş. ‘‘Ne yapacağız biz bununla, ne işe yarar?’’ diye sormuşlar. ‘‘Eline bir orak, bir kürek, az da tohum verin çiftçiliğin üstesinden gelir’’ demiş bilge şifacı. Böylece köylü el açmış Osilyon’a. Ancak o zamanlar Dunha’nın bile bilmediği bir şey varmış. Osilyon ailesini kaybettiği o gün bir yemin daha etmiş. "Eğer tanrılar insanları böyle kolayca yok ediyorsa, o zaman onların yerini ben alırım!" demiş. Fakat dile getirdiği şeyin sonuçlarını tahmin edememiş. Söylediği her kelime o an kaderin dokusuna işlenmiş. Artık ağzından çıkan her cümle, evrenin gerçekliğine dönüşür olmuş. Böylelikle vermiş son nefesini ve böylelikle açmış yeniden gözlerini.

Osilyon’un uyanmasının ardından çok geçmeden Tanrılar Dunha’ya bir ulak yollamışlar. Osilyon’u bir başına bırakan Dunha, deneyinin sonuçlarını görmek istese de Tanrılara verdiği sözden çıkamayacağını bilirmiş. Osilyon yalnız kaldığı günlerden birinde cildini kavuran kuru sıcaktan bunalıp ‘‘Keşke yağmur yağsa da ferahlasam’’ demiş. Birkaç saat sonra gök gürlemeye, yağmur toprağı ıslatmaya başlamış. Osilyon hayretler içinde kalsa da bunun bir tesadüf olduğunu düşünmüş. Ancak bu fikri çok geçmeden değişmek zorunda kalmış. Her gün dile getirdiği küçük şeylerin nasıl hayat bulduğuna şahit oldukça dehşete düşmüş. Dunha’nın gelmesine yakın, şansını yeniden denemeye karar vermiş ‘‘Yeniden ayağa kalkabilsem’’ diye mırıldanmış. İşte o vakit ayaklanmış, artık gücünden eminmiş. Ancak gücün büyüklüğü kadar ardındaki tehlikeyi de hissetmiş. Tanrılara karşı gelmek için dilediği bu güç, kendi kontrolü dışına çıkarsa, dünyayı bir kaosa sürükleyebilirmiş.

Gücü bir kere tadan o kontrol duygusunu bırakmak istemezmiş. Osilyon’da bırakamamış, köy köy dolaşıp Dunha’ya izini kaybettirmiş. Gücünü geliştirdikçe kendini bir kurtarıcı olarak görmeye başlamış. Kibirle dolup taşmış. Çünkü böyleymiş beşer, güç kazandıkça kendini asıl Tanrısına denk görme gafletine kapılırmış. Söylediği her cümleyle dünyayı daha iyi bir yer haline getirdiğini sanmış. Sanmış sanmasına ama yaptığı tek şey olmayacak sonları kendi sözleriyle inşa etmek olmuş. Bir gün, yeni yerleşkesindeki tüm hastaları iyileştirmiş. "Tüm insanlar sağlıkla dolsun," dediğinde civardaki herkesin yaraları ve hastalıkları şifa bulmuş. Bir başka gün, "Bu topraklar bollukla dolsun" demiş. O vakit kuraklık sona ermiş, tarlalar bereketle dolup taşmış. Ancak bunlar artık Osilyon’a yeterli gelmemeye başlamış. Gücüyle daha büyük değişiklikler yapmaya karar vermiş. Bu kararı, henüz bilinmeyen tehlikeleri de beraberinde getirmiş. Dünyada denge bozulmaya başlamış. İnsanlar ondan ölümsüzlük talep edip büyük güçler diler olmuşlar. Bir gece köyün birinde dolaşırken, genç bir çocuk yanına gelip ona, "Beni büyük bir kahraman yap" demiş. Osilyon, düşünmeden, "Sen de bir kahraman olacaksın" demiş. Birkaç gün sonra çocuk, köyü bir saldırıdan korurken hayatını kaybetmiş. Gerçekleşen kehanet, çocuğu kahraman yapsa da bedeli hayatı olmuş. Bu dileği Osilyon’u çok etkilemiş. Osilyon’un ağzından çıkan her söz, yeni bir karmaşa yaratmış, gücü kontrolden çıkmaya başlamış. Çok geçmeden Osilyon’un bu yeteneği Tanrılar katında yankı bulmuş. Kendileri için endişelenen Tanrılar Osilyon’un gücünün sınırlarını sorgulamaya başlamışlar.

O malum gün geldiğinde, Büyük Savaş tüm krallıkların kapısını çaldığında, Osilyon savaş meydanına gidip "Artık savaşlar olmasın" demiş. Savaşın son bulmasının tüm sorunları ortadan kaldıracağına inanmış. Ancak onun bu dileği, insanların özgür iradesini kırıp yok etmiş. Herkes, duygusuz ve itaatkâr hale gelmiş. Savaş olmuyormuş ama dünya artık ruhsuz bir yermiş. İnsanlar tutkularını kaybetmiş halde, birer kukla gibi yaşamaya başlamışlar. Öyle ki kimse isyan dahi etmez olmuş. Osilyon o zaman anlamış kendini Tanrı yerine koymanın sonuçlarını. Gittiği her yerde insanlar ondan uzaklaşmaya, korkmaya başlamış. Zamanla yanında kimsesi kalmamış. Osilyon’un içinde yalnızlık ve korku ona ıstırap vermeye başlamış. O vakit anlamış adının tarihe bir kahraman olarak değil, gücün bedelini ödeyen bir insan olarak geçeceğini. Ağzından dökülen her kelimenin yarattığı kadar yıktığını, bir bedeli olduğunu görmüş. Son yeminini o zaman etmiş Osilyon, son sözlerini o zaman söylemiş. ‘‘Fecrin beyaz ipliği siyah iplikten seçildi. Dudaklarım kilitli gücüm gitti. İplikler geçti iç içe ortaya çıktı yeni silsile. Silindi yalancı Tanrılar, kayboldu benimle ilgili tüm anılar. Yeniden doğdu insan ve yeniden başladı Osilyon. Dunha sundu tekrar nefesini, toprakla verdi hediyesini.’’