“Seviyorum, o kadar çok seviyorum ki sen bana bir gün günaydın demezsen günüm aymıyor.”
Mert’in Caner’e söylediği bu sözleri dışardan biri duysa aralarındaki ilişkiyi muhtemelen yanlış anlardı. Caner kahkaha atmamak için kendini zor tutuyordu. Olayın komik olduğunu düşünse de arkadaşı için ciddiyetini bozmamaya çalıştı.
“Mesela sen nasılsın dediğin anda kötü deme ihtimalim olmuyor. Senin sesin dünyanın en güzel melodisi.”
Bu noktada Caner kendini daha fazla tutamamış gülmeye başlamıştı. Mert’in yüzü asılınca hızlıca toparlandı.
“Kardeşim, senin gerçek dostunsam sana dürüst olmam gerekiyor değil mi?”
Mert istemeye istemeye başıyla onayladı.
“Sen şimdi bu cümleleri Sema’ya kurarsan koşar adım senden uzaklaşır. Sadece Sema değil çoğu kız uzaklaşır. Bu cümleler klişe oldu artık kimse etkilenmiyor.”
“Ben sevgimi nasıl ifade edeceğim o zaman?”
“Kendi cümlelerinle, duygunu olduğu gibi ifade et. En basit haliyle. Karmaşık daha güzeldir diye bir şey yok, güven bana.”
“Ben cümle kuramam. Yani öyle cümleler kuramam.”
“Sen bilirsin. Az önce kurduğun cümleleri hiç kurma derim ben.”
“Sen bana yardım etsen cümle konusunda. Güzel cümlelerin vardır senin.”
“Sen zahmet etme kardeşim. Sema ile de ben konuşayım istersen, ne dersin?”
Caner için bu bir soru cümlesi değildi. Olmaz demenin bir başka hâli.
“Tamam kızma. Aşkımdan cümle kuramıyorum desem kurtarmaz mı?”
Caner artık bu muhabbetten sıkılmıştı. Zaten iki kişinin ilişkisinden üçüncü kişi olarak haberdar olmayı çok doğru bulmuyordu.
“Mert son kez sana şunu söylemek istiyorum. Sevgi güzel ama özel, karmaşık görünen ama basit, bazen düşüncenin ama çoğunlukla hislerin baskın olduğu bir şeydir. Bu kadar düşünme. Ne hissediyorsan akıp gitmesine muhatabına ulaşmasına izin ver. Hadi bana müsaade.”
“Tamam deneyeceğim. Sen nereye?”
“Acile inmem lazım. Suat hoca çağırmıştı.”
“Tamam ben de şu dosyaları bitireyim. Görüşürüz. Sağol.”
Caner acile gittiğinde Suat hocayı bulamadı. O sırada Sema hemşire bir hastanın pansumanını yapmış yorgun bir yüzle kendisine doğru geliyordu. Az önceki konuşmaları unutmaya çalışıp gülümsedi.
“Kolay gelsin yorgun görünüyorsun.”
Sema da zoraki bir gülümseme ile karşılık verdi.
“Yardım etmek istersen bekleriz.”
“Suat hocaya bakmıştım aslında. Beni buraya çağırdı.”
Sema birden canlandı. Etrafa hızlıca göz gezdirip kısık sesle konuşmaya başladı.
“Tuhaf şeyler oluyor Caner hocam. Suat hocayı başhekim çağırdı. Yakın zamanda çok fazla ameliyat olabilirmiş, tarih planlaması yapılmalı gibi bir şeyler söyledi.”
“Ne ameliyatı?”
“Bana söylemediler ama organ nakli diye tahmin ediyorum. Başhekimin yanına çağırdığı doktorların branşlarına göre bu tahmini yaptım.”
Hastanede organ nakli ameliyatı olurdu tabi ama program ayarlanmasını gerektirecek kadar çok olmazdı. Bu konu Caner’in ilgisini çekmişti. Sema’ya teşekkür edip oradan ayrıldı. Suat hocayı aradı ancak açmadı. Görünce döneceğini düşünerek kahve almaya gitti. Aradan on dakika geçmemişti Suat hoca aradı. Acilen Caner’i odasına çağırıyordu. Caner kahveyi hızlı yudumlarla içerek üst kata çıktı. Suat hocanın kapısının önüne geldiğinde kahveden son yudumu alıp bardağı çöpe atmıştı. Kapıyı çalıp içeri girdiğinde Suat hocanın telaşlı yüz ifadesi ile karşılaştı.
“Caner lafı uzatmayacağım. Bana çok soru sorma. Bizim iki hafta sonrasına karaciğer nakli için en az 30 ameliyat planlamamız gerekiyor. Sonraki haftalarda bu sayı artacak gibi.”
“Hocam affedin ama bu sayı birden bire nasıl bu kadar arttı?”
Suat hoca soru sormayacaktın dercesine Caner’in yüzüne baktı. Caner cevap bulamayacağını anladı ve tamam anlamında başını salladı. Birlikte birkaç saat isim ve zaman planlaması yaptılar. Caner 30 hastanın iyileşme ihtimaline oldukça sevinmişti ama bu olayın perde arkasını merak ediyordu. Hastalarla ameliyat sürecinde iletişim kuracak kişi kendisiydi. Onlardan bu konu hakkında bir şey öğrenebilmeyi umut ediyordu. Suat hoca konuşma arasında ağzından “bu insanların aslında sadece karaciğerlerini bağışlamadıklarını, aslında tüm organlarını bağışladıklarını ama hayattayken yapılacak organ nakilleri sınırlı olduğu için karaciğer naklini öncelikle olacaklarını” bilgisini kaçırdı. İşler şimdi daha da ilginçleşmişti. Suat hoca Caner’den donörleri arayarak sonraki adımlarda ne yapacakları konusunda onlarla iletişime geçmesini istedi. Caner donörleri aradı ve onları ameliyattan önce yapılacak testler ve hazırlıklar için hastaneye davet etti. Hastaneye geldiklerinde daha iyi bilgi alabileceğini düşündüğü için telefonda hiçbir şey sormadı.
Ertesi gün donörlerden biri olan Ahmet bey hastaneye geldi. Caner ona testler konusunda yardımcı oldu. Ahmet beyin aklına takılan soruları cevaplandırdı. Tüm bunlardan sonra arada bir iletişim gelişince kendi sorularına cesaret edebildi.
“Ahmet bey sizi tebrik ediyorum. Bu zamanda böyle nakillere birçok hastamızın ihtiyacı var. Maalesef toplumumuz bu konuda çok bilinçli değil. Sahi siz nasıl karar verdiniz donör olmaya?”
Ahmey Bey, Caner’in söyledikleri karşısında gururlanmıştı. Yüzünde hafif bir tebessümle cevap verdi.
“Birden aklıma geldi aslında.”
“Nasıl, durup dururken mi?”
“Bir gün yolda yürürken organ bağışı ile ilgili bir afiş gördüm. O an neden olmasın diye düşünüp ertesi gün bu kararı verdim.”
Caner için afiş cevabı yeterli gelmemişti. Afişler hep olurdu ama hiçbir zaman bir anda bir çok insanın fikrini böylesine etkilememişti. Başka etkenler de olmalıydı.
“Çok iyi bir karar. Ama sadece afişten etkilenmeniz ilginç geldi doğrusu.”
“Afişi görmemden birkaç gün önce bir mektup gelmişti. Belki onun da etkisi olmuştur.”
“Nasıl bir mektup?”
“Hayatımızı nasıl yaşadığımızın öneminden bahsediyordu genel olarak. Başka insanları da iyi anlamda etkilememizin bize ve onlara vereceği mutlulukla alakalı bir bölüm vardı. Kendini kurtarmak istiyorsan bir başkasını kurtar. O cümle etkilemişti beni.”
Olaylar daha da ilginç bir hâle geliyordu. Caner diğer donörler de bu mektuptan almış mıdır acaba diye düşünmeden edemedi.
“İlginç bir tesadüf olmuş Ahmet bey. Kararınızı etkileyen başka şeyler oldu mu peki?”
Ahmet bey gözlerini kaçırdı. Aklına gelen bir şey onu duygulandırmıştı. Buğulu bir ses tonuyla zoraki konuştu.
“Kız kardeşimi kaybetmiştim. 6 sene evvel. Böbrekleri iflas etmişti.”
“Başınız sağolsun.”
“Teşekkürler. Bu olay da aklıma gelince kesin kararımı verdim.”
“Anladım Ahmet bey. Çok teşekkür ederiz size.”
“Rica ederim.”
Ahmet beyden öğrendiği bilgiler Caner’in aklını daha da karıştırmıştı. Aklındakileri Mert ile paylaşmak için onu arıyordu ki dinlenme odasında saçını başını düzeltirken buldu.
“Ahh Caner. Gel kardeşim. Bak sana ne anlatacağım?”
“Ne anlatacaksın?”
“Ben Sema ile konuşacaktım ya…”
“Mert lütfen. Ben artık sizin aranızdakileri dinlemek istemiyorum. Bırak size özel kalsın. İkiniz de sevdiğim arkadaşlarımsınız ama artık kendiniz halledin bu meseleleri.”
Mert bu duruma biraz bozulmuştu. Yüz ifadesi de bu yöndeydi.
“Kardeşim ben senin için diyorum. Lütfen kırılma bana. Bak asıl ben sana ne anlatacağım?”
“İşim var Caner sonra konuşuruz.”
Mert ani bir şekilde kalkıp dışarı çıkmıştı. Caner ufak bir iç geçirdi. Söylemek istediklerini kırmadan söylemeye çalışsa da kırmıştı. Bu konuyu düşünmeyi sonraya erteledi ve organ bağışı konusuna odaklandı. Daha fazla bilgiyi nereden bulabilirdi? Suat Hoca. Ama nasıl öğrenecekti, Suat hoca bildiklerini anlatmak istemiyordu. Yine de şansını denemek istedi. Tam odasının kapısına gelmişti ki kapı açıldı. Suat hoca ne istiyorsun der gibi bakıyordu yüzüne.
“Hocam ben şey. Organ…”
Suat hoca kenara çekildi ve gel işareti yaptı. Caner içeriye girdi. Suat hoca kapıyı kapatıp koltuğuna oturdu. Caner’e de oturması için koltuğu işaret etti.
“Aklına yatmayan şeyler mi var Caner?”
“Hocam evet. Belki kızacaksınız ama 30 kişinin bir anda organlarını bağışlaması çok saçma. Bir sebep olmalı mutlaka.”
“160.”
“Anlamadım?”
“160 kişi. Biz karaciğer için 30 kişinin ameliyatını yapacağız. Şimdilik.”
“Hocam nasıl? Yeri geliyor bir kişiyi ikna etmek için haftalar geçiyor. 160 nasıl?”
Suat hoca gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı. Sonra gözlerini doğrudan Caner’e dikti. Bakışlarında derin bir yorgunluk göze çarpıyordu.
“Beni tanıyorsun. Ben dümdüz bir adamım. Yalan dolan işlere hiç girmem. İşime bakarım ama dürüst bir şekilde. Sana da güvenirim, bazen kendime benzetirim.”
“Teşekkür ederim hocam.”
“Şimdi anlatacaklarım bir süre aramızda kalacak. Bunları sana anlatacağım çünkü benim de bazı konularda kafam karıştı.”
“Tabii. Kimseye bir şey söylemem.”
“Güzel. Gerçekten yüksek bir rakamdan bahsediyoruz. Bunun tesadüfi olması çok mümkün değildi zaten ama donörlerin arasında da belirgin bir bağlantı yoktu. Başhekim ile konuşup bana arka planda ne olduğunu anlatmazsa bu ameliyatları yapmayacağımı söyledim. Beni bir adamla görüştürdü. Bir deney yürütüyorlarmış. Hangi kurum ile alakaları olduğunu bilmiyorum. Bir grup insan seçmişler. Yakını kaybetmiş, özellikle de organ nakli beklerken yakınını kaybetmiş insanları. Onlara hayatınız nasıl geçti, bundan sonra nasıl geçmesini istersiniz, yapılan iyiliklerin insana geri dönüşleri ve insanları kurtarmanın mutluluğu benzeri içeriği olan isimsiz mektuplar yazmışlar. Sonrasında evlerinin yakınlarına organ bağışı ile ilgili afişler yerleştirmişler. Çok izlenen bazı tv programlarının bu konuda konuşmasını sağlamışlar. Yani bu insanları mümkün olduğunca organ bağışına maruz bırakmışlar. Sonuç bu. Gerçekten birçok insan organ bağışı için başvurdu. Bunların arkasında da isimsiz birisi veya birileri var.”
Suat hoca, anlattıklarının Caner üzerindeki etkisini gözlemliyordu. Caner de oldukça şaşırmış ne diyeceğini bilemez haldeydi.
“Ama hocam insanların bunu bilmeye hakkı var. Kendi iradeleri de var evet ama fark etmeden yönlendirilmişler.”
“Ben de tam olarak böyle düşündüm. Başhekime de söyledim ama bunu açıklamayı kesinlikle reddediyorlar. Ben kendim söyleyeceğim ama bir taraftan umut içinde bekleyen hastaları düşünüyorum. Benim söyleyeceğim bir söz bir donörü bile vazgeçirse kaç kişinin hayatı bundan etkilenecek. Bu dilemmadan nasıl kurtulacağım bilmiyorum.”
“Kandırıldıklarını düşünüp vazgeçen insanlar olabilir. Haklısınız, zor bir karar.”
“Sen ne yapardın Caner?”
Caner düşündü. Donörlerin içinde bulunduğu durum her ne kadar içine sinmese de diğer tarafta bekleyen hastalar vardı. Her iki karar da vicdanını rahatlatmayacaktı.
“Bir sorumluluk almamız gerekecek. Her iki durumda da. Hayati bir önem taşıdığı için sanırım söylememeyi tercih ederdim hocam. Ama vicdanım kesinlikle rahat olmazdı.”
“Evet Caner, evet.”
Caner yeniden dinlenme odasına dönüyordu. Belki bu gerçekleri bilmese daha iyi olurdu. Ama artık çok geçti. Şimdi ister istemez aklında, kalbinde sürekli bir muhasebe yapacaktı. Aklı karışık bir şekilde dinlenme odasına girerken koridorun köşesinde Mert ile Sema’yı gördü. El ele tutuşmuş gülüşüyorlardı. Ufak bir tebessüm belirdi yüzünde. Gamsız olmayı diledi. Belki bir gün.