-Abidik gubidik… Bir değişik… İlginç… Evet, ilginç kelimesi çok yerinde bir kullanım olacak.
-Sence de çok eleştirel bir nazar katmıyor mu bu kelime?
-Bence gayet tarafsız bir kelime. Oraya buraya çekilmeye çok müsait değil. En azından abidik gubidik kadar yargılayıcı değil.
-Sen bilirsin ama bence biraz daha düşünmelisin.
- Kızım ne düşüneceğim! Kendi düşünce ve duygularımdan beslensem kapı dışarı edileceğim. Ekmek aslanın midesinde artık.
Selami her şeyi olduğu şekliyle gören gözlerine bilmem kaçıncı filtresini takmıştı. Zihni de bu filtrelerden nasibini almış, bir noktada geri çekilmekten hoşlanır olmuştu. Kendi kendini tilki bellemiş bu zihin, aslanın midesini düşleye düşleye cılız bir kuzuya dönüşmüştü. Süreyya, kızım hitabından kaynaklanan tiksintiden kurtulmaya çalışıyordu. Gazeteciliğe başladığı ilk günden bugüne gazeteci tanımındaki değişiklikleri düşünüyordu. Evet, gazetecilik zor işti ama birçok kapıyı açmak için çilingir vazifesi de görüyordu. İlginç bir başlık at, tıklan. Patronların gözüne girmek için çok ama anlamsız sesler çıkar, aslanla foto çekin. Göz önünde olmayı sürdürebilmek için halkın içine kurt düşür, alkışlan. Gazeteciyim de, tamamdır. Kafası iyice atmıştı. Bir hışımla ayağa kalktı ve sandalye üzerindeki ceketini alıp çıktı ofisten.
Çalıştığı binanın kapısında durdu. Zihninde yankılanan düşünceler içinde bir öfke biriktiriyordu. Derin derin nefesler almaya çalışıyor, terapistinin önerdiği şeyleri hatırlamaya çalışıyordu. Hayır, böyle olmayacaktı. Madem öfke en katıksız duyguydu, elbette onu göstermeye hakkı vardı. Bu zamanda kimde böyle samimi bir öfke vardı ki… Ensesinden alnına doğru acımasız akınlar başlamıştı. Dışa vuramadığı öfkesinin boynunu bükmesini bekliyordu. Tam o anda “Üff be kızım, ne dikiliyorsun burada?” diyerek kendisini dürten Selami ile göz göze geldi. Çıldıracaktı. Derin derin nefesler artık sıklaşmıştı. Ama olmuyordu, öfkesi duygularının çilingiri olmuyordu bir türlü. Hâlbuki bu abidik gubidik Selami, anında küçük de olsa öfkesini tükürmüştü yüzüne. Belki de küçükken tükürük yarışı yapmadığı içindi tüm bu tıkanıklıklar.
-Kızım sana diyorum aloooo!
-Ya bi kes sesini, kızım deyip durma bana!
Selami donmuştu. Süreyya ise kaskatı kesilmişti. Şimdi nasıl telafi edecekti bu hatasını. Suçluluk duygusuyla n’apacağını şaşırmıştı. İşte şimdi Selami’nin köpeği olacaktı:
-Oğlum bi’ anda dürtülür mü insan?
Süreyya ağzından oğlum kelimesinin çıktığına inanamıyordu. Haklı gördüğü öfkesine kılıf uydurmak için resmen kendini feda etmişti.
-Sen bi’ garipsin bu aralar da anlarız yakında.
Selami Süreyya’ya kuşkulu bakışlar fırlatırken Süreyya’nın içinde fırtınalar kopuyordu. Terapistine anlatmak için de o anki duygularını anlamaya çalışıyordu. Ah ne zor işti insan olmak!
Aracı çalıştıran Selami kornaya bastı. Süreyya koşarak araca bindi. Yeni bir haber değeri taşıyan olayın gizemine vakıf olmaları gerekiyordu. Ama ilginçtir, bu sefer kimsenin talimatı olmadan onlara gelen bir maille yola koyulacaklardı. Bu bile başlı başına bir aslanlık örneğiydi ama henüz bu durumdan haberleri yoktu.
Gidecekleri yer biraz uzak bir noktada, ülkenin isim yapmış hastanelerinden biriydi. Onlara gelen mailde bu hastanenin neden organ nakli ameliyatlarında başarı oranının yüksek olduğuna dair birtakım bilgiler paylaşılmıştı. Ama ilginç olan bu değildi, çünkü herkesin malumuydu bu bilgiler. İlginç olan, mailde yazan hastanenin adresi ile gerçekte hastanenin olduğu adresin farklı olmasıydı. Bunu tabi ki Selami fark etmiş ve Süreyya ile paylaşmıştı. Hemen maile cevap vermelerine rağmen geri dönüş yapan olmamıştı. Selami tilki burnuyla bir şeylerin kokusunu almış olmanın hazzını yaşarken Süreyya saçma sapan bir şeyin peşine düştüklerini düşünüyordu.
-Ne dersin, bir şey çıkar mı bundan?
Sessizliği ilk bozan Selami olmuştu. Süreyya daldığı düşüncelerden isteksizce sıyrılarak biraz toparlandı:
-Sanmam ama en azından boş durmuyoruz.
-Sen de amma isteklisin ha, insan bi adrenalin falan istiyor. Sen ölü gibi takılıyosun.
-İçimdeki harpleri bi’ bilsen böyle konuşacağını sanmıyorum ama neyse.
-Neymiş içindeki o harpler, sen anlatmadan nerden bilicem?
Süreyya karşısındakini ezikleyen bakışlar atıp ofladı:
-Ne kadarlık yolumuz kaldı sen onu söyle!
-Dövseydin!
-Tamam Selami ya, uzatmayalım. Daha çok işimiz var, markete gitmemiz lazım, günlerdir dolapta bir şey yok. İşe kendimizi çok kaptırıyoruz şu aralar.
-Merhaba, tanışıyor muyuz hanfendi?
Süreyya yılgın vücudunu Selami’ye çevirerek:
-Evet sevgili eşim. Şimdi ne kadarlık yolumuz kaldığını söyleyebilir misin?
Selami navigasyon cihazına bakınca cihazın çalışmadığını fark etti. Ama işini sağlama almayı severdi. Güzergâhı ezberlemişti.
-Şu tepeyi görüyor musun, onun hemen arkasında. Yollar tepenin sadece önünden geçiyor. Navigasyonda yol görünmüyordu ama tahminimce bir yol var.
-Nasıl yani, olmayan bir yola mı gireceğiz anlamadım?
-Sakin ol, iş bende.
Süreyya eşine güvenmeyi öğrenmişti ama hâlâ bu yola çıkmanın iyi bir karar olup olmadığından emin değildi. Bir süre sonra yavaşlamaya başladılar ve nihayet durdular.
-Etrafta bir hastane olduğunu sanmıyorum.
-Evet, öyle görünüyor.
Selami kabul etmekte zorlansa da gerçek, bir hiç uğruna yola çıktıkları olmuştu.
-Bagajı açsana bi?
-Ne var bagajda?
-Ya kızım sen bi aç? Gelmişken şu ilerideki ağacın altında soluklanıp bir şeyler yiyip içelim.
Süreyya bagajı açar açmaz Selami’nin çoktan market alışverişi yaptığını gördü. Eh, hoşuna gitti tabi. Gözlerindeki mahcupluğu Selami’ye bakarak eritti. Selami ise arabadan kocaman bir termos çıkarmıştı. Süreyya yiyecekleri almış, Selami de kamp sandalyelerini ve termosu sırtlanmıştı. Nihayet ağacın yanına vardıklarında görünenin aksine yeşillikle değil yerin altına doğru gayet nizami bir şekilde yapılmış merdivenle karşılaştılar. Birbirlerine bakıp hemen ellerindekileri sessizce yere bıraktılar. Selami cebinden telefonunu çıkarıp video çekmeye başladı. Süreyya ise hızlıca etrafına bakıp birileri olup olmadığını kontrol etti. Görünen yalnızca araçlarıydı. Sonra yavaş yavaş merdivenden aşağı inmeye başladılar. Merdiveni indikçe iniyorlardı, karanlık ise git gide koyulaşıyordu. Video çekmek bir yana artık adım atacak cesareti bulamıyorlardı. Hiçbir ses duyulmayan bu yerde tek seçenek ışıkla yol almaktı. El ele tutuşarak indikleri merdivende son adımlarını attıktan sonra Süreyya telefonuna yeltendi. Telefon ışığını açmaya kalmadan bir anda üst üste ışıklar açılmaya başladı. Öyle ki bu gazeteci çiftin gözleri kamaştı.
-Bravooo, bravoooo!
Kendilerini alkışlayan beyaz önlüklü, yaşlıca biri onlara doğru geliyordu.
Süreyya korkudan Selami’nin arkasına sığındı. Selami ise olan biteni anlamaya çalışıyordu.
-Size mail atan bendim, Profesör… Neyse adıma gerek yok. Buyurun, çekinmeyin lütfen.
Selami etrafına bakındı. Süreyya ise gördüğü tek bir şeye odaklanmıştı: Cam fanuslar içinde çeşit çeşit organ. İçerisinin soğuk olduğunu o an fark etmişti.
-Şu anki şaşkınlığınızı anlıyorum ama şimdi anlayacaksınız her şeyi.
Profesör bomboş ama bembeyaz duvara dokununca o duvarın bir monitör olduğunu anladılar. Dev bir ekranda sadece kendilerini görüyorlardı. Selami kameranın açısından kameranın yerini tespiit etmeye çalışıyordu ama hem ışıkların şiddeti hem de her şeyin bembeyaz olması odaklanmasını engelliyordu.
-Amacınız ne? Niçin buraya gelmemizi istediniz?
-Korkmayın lütfen. Uzun zamandır yazdığınız haberleri takip ediyorum. Ciddi bir okuyucu kitleniz ve neredeyse onların akıllarına yön veren bir tarzınız var. Ama küçük bir araştırma sonucu gelecek vadeden yönünüzün işverenleriniz tarafından gölgelendiğini anladım.
Selami, ağzına bal çalan bu adamın asıl amacını merakla bekliyordu:
-Mailde paylaştığım tüm veriler doğru. Burada olarak hastanenin asıl adresini teyit etmiş oldunuz. Etrafınızda gördüğünüz her organ gerçek ve bu sadece küçük bir kısmı.
Profesör yine bir şeylere dokununca ardı ardına üç tane koridor göründü. Fantastik filmlerdeki gibi bilinmeyene açılan üç gizemli dehliz gibiydi bu koridorlar. Ama yine bir anda ışıklandılar. Ağızları açıkta bırakacak kadar çok organ vardı. Süreyya daha fazla dayanamayıp yere yığıldı ve kusmaya başladı.
Selami bir yandan Süreyya’yı bakışları ile sakinleştirmeye çalışıyor, bir yandan da her şeyi büyük bir soğukkanlılıkla sunan profesörün beden dilini çözmeye çalışıyordu.
-Beklediğimden güçsüz çıktınız Süreyya Hanım. Selami Bey tüm dikkatinizi bana verirseniz güzel olacak. Ah az kalsın unutuyordum, lütfen yeni bir video başlatın.
Selami video kaydına başlamıştı.
-Bu gördüğünüz organların sayısı organ türüne göre değişiyor. Her organın kimden alındığı bilgisinden tutun da nasıl alındığı bilgisine kadar her şey dosyalarda mevcut. Ama tahmin edersiniz, bu kadar çok gönüllü nasıl olabilir? İşte tam bu noktada sizlerle beraber çalışmak istiyorum. Ama sanırım daha uygun bir yere geçmemiz gerekecek.
Profesör Selami’ye Süreyya’yı işaret ederek onu kaldırmasını istedi. Selami ve Süreyya soru soran bakışlarla profesörü takip etmeye başladılar. Girdikleri koridorlardan birinin sonunda durdular. Yine beyaz ama ne olduğu aşikâr bir kapı gördüler. İçeri girdiklerinde oldukça geniş ve ferah bir salon gördüler. Hep beraber yuvarlak bir masaya oturdular.
-Uzun yıllar bu hastanenin çalışanıydım. Nice ameliyatlar yaptım ve çok azında başarısız oldum. Ama gençlik zamanlarımdaki hırslarım durulmaya başladığında fark ettim ki insanlar sadece organ nakli için hastaneye geliyorlar ve ne hikmetse aranan organ çok geçmeden bulunuyordu. Bu süreklilik bana gerçekçi gelmiyordu. Bu yüzden bu işin peşine düştüm. Tam beş yıl boyunca araştırdım, gözlem yaptım ve sonunda organları getiren adamın hep aynı kişi olduğunu fark ettim. Adamla ahbaplık kurmaya bile çalıştım. Dikkatleri üzerime çekmemek için de her denileni yaptım ve evet artık o adam ben oldum.
Selami şaşırmıştı:
-Anlayamıyorum, ne demek istiyorsunuz şimdi? Ortak çalışmadan kastınız neydi?
-Beni ifşa edeceksiniz. Kamuoyu oluşturup bu sistemi çökerteceksiniz.
Süreyya daha fazla dayanamadı:
-Siz bizi aptal mı sanıyorsunuz? Kalk Selami gidelim, kalk!
Süreyya ayaklanınca Selami onu oturttu.
-Sistem dediğiniz şeyi açıklar mısınız?
-Çok basit. Üçüncü dünya ülkelerinden insanlar kaçırıp organlarını olmayan kimlikler üzerinden satışa çıkarıyorlar. Bunu meşrulaştırmak için de ünlü hastanelerin başarı oranlarını kullanıyorlar. Böylece dikkat çekmiyor oluyorlar. Tabii sadece hastane değil, uzunca bir işlem var ama son durak hastane oluyor. Ben yıllardır planım üzerine çalışıyorum. Kamuoyu oluşturmak planımın başarılı olması için en kritik nokta. Siz haberi yapacaksınız sadece.
-Anlayamıyorum, işin sonunda siz hüküm giyeceksiniz.
-Korkmayın, tek başıma değilim. Devletin gerekli tüm kurumları ile işbirliği halindeyim.
-Kanıt?
-Kanıt şu kameralar. Aynı anda hepsi izliyor bizi.
Selami artık emindi.
-Biz bu işe dahil olmak istemiyoruz.
Profesör kahkaha attı:
-Yola çıktığınız an dahil olmuştunuz zaten. Eşiniz değil de sizin geleceğinizden emindim. Şimdi lütfen şuradaki bilgisayarın başına oturun ve o muhteşem başlıklarınızdan birini atın.
Süreyya tir tir titriyordu. Terapistinin canı cahennemeydi, şimdi sadece kendi canına düşmüştü. Selami ise profesörün soğukkanlılığından nasiplenmişti.
-Haberi yazsak bile patronlarımızdan onay almadan yayınlayamayız.
-Selami Bey o iş kolay. Onunla ilgilenecek arkadaşlar da birazdan burada olurlar. Siz haberdeki maharetinizi onlarda sanaldaki maharetlerini sergileyecekler.
Selami haberi tek başına yazmaya başladı: İŞTE YILIN BOMBASI: KAÇ KİŞİ DAHA İŞSİZ VE HAYATSIZ KALACAK!?