Fakültenin Kızıl Benizlisi

Fatma Dursun

Onun koşuşturmasına yavaş yavaş uyanıyorum. Ben ölüm uykusundan gelirken onun kaçarcasına bir telaşla hazırlanışı… Kardeşim ve beni uyandırır uyandırmaz hemen yüzlerimizi yıkamaya götürüyor. Yüzüme çarpılan su ile verdiğim yaşam mücadelesi beni kendime getiriyor. Kardeşim bu tecrübelerinden dolayı ilerleyen yıllarında yüzünü yıkamayan havlunun ucunu ıslatıp gözünün çeperindeki çapakları alan bir bakteri türüne dönüşüyor. Yüz kaslarımız yediği darbeden ötürü seğirirken sabahın soğuğu da bedenlerimizi kesiyor. Hemencecik arka başlarımızı giydiriyor. Ben on kardeşim dokuz yaşında. Bu telaşlı ve sarsıcı hazırlığa eşlik eden o korkunç yumurta ve kokusu da midemize saldırıyor. Tabi o yemiyor. Yiyemezmiş. Hızlı hızlı evden çıkıyoruz. Bir yandan da ses yapmamaya çalışarak. Binadan çıkarken otobüse yetişeceğiz diye koşturuyoruz.

Her tarafında dağlar olan mahallemiz sanayi bölgesine yakın. Bu yüzden buralarda işçi aileleri oturur. Sabahın pis ve keskin ayazı açıkta bulduğunu yakalamak içi geziyor. Burnumu yakalıyor. Burnum sızlıyor düşecek diye korkuyorum. Otobüs gelmeye yakın hızla ellerimizi yakalıyor. Bir elinde ben diğer elinde kardeşim garip bir şekilde otobüse biniyoruz. Arkalara geçiyoruz. Birimiz kucağında birimiz yanında. Kaldırmasınlar diye siniyoruz bir köşeye. Fakülte çok uzak bize. O yüzden Güneş efendiden önce kalkıyoruz. Hatta o dünyaya varmadan biz fakülteye varmış oluyoruz. Gergin ve sinerek geçen bu yolculuk pek kalabalık. Fakülte otobüsü olduğundan herkes hasta, mutsuz ve umutsuz. Güneş daha varamadığından mı yoksa gittiğimiz yerin karanlığından mı bilmiyorum herkesin gözünün feri gitmiş. Çökmüş. Bakmak istemiyorum. Her yerim ağrıyor ve sancıyor. Herkesin hastalığı sanki bana sirayet ediyor. İlerleyen yıllarda da bedenimdeki bu sancılardan kurtulmam pek mümkün olmuyor.

Otobüsten iner inmez hızla koşmaya başlıyoruz. Tabi biz biraz hoplayıp sürükleniyoruz ama mecbur. Giriyoruz fakülteye. Dışarıdan daha karanlık ve kalabalık. Sessiz bir gürültü var. Öksürük sesleri. Küçüklerin ağlama sesleri. Ağlamaktan yorgun düşmüş büyüklerin burun ve iç çekişleri. Besmele teyzeleri ve Tövbe amcaları ile dolu. Ee bir de sağlıkçılar. Kimileri umut saçarken kimileri umutsuzluklarını profesyonel maskelerin ardına gizleme çabasında. Tabi benim gözümden kaçmıyor. Büyüklerin de elbette kaçmaz ama onlar gözlere, yüzlere bakmıyorlar. Ya karşılaşacaklarından kokrtuklarından yahut kendi gerçekliklerinden başka gerçeklikler göremediklerinden bakmıyorlar. Oysa görmesini bilenler için her şey apaçık. Annem öyle der. Ama o da artık bakmaya korkuyor. Doktordan korkuyor. Fakülteden korkuyor. İnsanlardan korkuyor. En çok da bizim gözlerimize bakmaktan korkuyor. Çünkü gözlerimizde ki soruyu biliyor. İyileşecek misin? Sorunun cevabını bilmediğinden bakamıyor. Bunu bilmek beni öfkelendiriyor. Bilinmezliğin korkusu hiç yenilmemiş ben de ciddi bir öfke oluşturuyor.

Hızlı hızlı sıra almaya koşuyoruz. Sırayı aldıktan sonrası ise doktorlar gelene kadar beklemek oluyor. Bunun için oturacak yer kovalıyoruz. Çekiştirmekten yorulan annemiz çekiştirilmekten yorulan biz iyi kötü bir yer bulana kadar hal geliyor. Buluyoruz. Ben ve kardeşim çok yorulduğumuzdan huysuzlanıyoruz. Benim tepkim asla söylemeyip suratımı asmak olurken kardeşim olabildiğince haylazlık peşinde. Tabi bu davranış kalıbımız ilerleyen yıllarda bizi bırakmıyor. Ben tepkisizliğimle zorluktan daha güçlü olduğumu sanarak kendime eziyet ederken ve bunu kimseyle paylaşamazken kardeşim sürekli kaçma halinde oluyor.

Saatlerce doktoru bekliyoruz. Annem insanlarla kaynaşıyor. Aslında tamamen dertleşmek. Çünkü yabancılar birbirlerini dinlemekten korkmazlar. Kimse kimsenin acısını üstlenmiyor. Hep aynıları olurken birileri gözüme ilişti. Bir kadın. Biraz korkutucu ama farklı bir korku. Gülümsüyor iştahla. Çok büyük kazançları var gibi. Kırmızı benizli biri. Siyah kabarık saçları dolaşık. Tırnakları keskince. Gözlerimiz kenetleniyor. Fakültede ilk kez göz teması kuran biri olunca ürperiyorum. Dudaklarının kenarları kulaklarına ulaşırken tüm dişleri gözüküyor. Ağzının yanından akan kanı uzun ince diliyle yalıyor. İnsanımsı olan bu şey beni ürpertiyor. Gün doğmamış fakültenin loş ışıklarında çocuk aklımın benimle oynadığını düşünüyorum.

Doktorun gelmesi ile hayat başlıyor. Sıra geliyor odaya giriyoruz. Odaya girince bizi bir köşeye oturtuyor. Annemi muayeneye başlıyor. Sorularının arasında çocukları bırakacak kimse yok muydu? diyor. Kötü bir niyet yahut ses tonu yok. Anneme üzülüyor. Ameliyatın ardından kontrollere tek halletmesine ek çocuklara da yetişmeye çalışıyor. Haliyle perişan oluyor. Annem çok bir şey diyemiyor. Nereden bilsin o kanserle boğuşur fakültede mücadele ederken çocukları birbirine azıtan yakınları. En iyisini yapıyor. O ölümle cebelleşirken kutlamalar alkışlar çalanların eline bırakmıyor. Organlarından birisi artık yok. Tek böbrek yaşamaya devam ediyor. Doktorun söylediğine göre bağış oranları iyiymiş. Bize organ bağışını tembihliyor. Fakülteye yapılan organ bağışları hep gerektiği kadar olurmuş. Fakültenin bağış bekleyeni az olduğundan çevre şehirlerden hep geliyorlar. Endişelenmememiz için anlatıyor. Yine de sen kendine dikkat et. Tekrar kanser olmaması için fakülteye geliyoruz.

Odasından çıktıktan sonra doktorun tekrar bir koşuşturmacaya başladık. Öğleden önce tahlillerin verilmesi gerekiyor. Yoksa yarına kalır iş uzadıkça uzar. Fakültede bir günde işleri halletmek için çok şanslı ve tanıdıklı olmak gerekiyor. Kanı da verdikten sonra karınlarımızı doyurmak için fakültenin biraz ilerisinde bulunan caminin oradaki ağaçlık alana gittik. Ekmeğe sokum ettiklerini yerken ezan okundu. Camiye girdik. Annem namazını kıldı. Sonra ağlamaya başladı. Öğle arası bitmeye az kala ağlamasını bitirip tekrar fakülteye koştuk. Sonuçların çıkıp tekrar doktoru görene kadar o korkulu bekleyiş devam ediyordu. Bir şey çıkmadan bitti. Bir ay sonra tekrar kontrole kadar gelmeyecektik. Kapıdan çıkarken tekrar o kadını gördüm. Bir çocukla el sıkışıyordu. Kadınla el sıkışması ile çocuğun gözündeki fer gitti. Annemi çekiştirmeye çalıştım. Ama o beni öylesine çekiştiriyordu ki anlamadı. Kadın gözlerini kocaman açtı. Dudakları düzleşti. O koca gözlerinin içindeki göz bebekleri karardı anneme takıldı. Nutkum kesildi. Bana baktı. Ağzı kulaklarına vararak fısıldadı. Görüşürüz. Ruhunu temiz tut. Annene lazım olacak. Ürperdim. Annem farkında bile değildi. Kardeşime baktım. Onunda rengi atmıştı. Göz göze geldik. Birbirimizi anladık. Korkumuzu böylece tuttuk. Sonra duraklara koş. Otobüse yetiş. Eve var. Yemek yap. Yıkan çocukları yıka. Yedir. Derken belkide onu hasta eden bizdik.

Akşam oldu annem bizi ranzalara yatırdı. Kardeşim o neydi? Neden sana öyle dedi? O kadar mesafeden nasıl olurda biz fısıltısını duyduk? Tuttuğumuz korku o sordukça yayılmış odayı doldurmuştu. Şu an ranzanın altında, hafif aralık kapının ağzında bizi izliyordu. Ensem ürperdi. Cesaretimi topladım. Korkuyu topladım. Kendi içime hapsettim. DolandırIcı o. Korkulacak bir şey yok. Sen takılma. Annemizi daha fazla üzüp korkutmayalım. İçime topladığım korku o kadar inatçıydı ki büyüdükçe büyüdü.

Onun koşuşturmasına ağır bir şekilde uyanıyorum. Yüzlerimize çarpıyor soğuk suyu. Üzerimize giydiriyor arka başı. Midemize tıkıyor korkunç yumurtaları. Koşuyoruz durağa. Siniyoruz otobüse. Koşuyoruz hastaneye. Kapıyoruz sırayı. Yerleşiyoruz koltuklara. Geçen seferle aynı yere konuçlandık. Bekliyoruz. Bu sefer ben de korkuyorum. Kızıl benizli kadını görmekten korkuyorum. Doktorun odasına giriyoruz. Ardından tahliller veriyoruz. Yemek, Cami, gözyaşları.

Fakültenin içine tekrar giriyoruz. Annem su almaya yolluyor. Buraya en uzak kalan katın sağ tarafındaki büfeye gidiyorum. Uzaklaştıkça ferahlıyorum. Büfeciye üç su lütfen diyorum elimdeki paraları sayarken. Ses gelmeyince kafamı kaldırıyorum. Nefesim uçuyor gidiyor. Bozuk paralar yere saçılıyor. Ağzı kulaklarına kadar açılıyor. Bu sefer tüm ağzından akan kanı yalıyor. Büfenin küçük penceresinden üst bedeni çıkarak yüzü bana kadar eğiliyor. Kara gözleri büyüyor. Dolaşık kabarık saçları etrafımı kapatıyor. Her yer kararıyor. Hihihihi diye tiz ve yüksek sesle gülüyor. Yüzüme düşen tükürüklerle tüm bedenimde bir ürperti geziniyor. Hoşgeldin küçük diye fısıldadı. Nefesim geri yerine geldi. Hoşbulduk dedim. Korkum çoktan mantığımı yedi. Yoksa hiç hoşnut değildim. Geri çekildi.

-Ne istiyorsun? diye sordu.

-Su. Annem üç su al dedi. Sesim titreyerek içime kaçtı. Utandım.

-Ben parayla su satmam.

- İyi o zaman. Kaçacaktım.

-Buradan bir şey almadan gidemezsin.

-Neden? Benim su dışında bir şey alacak param yok. Annem bu kadar verdi. Korkumdan çok paramın yetmeyişine ağlamaklı oldum.

-Senin paran burada geçmez.

-Para dışı bir şeyim yok. Su parası dışında param da yok. Artık ağlamaya başladım.

-Şu an dökülüyor senden istediğim.

-Ne dökülüyor?

-Duyguların. Gözlerinden dökülüyor.

-Anlamadım.

-Gözlerinden akan yaşlar duygularının birer kırıntısı. Onlarla ufak şeyler alabilirsin.

Göz yaşlarımı sildim.

-Üç su alabilir miyim?

-Üç damla göz yaşı eder.

Boş cam şişeleri uzattı. Her şişeye bir damla koydum. Şişeleri uzattım. Şişeleri aldı. Salladı. Bir tanesini açtı. Ağzını kocaman açtı boğazına kadar gördüm. Dilini uzattı şişenin ucundaki damlayı aldı. Daha da kızıllaştı benzi. Bana döndü. Su şişelerini uzattı.

* Teşekkür ederim.

* Annenin kontrolünden sonra tekrar görüşürüz.

* Şeytani gülümsemesi kızıl benzine kondu. Ben hızla uzaklaşırken kahkahası yükseliyordu. Köşeyi dönerken merakıma yenilip büfeye doğru baktım. Büfenin önündeki loş ışığın altından daha da büyüyen kızıl benizli görüşeceğiz dedi loş ışık söndü. Koridor kayboldu.

Son sürat annemin yanına koştum. Korkumu ve nefesimi yakalayamadan doktorun odasına girdik. Biz bir köşeye oturduk. Doktor tahlilleri incelerken korkusuna ek üzüntüsünü profesyonel maskesinin ardına gizlemeye çalıştı. Yakalayamadığım nefesim tekrar gitti. Korkum içime sığamayacak kadar büyüdü. Tekrarlamış dedi. Yeni bir böbrek lazım. Kapının önünde izleyen korkum hepimizin gözlerinde dolaştı. Annemin gözlerinden akmaya başladı. Doktor bir şeyler istedi. Bağış bekleyenler listesine almamız lazım seni. Annem bizi kenara oturttu. Başka tahlilleri almak için koşmaya başladı.

Korkum artık içimde değildi. Kafam boynumu büktü. Kaldıramadım. Kardeşim yanımdaydı. Dürttü beni. Abla dedi dolandırıcı sana bakıyor. Anlamadım. Kafamı kaldırdım. Karşımda bana bakan kızıl benizliydi. Ürperdim. Koridorun sonunda yanıp sönen loş ışıklı lambanın altında büfesinin içinde oturan kızıl benizli görüşelim dedi. Kardeşime beklemesini tembihleyip koridorun sonuna ilerledim. Büfenin önünde durdum.

-Hoşgeldin küçük.

-Hoş buldum.

- Ne istersin?

-Ne satarsın?

-Sağlık satarım.

-Anneme böbrek satar mısın?

- Sana satarım.

-Ama anneme lazım bana değil.

-Ruhuna karşılık annene bir adet böbrek satarım.

-Ama hiç hastalanmayacak, yenisinden de iyi olacak bir böbrek satman lazım.

- Yeni gibi olacak çocuk.

-Ama ruhumu nasıl sana vereceğim ki. Cebimde değil.

- hihihiihih çok saf ve lezzetli bir ruh. Elimi sıkarken korkularınla, çaresizliğinle ve umudunla gözlerimin içine bak. Ruhunu öyle alacağım.

Kızıl benizli keskin tırnaklı, kemikli ve kızıl olan elini uzattı. Elim bir parmağını tutabilecek büyüklükteydi. Elini tutar tutmaz elimle aynı boyutu aldı. Yüzü iyice yüzüme yaklaşan kızıl benizlinin gözleri kocaman açıldı içi karardı. Dolaşık saçları etrafımı kapladı. Gözlerimi diktim baktım. Korkum, çaresizliğim yenilgiyi henüz bilmeyen ben umutla ve ciddi bir kararlılıkla baktım.

-Ruhuna karşılık annene sağlam böbrek. Razı mısın?

-Razıyım. Görüşmeyelim.

Kararan gözlerinde gözlerimi gördüm. Feri sönmüştü. Nefesimi verdim. Loş ışık söndü. Büfe kayboldu. Ardıma bakmadan kardeşimin yanına gittim. Sessiz gürültünün, boğucu fakültenin koridorunda annemi beklemeye başladık.