Sıcak havalar iyice bunaltıcı olmaya başladı. Bugünlerde dışarıya adım atmak mümkün değil. Eğer klimanız yoksa tatil günlerinde biraz daha fazla uyumak imkansız. Kendinizi ,varsa, balkona atıverirsiniz. Doğal olarak ben de öyle yaptım. Bugün Milli Bayram. Bunaltıcı sıcaklarda fazladan bir gün daha evde olmak harika oldu. Günün tadını balkonda çıkarmayı düşündüm. Kahvaltılık bir şeyler hazırlayıp balkonuma yerleştim. Yan komşum Cengiz abi de balkona çıkmış bir sigara yakıvermiş. Onun huyu bu alıştım artık. Sürekli balkonda, bir şeyler düşünürken görürüm onu. Yüzünde yılların eskitemediği bir şeyler var. Bu sabah eşi Neriman abla da geldi yanına. Elinde radyoyla geldi.
Sokak bugün capcanlı. İnsanlar benim etkilendiğim kadar sıcaktan etkilenmiş değiller belli ki. Tabi bu kalabalıkta bayram için sokaktan geçecek olan bando takımının da etkisi var. Neriman abla da sokağın kalabalığını süzerken göz göze geldik.
“Hayırlı sabahlar Suna afiyet olsun.”
“Sağ ol Neriman abla buyrun sizinle beraber olsun.”
“Teşekkür ederiz, radyonun sesinden rahatsız olmazsın umarım.”
“Hayır hayır olmam. Benim için de güzel olur.”
Radyo dinlemek gibi bir huyum yok normalde. Ama bu sabah onlarla beraber dinleyeceğim.
Cızz…cız… hışırdamalar. Cengiz abi radyoyu ayarlamaya çalışıyor. Ses hiç hoş değil tabii. Birisi mikrofonu gazete kağıdına sarıyor gibi. Neden gazete kağıdı olduğu hakkında bir fikrim yok. Heh şimdi yavaş yavaş geliyor ses.
“Evet sevgili dinleyicilerimiz bugün biliyorsunuz ki özel bir gün. Hepinizin bayramını kutlarız. Yurdumuzu işgal için gelen düşmanı def etmemizin üstünden yıllar geçti. Fakat o ruh taptaze. Ülkemin güzel insanları sokakları bayrağımızla süsledi. Siz değerli dinleyicilerimiz için bugün harika bir program akışıyla karşınızdayız. Lafı çok uzatmadan size bugün rahatça oturduğumuz yurdumuzu kurtaran kahramanlardan sadece birkaçını anlatacağım. Hadi gelin size Son Teyzeler’den bahsedeyim.
Son Teyzeler diye kulaktan kulağa, nesilden nesile günümüze kadar gelen bu hikaye Doğu Karadeniz’in hırçın dağlarında geçiyor.
Düşman dört yandan saldırıyor, cephane azalmış, ordular bitap halde. Ülkenin hali perişan durumda.
Yurdumda erler gibi nice analar, bacılar, yârlar da savaşçı. Düşman Karadeniz’in doğusuna kadar ilerliyor. Bilen bilir Trabzon-Giresun sınırında kalan Sisdağı diye heybetli bir dağ vardır. İşte hikayemize ev sahipliği yapan dağ o. Bu dağ ismini tahmin edersiniz ki başından eksik olmayan sisten alır. Dağın bir yamacının bitimi Karadeniz insanına ev sahipliği yapar. Bir yamacı ise hırçın kayalıktır. Dağın eteğine sis gelip çökünce uçurum adeta belirsizliğe giden bir yol gibidir.
Dağın eteğinde savaştan önce mutlu mesut yaşayan halk işgal başladıktan sonra dağılmaya mecbur kalır. Eli silah tutan erkekler başta dağlara çıkar işgalcilerden yurdunu korumaya çalışır. Ordu için çağrı gelince genci yaşlısı bütün erkekler dağdan iner orduya katılırlar. Hâl böyle olunca Sisdağı halkından geriye çocuklar ve kadınlar kalır. Düşman askeri bunu fırsat bilip kötü emellerle köye saldırır. Çoğu kadın ve çocuk günler süren saldırının ardından şehit olur. O dönemin şartlarıyla merkeze çok uzak olan köy kimseye haber yollayamaz. Köyden geriye kalanların sayısı tam bilinmiyor, hikayeyi dinlediğimiz çevre illerdeki her yörede sayı değişiyor. Kimisi için on yedi, kimisi için yedi, kimisi içinse üç. Geriye kalanlar canlarını zar zor kurtararak Sisdağı’nın tepesine kaçarlar. Fakat işgalci hainler kötü emelleri için kadınların peşini bırakmaz. Cesur yürekli kadınlar ellerinde sopalar taşlarla Sisdağı’nın uçurum tarafına kadar kaçar. Düşman onları tepede sıkıştırır. Yiğit kadınlarımız için artık iki seçenek kalır. Ya düşmanın elinde ölmek ya da eteğinde sis kümelenmiş eşsiz dağa teslim olmak. Sayılarına biz yedi diyelim. Yedi cesur kadın düşman onlara yetişene kadar saçlarını birbirlerininkiyle birleştirip örerek kendilerini uçurumdan aşağı bırakır. O zamandan beri kendilerini düşmana teslim etmeyen kadınlar halk arasında “Kalan son kadınlar, ablalar, teyzeler…” diye sıklıkla anılır. Bu hikaye de tarihimizin kanıtlanamamış sayfalarında yerini alır.
Evet şimdi küçük bir reklamın ardından yine beraber olacağız. Sakın bir yere ayrılmayın bu hikaye hakkında çok konuşulacak şeyler var.”
Hikaye bittiğinde ben de Cengiz abi ve Neriman abla gibi donuk suratlı bir şaşkından başkası değildim. Sokağın camlarını süsleyen bayrağımıza baktım. Bando takımı sokağın başından müthiş bir sesle yaklaşıyordu. Vatan,bayrak nidaları bando takımının sesiyle beraber semayı inletiyordu. Tam da o anda anladım ki yıllar önce kendini düşmana teslim etmeyen ruh davasına sadık her kalpte değişmeden üstelik artarak devam ediyordu.