“Hiçbir şey yapamaz oldum artık. Ne oturup işime odaklanabiliyorum ne de tamamlamayı planladığım diğer işleri halledebiliyorum. Hem çok çabuk sıkılıyorum hem de dakika başı karar değiştiriyorum. Bir an çok istediğim şeyden bir dakika sonra nefret ediyor gibi hissediyorum. Ne olduğunu anlamadım gitti, eskiden hiç böyle değildim.”
“Nasıldınız?”
“Ne istediğimi bilirdim öncelikle. Her zaman önceki günden yapacaklarımı planlamış olurdum ve o plana en azından yüzde yetmiş oranında uyardım. Hedefime kitlenmiş gibiydim. Bu işe de böyle girebildim zaten. Neredeyse liseden beri hep aklımda bu vardı. Üniversite sınavına hazırlanırken defterime şu an çalıştığım bölümü ve hatta laboratuarın ismini yazmıştım inanır mısınız. O zamandan oturup araştırmıştım yani. Laboratuar adına kadar. Şimdiyse sabah alarmına kalkıp gitmeye üşeniyorum. Acaba bir kafede işe mi girsem diye düşünmeye başladım. Ama bunu düşündükten birkaç dakika sonra işime aşık gibi hissediyorum tekrar. Birkaç dakika sonra da acaba hasta taklidi yapıp işe gitmesen ne olur diye düşünüyorum.”
“Ne kadar zamandır böyle?”
“Yani yaklaşık 4-5 ay oldu diyebilirim.”
“Ailenizle de 5 ay kadar önce konuşmayı kestiğinizi söylemiştiniz sanki.”
“Evet. Ama onunla alakası yok bence. Çünkü zaten sürekli kavga tartışma halindeydik. Hatta rahatladım diyebiliriz. Hem işimle ilgili olur olmadık şeyler söylüyordu özellikle annem. Onun yorumları olmadan daha mutluyum. Kariyerimle ilgili geleceğime odaklanmaya, neler yapabileceğimi düşünmeye başladım.”
“Sürekli fikir değiştiriyorum, kalkıp işimi yapamıyorum dediniz bir yandan da.”
“Evet. Yani hayır. Ay bilemiyorum Özge Hanım. Ailemle ilgizi mi var dersiniz?”
Özge Hanım böyle anlarda yüzüne yerleştirdiği ifadesiz bakışla bakmaya başlamıştı. Yaklaşık iki aydır terapiye gelmeme rağmen bu ifadeleri çözmeye başlamıştım. Zaten böyle bir soruya cevap vermeyeceğini de biliyordum. Yine de şansımı denemek istemiştim. Oluşan sessizlikte annemi düşündüm. İlişkimizin nasıl değişip şimdiki haline geldiğini, adım adım oluşan mesafeleri, yaptığı yorumları, benim kavga çıkartmak için kolladığım fırsatları… Neden böyle oluyordu ki? Ben mi çok fazla takıyordum acaba? O zamanlar hep öfkeliydim ona. Lise zamanlarından beri bu değişmemişti. Ama iletişimimizi kestikten sonra öfkemi çok uzun süre aynı şiddetle tutamamıştım da. Daha önce hiç yaşamadığım git gellerim başlamıştı. Bir şeyleri takıntı haline getiren, hem işlerinde hem ilişkilerinde mükemmeli arayan Arzu gitmiş, bir anı diğerini tutmayan, dengesiz bir kadın gelmişti yerine. Yer yer bu durum ailemle bağları koparmamdan mı kaynaklanıyor diye düşünmüyor değildim ben de. Yanlarındayken sürekli öfkeme tutunuyordum ve bu da beni hırslı biri yapıyordu belki. Onları özlüyor muydum? Öfkemin git gelleri diğer alanlara da mı yansıyordu? Ailemle ilgili ne istediğimi bilememeye başladığımda hayatımla ilgili kararlarım da mı sarsılmaya başlamıştı?
Gözlerimi yerden kaldırıp Özge Hanıma baktım. Bana ufak bir tebessüm bahşedip:
“Önümüzdeki hafta buradan devam ederiz” dedi.
Süren bitti demenin kibarcasıydı bu. Artık alışmıştım. Gülümseyerek başımı salladım ve asistana ücreti ödeyip klinikten çıktım.
Dışarıya çıktığımda hafif bir baş ağrım olduğunu fark ettim. Ailemi düşünmek bile böyle bir etki bırakabiliyordu üzerimde. Daha fazla bu konuyu düşünmek istemiyordum. Kafamı dağıtmam lazımdı. Telefon rehberimden İrem’i bulup aradım. İrem insana tüm derdini tasasını unutturan tipte bir insandı. Her hafta başka bir ilgi alanı bulur, onunla ilgili tuhaf bilgiler öğrenir, bir araya gelince de heyecanlı heyecanlı onları anlatırdı. Biz tanışalı daha birkaç ay olmuştu. Kendi söylediğine göre ona da son zamanlarda bir şeyler olmuştu. Önceden sadece elindeki işine odaklanan ve kendi tabiriyle “sıkıcı” bir insanken birden farklı şeylere merak saran, gezip tozmayı çok seven birine dönüşmüş. İlk önce mısır piramitlerini araştırmaya başlamış. Bir süre okuyup belgeseller izledikten sonra astral seyahate merak salmış. Sonra birden uzayda yaşamla ilgili araştırmalar yapmaya başlamış. Kim bilir şimdi neyle ilgileniyor.
Zihnim ailemden, işimden uzaklaşıp İrem’e kaymıştı. Önceden hiç böyle biriyle arkadaş olamayacağımı düşünürdüm. Belki ben de onun eski versiyonuyla arkadaş olabilirdim. Oturup insanlarla derin muhabbetler kurmak, bir konuyla ilgili planlamalar yapmak ve bunu sürdürmek isterdim çünkü önceden. Ama şimdi bu konudan konuya atlayış, yüzeysel ama eğlenceli muhabbetler hatta yer yer dedikodu yapmak bana da iyi geliyordu.
Bugünkü konumuzun ne olacağını merakla beklerken İrem’in kafenin kapısından girdiğini gördüm. Elinde dergiye benzer bir şey vardı. Hızla yanıma gelip bana sarıldıktan sonra dergiyi elime tutuşturdu.
“Ne bu?” dedim kafa karışıklığıyla.
İrem gizemli bir ifade takındı.“Sorularımızın cevapları” dedi.
“Hangi sorularımızın?” dergiye baktım “Burç dergisi mi?”
“Evet.” dedi. “Burç takvimi alt üst olmuş kızım. Herkesin burcu değişmiş.”
“Eeee bunun bizimle ne ilgisi var?”
“Burçlarımız değişmiş işte.”
“Ahahaha saçmalama İrem.”
“Bak ben de başta öyle düşündüm ama sonra inanamadım. Beş ay önce değişmiş burç takvimi. E biz de yaklaşık o kadar zamandır böyle değil miyiz? Senin ne olursa olsun iletişimini bir şekilde sürdürdüğün ailenle tak diye uzaklaşman bile bundan olabilir.”
“Saçmalama yahu. Hadi diyelim 5 ay önce değişti bu takvim e burçlar doğuştan beri yok mu? Yani değişen burçları anlama biçimimiz olur takvim değişince biz de değişmeyiz ki. Ay ne diyorum ben? Kızım burçlardan dolayı değişmişiz ne demek ya? Ne kadar saçma geldiğinin farkında mısın bunun?”
Gözünü devirdi. “Ay biliyordum böyle mızmızlık yapacağını. Ama bir dinle. Sen ne zaman doğmuştun?”
Onu taklit ederek ben de göz devirdim. “28 Ağustos.”
“Başaktın yani. Bakalım. Titiz, dakik, çalışkan, mükemmeliyetçi, takıntılı, eleştirel.. böyle uzuyor. Senin ‘ah ben eskiden böyleydim’ dediğin hallerine ne kadar benziyor.”
Bu sefer taklit etme amaçlı olmayan bir göz devirmeyle karşıladım bakışlarını. Ama İrem inatla sürdürdü “Şimdi de yeni burcuna bakalım. 28 Ağustos nerdeymiş. Hah burda. Bak bak tutuyor işte.”
“Ne tutuyor?”
“Bak sana önce özellikleri söyleyeyim. “Sıkılgan, kararsız, maymun iştahlı, dengesiz, konuşkan, arkadaş canlısı, enerjik.”
Duraksadığımı görünce bastırdı. “Tam şikayet ettiğin şeyler işte. Bende de aynısı oldu. Oğlakken yay olmuşum. Ve birebir tutuyor değişimim.”
“Ben ne olmuşum peki?”
“İkizler.”
İstemsizce irkildim. Bir yandan dünyanın en manasız açıklaması gibi gelen bir şey vardı karşımda. Diğer yandansa tam bir ikizler gibi davranıyordum. Kardeşim ikizlerdi ve şu anda kendimden şikayet ettiğim her şeyi onda görüp söylenirdim. Hatta annemle ortaklık kurduğumuz nadir konulardan biriydi bu. Özellikle maymun iştahlı oluşunu ne zaman gündem etmeye çalışsak “ben ikizler burcuyum işte, yapım böyle” derdi. Bunu hep bir bahane olarak görmüştüm. Ama şimdi son aylardaki halimi düşününce giderek mantıklı hale gelmeye başlıyordu. Demek ki ailemle yaşananlardan dolayı değildi tüm bunlar. Aksine ailemle geldiğimiz durum bu yüzdendi. Bu tutunmak istediğim bir neden oldu bir anda. Ben düşünürken İrem bir yandan anlatmaya devam ediyordu. Bahsettiğim tüm olayları başaktan ikizlere geçişim üzerinden yorumluyordu. Belki de… kim bilir? Peki ben bunu Özge Hanıma nasıl anlatacaktım?