Maskeler Düşüyor

Hacer Uyğur

Aptal telefon. En gerekli anlarda sıkıntı çıkarır. Şu an dizi izlesem ya da instagramda reelsleri kaydırıyor olsam sorun yaşamayacağıma o kadar eminim ki. Ama hemen yarın için uçak bileti bulmam gerektiğinde takılır kalır. Ayağımı hızlı hızlı yere vurmanın telefonu da hızlandırmadığını fark edince ayağa kalkıp boşta teknolojik bir alet bulabilmek için etrafı taramaya başladım. Ve işte orada, komodinin üzerinde öylece duran telefonla göz göze geldim. Babamın telefonuyla. “Aha!” şeklinde yükselen zafer narasıyla beraber telefona koştum. Yarın o uçağa binilecek!

Bilet satış sayfasına girdiğimde yarın için son bir biletin kaldığını gördüm. Fiyat olarak biraz fazlaydı ama yapacak bir şey de yoktu. Günlerdir başvurduğum işten mülakat için dönüş bekliyordum. Mülakata kabulümün son anda haber verilmiş olmasına söylene söylene bilgilerimi girdim. Tam kredi kartı bilgilerini yazıyordum ki mesaj bildirimi geldi. Gönderen gizli numaraydı.

“Aldattığının kanıtlarını karına yollamamı istemiyorsan…”

Bildirimde görünen bu kadardı. Birkaç saniye ne okuduğumu anlamaya çalıştım. Aldatmak? Kanıt? Karın? Annem? Babam annemi mi aldatıyor? Babam annemi aldatıyor!

Birden dank eden farkındalıkla çığlık atmamak için ellerimi ağzıma kapatmam gerekti. Ellerim ağzımda, gözlerim kanepenin köşesine fırlattığım telefona dikili halde birkaç dakika öylece kaldım. Ne yapmam gerektiğini kestiremiyordum. Sonra mesaja bakmaya karar verdim.

“Aldattığının kanıtlarını karına yollamamı istemiyorsan 250.000 TL’yi 2 gün sonra gece 3’te Merkez Camii’nin bahçesine getir”

250 bini babam nasıl bulacaktı ki? Ve ben neden parayı babamın nerde bulacağını düşünüyordum? Olayı biraz anlamam gerektiğini düşündüm. Karşıdakini konuşturmak iyi olacaktı.

“Kanıtın olduğunu nerden bileceğim?”

Hızlıca cevap geldi: “Aldattığını bildiğime göre kanıtlayabileceğime de inanabilirsin.”

“Parayı getirirsem kanıtları yok edecek misin?”

“Evet. Kimsenin hiçbir şeyden haberi olmayacak.”

“Buna nasıl güvenebilirim?”

Neden böyle bir şey soruyordum? Karşımdaki her kimse ondan kanıtları yok etmesini istiyordum sanki. Kanıtların yok olmasını mı istiyordum gerçekten? Bir an annemi düşündüm. Kendini evine, ailesine adayan şimdiyse aldatıldığından haberi bile olmayan annemi. Sonra babamı düşündüm. Klasik bir babaydı. Evle çok fazla igilenmezdi ama gözünün dışarıda olduğunu da düşündürecek herhangi bir hareketini görmemiştim şimdiye kadar. Nasıl bir aldatmaydı acaba? Tek seferlik miydi? Duygusal bir ilişki miydi? Bizden başka ailesi var mıydı? Başka kızı?

Mesaj bildirimiyle kendime geldim. “Güvenemezsin. Ama parayı getirmezsen kesin olarak karına yollayacağım. Bunu bilmen yeterli.”

Acaba dolandırıcı mıydı bu kişi. Dikkat çekici bir mesajla blöf yapıp gerçekten karısını aldatanlardan bedavadan para kazanıyor olabilirdi. Babam da bu tuzağa düşecek mi diye denenen bir hedef olabilirdi. Ama merkez camiinin orada yaşadığımızı nerede biliyordu? Yine de konumumuzu biliyor olabilirdi. Emin olmam gerekiyordu.

“Bana bunun herkese atılan bir mesaj olmadığını kanıtlayacak bir şey söyle.” dedim. Anlar mıydı acaba? Anlamazsa da sorsundu. Bir süre telefondan gözlerimi ayırmadan cevap bekledim.

“Kızının yarın iş mülakatı var.” yazan bir mesaj geldi.

İrkilmiştim. Çünkü bunu çok az kişi biliyordu. Ben hariç sadece ailem ve başvurduğum yerdeki halka ilişkiler çalışanı biliyor olmalıydı. Peki bu kişi nasıl bilebilirdi. Sormak için mesaj yazacakken “Daha fazla cevap vermeyeceğim. iki gün sonra parayı getirmeni bekliyor olacağım.” mesajını gördüm ve aynı anda babamın sesini duydum “Esraa telefonumu gördün mü? Çıkmam lazım.”

Ne yaptığımı bile tam fark etmeden telefondan mesajları sildim. “Burada baba, bilet bakıyordum.” diyip telefonu babama götürdüm. “İyi. Aldın mı bari?” dedi. “Aldım” diye yalan söyledim. Başını sallayıp telefonu cebine attı. Sonra kapıyı çekip çıktı. Bense öylece kapının arkasından bakakaldım. O an babamın yanıma gelip başımı okşamasını, “Öyle bir şey yok tabii ki, ben annene, bizim ailemize bunu yapar mıyım?” demesini istedim. Ama olan bitenden haberi yoktu. Olsa da çok fark etmezdi ya.

Günün geri kalanı ne yapacağımı düşünerek geçti. Tam bir karar verememiş olsam da mülakat gitmekten vazgeçmiştim. Evinde kalmak için arkadaşımı aradım. Sabahtan çıkıp mülakata gider gibi onun yanına gidecek ve bundan sonrasını planlamaya çalışacaktım. Aslında seçenekler barizdi. Durumdan babama bahsedip açıklamasını isteyebilir para işini ona bırakabilirdim, kimseye bahsetmeyip karşıdaki kişinin kanıtları anneme göstermesini bekleyebilirdim ya da parayı bulup kimsenin haberi olmadan bu işi halledebilirdim. Diğer seçenekleri ne kadar değerlendirmek istesem de son şıkta beni çeken bir şey vardı. Hiçbir yüzleşmenin olmadığı, ailenin eski halinde devam ettiği bir dünya. Her şey olduğu yerde. Ama ya oldukları yer aslında benim düşündüğüm yer değilse? Hem bu yükü ne kadar tek başıma taşıyabilirdim?

Bir de para mevzusu vardı. Kenarda birikmişlerimi toplasam, altınlarımı bozdursam ancak elli bin kadar bir araya getirebilirdim. Arkadaşlarımdan ne kadar isteyebilirdim? Diyelim ki istedim ve bir şekilde iki yüz bin kadar toplayabilidim. Bunu nasıl ödeyecektim? Girebileceğim en iyi işin de mülakatını kaçırmış olacaktım. İşsiz biri olarak bankadan kredi de çekemezdim.

Arkadaşımın evindeki vaktim de bunları düşünmekle geçiyordu. Hangi yolu seçersem seçeyim büyük sıkıntılar olacaktı. Bir yandan babama öfkeleniyor, bir yandan anneme üzülüyor bir yandan da habire senaryolar kuruyordum zihnimden. Tam o sırada arkadaşım imdadıma yetişti.

Biraz zihnimi dağıtmak için sahile inmeyi önermişti. Ben de çok bunaldığım için kabul ettim. Sahilde yürürken havadan sudan konuşurken yakın zamanda evlerine hırsız girip ne var ne yoksa alan bir akrabalarından bahsetti. “Çok üzüldüler, çok da zorlandılar tabii ama ne yaparsın, cana geleceğine mala gelsin. Mal bir şekilde bulunur.”

“Tabi yaa!” dedim bağırır gibi. Arkadaşımın başkın bakışlarını görünce “Şey yani, tabi yaa cana geleceğine mala gelsin.” diye toparlamaya çalıştım. Garipsemiş bir şekilde baktı ama sonra omuz silkip anlatmaya devam etti. Bense onu dinlemiyordum. Ne yapacağımı bulmuştum. Annemlerin araba almak için kenarda biriktirdikleri altınlar vardı. Zaten bu iş açığa çıkarsa değil araba almak birbirlerinin suratını bile göremeyeceklerine göre… Cana geleceğine mala gelsin. Ne güzel söylemişti. Belki kimse ölmezdi ama hem annem hem de kardeşim babamın yaptıklarını duysa bir can kaybederlerdi. Çünkü benim yaşadığım tam olarak buydu. Ve geri dönebileceğimi de sanmıyordum.

O gece herkes uyurken gizlice eve girdim. Sabah da her şeyi bozdurup parayı hazırladım. Büyük bir gerginlikle geceyi bekledim. Kimdi bu kişi? Kanıtları bana gösterecek miydi? Ben görmek istiyor muydum? Zihnim hiç durmadan çalışırken sonunda gece geldi. Saat tam üçte camiinin bahçesindeydim. Elimde parayla söylenen yere yaklaşıyordum. Kim olduğunu çıkaramadığım bir silüet beni izliyordu. Yüzünde bir maske vardı. Aramızda 10-15 metre bir mesafe kalmıştı ki artık iyice netleşmiş olan silüet maskesini çıkardı.

“Esra?”

“Anne?”