Leyla Rengi

İrem İlayda Karkı

Hafif bir müzik sesi geliyordu. Gözlerim kapalı olduğu için kulaklarımın daha iyi algıladığını fark ettim. Müziği seçemedim. Çok fazla müzik dinlemezdim. Karım severdi. Hatta bu müzik onun dinlediklerinden birine benziyordu. Bir süre sonra gözlerimdeki bağı açtılar. Önce gözlerim kamaştı, etrafı tam göremedim. Sonra yavaş yavaş görüntüler netleşmeye başladı. Mahkeme salonu gibi bir yerdeydim. Salonun tam ortasında, bana ayrılan yerde duruyordum. Karşımda 5 kişi vardı, hepsi leylak rengi giyinmişlerdi ve üzerlerinde cübbeye benzeyen ama daha çok pelerini andıran bir şey vardı. Kapıda bekleyen 2 kişi de leylak rengi polis kıyafeti giymişlerdi. Duvarlar bembeyazdı. Etrafı biraz inceledikten sonra tam ortada oturan otuzlu yaşlarında kadın söz aldı.

“Kenan bey oturun lütfen. Önümüzde uzun bir süreç var, şimdiden yorulmanızı istemeyiz.”

Bu talimat karşısında bulunduğum yerdeki sandalyeyi fark ederek oturdum ve her insanın soracağı ilk soruyu sordum.

“Neredeyim?”

Yine aynı kişi cevap verdi.

“ADVC -Aldatan insanlara ufak bir ders verme cemiyeti-’nin mahkeme salonundasınız.”

“Pardon hanımefendi, anlamadım.”

“Birazdan anlarsınız.”

Ellerim titremeye başlamıştı. En son hatırladığım şey takside olduğumdu. Arabam bozulduğu için işe giderken taksi çağırmak durumunda kalmıştım. Sonra gözlerim bağlı bir şekilde uyandım ve buraya getirildim. Aldatma cemiyeti miymiş neymiş, bunlar neyin peşinde? Nereden bilecekler, bilemezler.

“Bakın, ben tam olarak anlamadım zaten niyetinizi ama zaten aldatma falan bunlarla işim olmaz benim. İşin gücünde, evden işe işten eve giden bir insanım ben. Yanlışlık oldu sanırım. Bırakın gideyim.”

İkna çabalarım sonuç vermemişti. Karşımdaki insanlar bir anda hep birlikte kahkaha atmaya başladılar. İstemsiz ben de gülmeye başladım, ta ki içlerinden en yaşlısı önüme sosyal medyadaki mesajlaşmaların fotoğraflarını atana kadar. Mümkün değildi. Ben bunların hepsini silmiştim. Ama önümde duruyordu. Şaşkınlığım onların neşesini arttırmıştı. Ortada oturan, muhtemelen grubun sözcüsü kadın konuştu yine.

“Kenan bey. Buraya gelen herkes ilk önce aynı şeyi söyler. Benim suçum yok, ben masumum. Değilsiniz ve biz bunu biliyoruz. Kanıtlarımız var. Sizin sadece sil tuşuna basarak yok olduğunu düşündüğünüz kanıtlar.”

Hâlâ bir umut kendimi kurtarma çabasındaydım.

“Ama bunlar sadece mesajlaşmalar. Aldatmak sayılmaz ki.”

Bu sözlerim odadaki herkesin neşesini bölüp bir anda sinirlenmelerine neden olmuştu.

“Sayılmaz mı? Emin misiniz? Madem öyle biz bu fotoğrafları karınıza gönderelim.”

“Hayır, durun.”

“Bu kanıtları karınıza yollamamızı istemiyorsanız, sorularımıza güzelce cevap verin. Sonra serbest kalacaksınız.”

“Amacınızı hâlâ anlamış değilim ama tamam. İstediğinizi yapacağım.”

“Güzel. O zaman ilk sorudan başlayalım. Karınız Leyla hanımla nasıl tanıştınız?”

Şimdi de saçma sapan sorulara başladılar. Cevap vermesem olmaz. Cevap versem ne yapacaklar bu cevapları anlamış değilim. Nasıl tanışmıştık ki biz? Bu soruyu düşünmeyeli çok uzun zaman oldu.

“Sanırım ilkbahardı. Ben biraz yürüyüş yapmak için yürüyüş parkına gitmiştim. Yine canım sıkılmıştı. Neye sıkılmıştı hatırlamıyorum ama nefes alamayacak kadar daraldığımı hatırlıyorum. Sık sık nefes almaya çalışıyordum. Yerde sararıp dökülmüş yapraklar vardı. Sonbaharmış. Ben bir anda nasıl bu kadar şey hatırladım?”

“Düşündünüz Kenan bey. Düşünmediğimiz şeylerin hafızamızdan silinip gittiğini düşünüyoruz çoğu zaman, sil tuşuna bastığımızda yazışmaların silindiğini düşündüğümüz gibi hahahahahah. Pardon. Anılarımız sadece hatırlanmayı bekliyor. Lütfen devam edin.”

Bu kadınlar nasıl varlıklar aklım almıyor. Sadece cevap vermek yerine eğer ellerinde koz varsa imalı gönderileri ihmal etmiyorlar.

“Neyse. Ben yürüyordum. Leyla duruyordu. Yürüyüş yolunda neden yürümeyip duruyor diye düşündüğümü hatırlıyorum. Ona yaklaşınca ağacın üzerindeki örümceğe baktığını görmüştüm. İlk defa böcek karşısında çığlık atmayan bir kadınla karşılaşmıştım. İlgimi çekti. Biraz sohbet ettik. Örümcekleri çok seviyormuş. Onunla yaptığımız sohbet bana her şeyi unutturmuştu. Nefes aldığımı hissetmiştim. Böyle başladı konuşmalarımız, tanışmamız, söz, nişan, evlilik. “

“Örümcekleri sevdiği için yani.”

“Evet.”

“Peki. Leyla hanımın en sevdiğiniz özellikleri neler?”

“Bunları neden soruyorsunuz?”

“Anlayacaksınız ama önce cevaplayın. Yoksa…”

“Tamam. En sevdiğim özelliği sanırım şefkati. En derin yaranızı buluyor ama asla hissettirmiyor. Yaraya dokunmuyor, sadece sarıp sarmalıyor. En öfkeli anlarda bile beni düşündüğünü hissediyorum. Ve en önemlisi bunu insanın gözüne soka soka yapmıyor. Laf olsun diye değil, göstermelik değil. Gerçekten.”

“Başka?”

Daha önce bu soruyu da hiç düşünmediğimi fark ettim. Ne kadar da düşünmeden yaşamıştım hayatı. Şimdi farkına varıyordum.

“Beni severken kendini sevmeyi de ihmal etmedi. Bana gösterdiği şefkati kendine de gösterdi. Galiba bu yüzden bana rağmen pes etmedi. Mutsuz olmadı. Bir de kulaklığını takıp temizlik yapmasına hayranım. Sanırsın dünyanın en sıradan işini değil de en büyük gösterisini yapıyor.”

Tebessüm ettim. Hayali canlandı gözümde. Daha bugün evden çıkarken gördüm karımı ama sanki uzun zamandır görmüyordum. Kalbimdeki özlemi hissettim. Bunlar bana burada ne yapıyordu?

“Yeter. Devam etmeyeceğim. Ne yaptığınızı sanıyorsunuz siz? Sizi polise şikayet edeceğim. Beni burada zorla tutamazsınız.”

“Buyurun çıkabilirsiniz. Biz sizi zorla tutmuyoruz burada. İstediğiniz zaman burayı terk edebilirsiniz. Ama buradan gidişiniz bizim istediğimiz zamanda olmazsa karınıza gidecek mesajdan siz sorumlusunuz.”

Kalbim sıkışmaya başlamıştı. Şimdi Leyla’nın gerçekleri öğrenmesi konusunda buraya geldiğim ilk andan daha fazla tedirgindim. Olmuyordu, kapıdan çıkıp gitmeyi göze alamıyordum.

“Sanırım kalıyorsunuz. Güzel. Son bir sorumuz kaldı bizim de. Karınızı neden aldattınız?”

Yine düşünmediğim sorulardan biriydi. Neden yaptım? Neden böylesine güzel seven birine bunu yaptım?

“Bilmiyorum.”

“Hayır, biliyorsunuz. Düşünün.”

“Bir şey beni rahatsız etti. Bilmiyorum işte. Aptalımdır belki.”

Sinirlenmeye başlamıştım. Kendimle yüzleşmek istemiyordum.

“Evet aptalsınız kuşkusuz. Ama tek sebep bu değil. Ne rahatsız etti sizi?”

“Ben üzerinizdeki kıyafetin rengini bile bilmezdim. Leyla öğretti bana, çok severdi. Leyla rengi derdim ben de. Burada çalan müziği bilmem ama tanıdık. Leyla yüzünden. Hayatımda değişim başlattı. Hayatımın değişmesini istemedim sanırım.”

“Hayatınızda nasıl bir değişim oldu?”

“Ben normalde kafama göre yaşardım. İş dışında ne zaman istersem uyurum, ne zaman istersem uyanırım, canım istediğinde şehir dışına giderim, yemek yemek istemiyorsam yemem, hatta yemek yemem. Abur cuburla hayatımı devam ettiririm. Brokoli ile tanıştım ben. O ne öyle? Yemiyorum ya, yemiyorum işte. Ben sağlıksız besleneceğim kime ne! Hayatıma bir düzen getirdi. İlk başta güzelmiş gibi geldi ama sonra istemedim. Bilmiyorum işte rahatsız oldum.”

“Madem rahatsız oldunuz neden ayrılmadınız?”

“Seviyordum. Seviyorum.”

“Rahatsız olduğunuz kişi Leyla hanım değil de kendiniz olabilir misiniz?”

Ben mi beni rahatsız ediyordum? Yıllarca kendimle yaşadım. Evet, nefes alamayarak. Hep bir can sıkıntısı içerisinde. Mutlu olmaktan korkarak. İlk mutluluğumda… Bendim.

“Leyla’nın suçu değildi. Ben mutlu olmaktan o kadar korkuyordum ki bu mutluluğu kendi ellerimle bozdum. Farkında değildim. Kendimi onun yanında yetersiz hissettim. Yeri geldi onu aşağıladım, küçümsedim. Ben aşağıdayım diye onu da aşağı çekmek istedim. Bunu başaramayınca da…”

“Bunu başaramayınca kendinizi daha çok aşağı çektiniz. Peki. Bu sizin tercihinizdi. Bu hayatı siz yaşıyorsunuz. Kimse sizin adınıza kararlar almayacak, gelip hatalarınızı telafi etmeyecek, kimse sizin yerinize mutlu veya mutsuz olmayacak. Bizim sorularımız bu kadardı. Gidebilirsiniz.”

İçimdeki duygular karışmıştı. Karıma olan sevgim, kaybetme korkum, kendime olan güvensizliğim. Hepsi birbirine karışmıştı. Burada sorulan soruları keşke daha önce düşünseydim. Telafi edebilir miydim?

“Karıma mesajları göndermeyeceksiniz değil mi?

“Kenan bey bizim burada soruları sorma amacımız sizin yaptığınız hataların en çok sizin hayatınızı mahvedeceğinin farkına varmanızı sağlamaktı. Ama tabii ki karınız da haberdar olacak. Ek olarak bu birkaç saatin videosunu da göndereceğiz.”

Her şey elimden kayıp gidiyordu ve ben tutamıyordum. Ben ne yaptım böyle?

“Ama bana göndermeyeceğiz dediniz.”

“Sorularımızı cevaplamazsanız mesajları göndeririz dedik ama cevaplandırdıktan sonra göndermeyiz demedik hahahahaha.”

Odadaki herkes kahkahalar eşliğinde odayı terk etti. Buraya geldiğimden beri her fırsatta odadan çıkmak isteyen ben, şimdi bu gücü kendimde bulamıyordum. Hayatımı, kendimi, geleceğimi bir kenara bırakıp belki de uzun zamandır ilk defa karımı düşündüm. Sesim boş odanın duvarlarında yankılandı.

“Leyla çok üzülecek.”