Taht Mı Baht Mı?

İrem İlayda Karkı

Bebekbakan’ın kapısına geldiğinde soluk soluğa kalmıştı. Elinde, kanlar içindeki battaniyeye sarılı bir bebek tutuyordu. Dışarıda yağan yağmura eşlik eden şimşek sesleri bebeğin ağlamasını birazcık olsun saklıyordu. Bebekbakan kapıyı açtığında gördükleri karşısında şok oldu. Ne bir adım ileriye atabiliyor, ne bir adım geriye çekilebiliyordu. Eşik ikisi arasında geçildiğinde onları felakete götürecek bir sınırdı. Eşiği ilk geçen Kılıççeken oldu.

“Bebekbakan yardım etmen gerekiyor.”

Bebekbakan’ın hâlââ dili çözülememişti sadece izliyordu. Tam o sırada diğer odadan gelen bebek sesi Kılıççeken’in kucağındaki bebeğin senkronize bir şekilde ağlamasına sebep oldu.

“Kim var içeride?”

“Kraliçenin bebeği.”

“Neden sarayda değil de burada?”

“Sarayda eğlence varmış. Beş artı bir sarayda yaşıyoruz, ağlarsa eğlence mahvolur dedi, biraz sarayın küçüklüğüne söylendi, bebeği bıraktı gitti.”

Kılıççeken gülse mi bebeklerin ağlamasına mı katılsa bilemedi.

“Sen anlat, kim bu bebek.”

Bebekbakan yandaki odadan bebeği almış kucağında pışpışlamaya başlamıştı. Kılıççeken ona bakarak kendisi de benzer hareketleri yapmaya çalıştı. Bebek biraz sakinleşmişti.

“Adını bilmiyorum. Varlığını da bilmiyorduk. Düzenbozan’ın oğluymuş. Düzenbozan’ın bir ailesi varmış. Bilmiyorduk. Evine girdiğimizde kucağındaydı. Ama dönemezdik. Bir kere o emri almıştık, kapıyı kırmıştık, kılıcımızı doğrultmuştuk. Tek olsaydım… Kral akrabası Yancı’yı yanıma verdi. Ona da tembih etmiş Kılıççeken’in peşinden ayrılmayacak tüm işi öğreneceksin diye. Peşimden ayrılmıyor. Utanmaz neredeyse banyoya bile benimle gelecek. Peşimden atamadım, mecbur beraber gittik. Niyetim Düzenbozan’ın savaşırken kaçmasına yardımcı olmaktı. Ama savaşamadı bile. Kucağında bebek vardı. Yancı kılıcını adama saplayıverdi. Bebeği son anda kucağından almaya yetişebildim. Az kalsın bebeği de…”

Kılıççeken bir anda hıçkırarak ağlamaya başladı. Akşamın stresi, ellerindeki kanın ağırlığı onu oldukça sarsmıştı. Düzenbozan’ın yere yığılmadan önceki bakışları aklından çıkmıyordu. Ülkenin en iyi kılıç kullanan adamıydı ama yüreği ile başa çıkamıyordu. Ülkeyi korumak için elinden geleni yapar, gözünü kırpmaz ama karşısında kılıç değil bebek tutan bir insana kılıcını saplayamazdı. Hem de masumsa. “Ahhh yancı şerefsizi, vicdansız köpek. Ben seni bizzat krala öldürtmez miyim, gör bak.”

Kucağındaki bebeğe çok sıkmamaya gayret ederek sarıldı. Bebek kokusu kan kokusunu bastırıyordu. Senin için elimden geleni yapacağım diye kulağına fısıldadı.

“Senden bir şey isteyeceğim. Bu bebeğe bakabilir misin? Ben elimden gelen desteği göstereceğim sana.”

“Yancı anlamayacak mı? Demez mi krala bebeğin Düzenbozan’ın oğlu olduğunu? Daha çok gencim Kılıççeken. Ölmek istemiyorum.”

“Ben Yancı köpeğine bebeği suya bırakacağımı söyledim. Yoksa kendisi… Olmuyor. Çıkmıyor ağzımdan. Bebek ve ölüm yan yana gelmiyor. Nasıl bu kadar vicdansızlar?”

“Savaşlarda kaç bebek…”

“Tamamlama lafını. Kalbim dayanmıyor. Savaşlar yerin dibine batsın. Vicdansızlar da yerin dibindeki ateşten nehirlere batsın. Biz bu bebeği yaşatmak zorundayız Bebekbakan. Buna mecburuz. Yaşarken yerin dibindeki o ateşten nehirlere batmamak için mecburuz.”

“Tamam. Dur düşünelim. Sen bu işe hiç karışma. Ben bu bebeği iki gün önce ormanda buldum. Böyle söyleyeceğiz insanlara. Benim bulmuş olmam şüphe uyandırmaz. İki gün önce bulmuş olmam da insanların Düzenbozan ile arasında bağ kurmasını engeller. Çok kafa yoracaklarını sanmıyorum da neyse.”

“Tamam güzel. Böyle yapalım. Ben gidiyorum o zaman.”

“Dur gitmeden bebekleri yıkayalım. Prensin yedek kıyafetlerinden birini giydirelim bu garibe de.”

Ona da tamam dedi Kılıççeken. Beraber bebekleri güzelce yıkadılar. Bebeklere aynı kıyafetleri giydirip kanepeye yan yana bıraktılar. İkiz gibi olmuşlardı. 40 günlük yoktular belki ikisi de. Daha çok miniklerdi. Hangisi prens hangisi Düzenbozan’ın oğlu diye düşündü Kılıççeken. Emin olamadı. Bebekbakan, Kılıççeken’in içine düşen şüpheyi anladı.

“Yenidoğan bebekler birbirine benzer. Bak prens bu.”

Bebekbakan’ın ikisini ayırabiliyor olması Kılıççeken’in içini rahatlattı.

“Benim gitmem lazım. Düzenbozan’ın haberini krala iletmedim henüz.”

İki sırdaş birbirine güç vermeye çalışırcasına sarıldı birbirine. Vedalaştılar. Birkaç saat sonra Kılıççeken tekrar kapıyı çaldı.

“Kral prensi istiyor.” dedi içeriye girerken.

“Ama ben nasıl geleceğim? Düzenbozan’ın oğlu ne olacak?”

“Ben ayarladım onu. Bundan sonra prense Bebekseven bakacak. “

“Bebekseven geri mi döndü?”

Bebekbakan şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemedi. Bebekseven normalde sarayın bebeklerini büyüten kişiydi. Ama son zamanlarda saraydaki keyfiyete düşkünlük, içkili eğlenceler onu rahatsız etmeye başlamıştı. Bardağı taşıran son damla büyütüp ders verdiği çocukların sorgulamıyor olmasıydı. Yaklaşık 10 yıldır kraliyete gelen nesillerde bir problem vardı. İlk başta sakarlık sanmıştık ama değildi. Sanki genetikleri ile oynanmıştı. Düşünmüyorlar, sorgulamıyorlar, en önemlisi ise hiçbir konuda vicdan yapmıyorlardı. Sözde bizi yöneten onlardı ama onları yöneten de birileri vardı. Bunu ilk fark eden ise Düzenbozan oldu. Biz susmuştuk. O susmadı. Sorguladı, araştırdı, anlattı, yetmedi yazdı. Halk da bir yerde durumun farkına varmıştı ama öldürülmekten korktukları için kimse sesini çıkaramıyordu. Bebekseven de tepkisini saraydan ayrılarak ortaya koymuştu. Şimdi geri dönmesi çok ilginçti.

“Ona her şeyi anlattım. Vizdansızlıkların boyutunun arttığının o da farkında. Bir umut bir şeyleri değiştirebilme düşüncesiyle geri döndü. Prens son kalemiz. Onu güzel yetiştirebilirsek her şey değişir. Bebekseven ile buna karar verdik.”

“Peki ya ben ne yapacağım?”

“Sen her şeyin değişeceği güne kadar Düzenbozan’ın emanetine sahip çıkacaksın.”

Kılıççeken prensi alıp sarayda Bebekseven’e teslim etti. Bebekseven prensi sardı sarmaladı. Kulağından ninnisini, ellerinden şefkati eksik etmedi. Kraliçe günde bir defa bazen birkaç günde bir defa uğrayıp geri gidiyordu. Bebekseven ise prensi kucağından neredeyse hiç indirmiyordu. Saraydaki diğer çalışanlar yapma etme kucağına alışır deseler de dinletememişlerdi. Bebekseven’e göre kucak bebek için sevgiydi, yuvaydı. Biraz daha büyüyene kadar prense yuva olacaktı. Prens diğerlerinden farklı olmalıydı. Dudaklarından bu duayı eksik etmedi. Prens büyüdükçe gözlerindeki ışıltı artıyordu. Her şeyi çok çabuk kavrıyordu. Daha 5 yaşındayken strateji oyunları oynamaya başlamışlardı. Her gün vicdanı temel alan kitaplar okuyorlardı. Bu çabaların ilk meyvesini prens yedi yaşlarındayken aldılar. Halktan ihtiyar biri bir sorunu için kralın karşısına çıkmıştı. Kral sorunu çözemeyince öfkeyle ihtiyara vurmaya başlamıştı. Prens hem babasının önüne geçip onu engellemiş hem de herkesin memnun olacağı bir şekilde sorunu çözmüştü. Kral halk günlerinde kendini yormamak için artık oğlunu çağırıyordu. Bu günler prens halktan birilerini tanıyacağı için heyecanlı oluyor ama sakin bir şekilde sorunlara pratik çözümler üretiyordu. Prens halkı, halk da prensi sevmişti. Bebekseven yıllardır gösterdikleri çabanın sonuç veriyor olmasından çok memnundu. Ama memnun olmayanlar da vardı. Kraliyeti asıl yöneten komşu ülke prensin adını sık duymaya başlamış ve bundan rahatsız olmuştu. Onların istedikleri sorgulayan bir nesil değil, düzeni devam ettirecek olan prenslerdi. Hemen krala bir mektup yazdılar. Prensin halk tarafından çok sevildiğini, halkın kral yerine prensin tahta oturması gerektiğini düşündüğünü, bir çare bulmazlarsa kralın tahtı kaybedeceğini yazan bir mektuptu bu. Amaçları kralı huzursuz edip prensi öldürtmekti ve amaçlarına ulaşmışlardı. Kral önce 5+1 sarayının içinde dolandı, oraya sığamadı bahçede dolandı, yetmedi ormana gitti orada dolandı. Kralla karşılaşan herkes bir problem olduğunu anlıyor ama kimse sormaya cesaret edemiyordu. Minicik, gözleri parıl parıl parlayan prensimiz dışında. Prens önce sessizce kralın küçük gezisine katıldı. Birlikte yürüdüler. Kral yeniden saraya dönene kadar prensi görmemişti. Tahta oturduğunda kendisine sevgiyle bakan oğlunu gördü. Eliyle çık işareti yapmadan önce tek bir cümle kurdu oğluna.

“Bundan sonra halk günlerine katılmayacaksın.”

Prensin bakışlarındaki sevgi soldu, başını eğerek odadan ayrıldı. En büyük isteği babası tarafından onaylanmaktı. Koşarak annesine gitti, onu teselli etmesini bekledi. Ama annesi aşağı ülkede düzenlenen Kraliçe günlerine katılmak için hazırlanıyordu. Prensi dinlemedi bile. O da onu en çok anlayan insanın yanına koştu. Konuşmasına bile gerek kalmadı. Bebekseven her şeyin farkındaydı. Prensin gözlerindeki anlamları okuyor, ona kalbinden gelen sevginin hepsini vermeye çalışıyordu. Ama henüz dokuz yaşındaki bir çocuk için bu yeterli değildi. Bir taraftan prensin durumuna üzülüyor diğer taraftan prensin farkındalığının yüksek, kalbinin duygulara açık olması onu mutlu ediyordu. Bir robot değil bir insan yetiştirmeyi başarmışlardı. Hem de beklentilerinin üzerindeki bir zekaya sahip bir insan. Bebekseven bu düşüncelerle, uyuyakalan prensi izlerken Kılıççeken telaşla odaya daldı.

“Başımız belada. Yukarı ülkeden krala mektup geldi. Prensten rahatsızlar.”

“Ne yapacağız?”

“Bilmiyorum ama bir çare düşünmemiz lazım. Yukarı ülke rahat durmayacak, muhtemelen krala baskı yapacaktır. Kral ya prensi ortadan kaldıracak ya da rest çekmek zorunda kalacak. İkimiz de kralı tanıyoruz. Tek oğlu olmasına rağmen prens umrunda olmaz. “

İkisi birlikte uyuyan prense baktılar. Kral asla rest çekmezdi ama peki ya kral adına bir mektup gönderseler, kralın haberi olmadan yukarı ülkeye rest çekmiş olmaz mıydılar? Kılıççeken aklına gelen bu fikirle birlikte gülümsedi.

“Bebekseven, sence prens hazır mı?”

“Ne için?”

“Kendini ve ülkeyi korumak için.”

Bebekseven prensin kabiliyetlerinin farkında olsa da bu soru karşısında içi ürperdi. Elinde olsa onu pamuklara sarıp sarmalayacak, herkesten uzaklaştıracaktı.

“Bu kez bu bir oyun olmayacak biliyorsun, değil mi?”

Kılıççeken kendinden emin bir şekilde evet anlamında başını salladı.

Artık yapılması gereken belliydi. Kılıççeken bir hafta boyunca tüm olasılıkları gözden geçirdi. Bu olasılıkları oyun şeklinde prense sundular. Prensin seçimleri onların verdikleri bu kararın doğruluğu konusunda daha da emin olmalarını sağlıyordu. Her şey tamam sayılırdı. Kılıççeken ülke karışmadan önce yapması gereken son bir şey olduğunu hatırladı. Aslında hatırlamadı, hep aklındaydı. Prense her baktığında o geceyi hatırlıyor, Düzenbozan’ın oğlunun ne durumda olduğunu düşünüyordu. Bebekbakan ile zaman zaman konuşuyor, düzenli olarak maddi destekte bulunuyor, çocuğun iyi olduğu haberlerini alıyordu. Ama gidip görmek ona ağır geldiğinden bu zamana kadar hiç yüz yüze gelmemişti. Şimdi son görevi bu yüzleşmeyi yapmak ve çocuktan af dilemekti. Buruk bir heyecanla yola koyuldu. Bebekbakan’ın kapısına geldiğinde o gece yeniden zihninde canlandı, Düzenbozan’ın bakışını hatırladı. Acaba oğlu ona benziyor muydu? Kapıya üç defa vurdu. Bebekbakan kapıyı açtı ve şaşkın, endişeli gözlerle Kılıççeken’e baktı. Endişeli bakışları kapıdan oturma odasına doğru kaymıştı. Merhaba bile demeden Kılıççeken’i geri göndermeye çalıştı.

“Şimdi olmaz Kılıççeken. Zamanı değil, henüz değil.”

“Başka zaman olmayabilir. O yüzden geldim. Yakında savaşa girebiliriz.”

Bebekbakan bu haber karşısında ne diyeceğini bilemedi. Ama sanki haberden daha çok Kılıççeken’in içeriye girme ihtimali onu endişelenmişti. Yine eşikteydiler ve eşiği geçen yine Kılıççeken olmuştu. Çocuğu oturma odasında koltukta oturur bir şekilde buldu. Önünde kâğıt vardı ve anlamsız karalamalar yapıyordu. Kılıççeken merhaba dediğinde anlamsız bakışlarla birkaç saniye bakmış sonra cevap bile vermeden önündeki kağıda dönmüştü. Kılıççeken bu bakışları tanıyordu. Geçmiş hızlı bir şekilde gözlerinin önünden akıp gitti, yer ayağının altından kaydı. Son anda kendini koltuğa atmayı başarmıştı. Dokuz sene önce yaptığı hatayı şimdi anlıyordu. Öfkeyle Bebekbakan’a baktı. Kendini kandırılmış hissediyordu ki öyleydi de. En güvendiklerinden biri tarafından yıllarca kendine yalan söylenmişti. Tek bir şey merak etti.

“Dokuz sene önce o gece, bana prensi verirken biliyor muydun?”

Bebekbakan evet anlamında başını salladı.

“Bunu hepimizin iyiliği için yaptım. Eğer yapmasaydım bu dokuz senede hiçbir şey değişmeyecekti. Sadece bu dokuz sene değil sonrasında da. Şimdiki duruma bak. Prense bak. Hata mı yaptım?”

Evet, belki hata değildi ama Bebekbakan’ın gerçeği söylemiş olması gerekirdi. Kılıççeken ona güvenmişti.

“Eğer ben sana bunu daha önce söylemiş olsaydım sen prense her baktığında vicdan azabı çekecek ve ona gerekli eğitimi veremeyecektin. Asla başarıya ulaşamazdık.”

Haklıydı. Ama yine de içinde kırılan bir güven vardı. Prensi düşündü. Evet gerçekten de Düzenbozan’a benziyordu ve belki de bunu içten içe hep biliyordu. Bir yandan da mutlu olmuştu. Eğer planları başarıya ulaşırsa Düzenbozan’ın oğlu kral olacak ve ülkeye muhteşem bir düzen getirecekti. Bu ihtimale sıkıca sarıldı. Gitmeden önce Düzenbozan’ın oğlu zannettiği gerçek prensin kafasına bir öpücük kondurdu. Gerçek prens gülümseyerek karşılık verdi. Bebekbakan gururlandı.

“Onlar gibi değil. Evet zihinsel anlamda ileri düzeyde değil ama vicdanı var. Duyguları anlamaya ve tepki vermeye başladı. Sen merak etme, ben elimden geleni yapacağım onun için.”

Yaklaşık bir ay sonra Kılıççeken ufukta gemileri gördü. Koşarak krala geldi.

“Kralım yukarı ülkenin savaş gemileri geliyor.”

Kral şaşırmıştı. Bu mümkün değildi. Onlar ancak gezi için gelen tur gemileri olabilirdi.

“Kılıççeken bunadın galiba. Gezi için gelmişlerdir. Hemen güzel bir karşılama hazırlayın.”

Kılıççeken ile birlikte muhafızlar da kralın cevabı karşısında tedirginliklerini arttırdılar. O sırada prens de koşuşturmayı fark etmiş taht odasına gelmişti.

“Kralım gemide savaş bayrakları asılı. Gezi için olsa bilgimiz olurdu.”

“Eeehhh ben ne diyorsam o. Güzel bir karşılama hazırlayın, beni komşularıma mahçup etmeyin.”

Kılıççeken kralın son cümlesinden artık ondan yana umudu kesmesi gerektiğini anladı ve prensin önünde eğildi.

“Prensim ne yapmamızı emredersiniz?”

Kral bu münasebetsizlik karşısında iyice sinirlenmiş, muhafızlara Kılıççeken’i yakalamalarını emretmişti. Ancak hiçbir muhafız buna yanaşmadı. Adeta kralı duymuyorlar, prensin ağzından çıkacak emirleri bekliyorlardı. Prens hızlı bir şekilde olayları anlamış ve ne yapacağına karar vermişti.

“Öncelikle kralı odasına alalım, biraz dinlenmeye ihtiyacı var.”

Muhafızlar “Ben kralım, bunu yapamazsınız!” sesleri eşliğinde kralı götürdüler. Kral tahtan inerken ve prens tahta yönelmişken göz göze geldiler. Prensin bakışlarında hüzün vardı, babası için üzülmüştü. Kralın bakışlarında ise sadece öfke.

“Kılıççeken ordunun durumu hakkında bilgi istiyorum.”

“Tabii prensim.”

Kılıççeken gerçeği öğrendikten sonra ilk defa prensin yüzüne bakabilmişti. Mahçup oldu. Düzenbozan’ı gördü orada. Onun kararlı bakışlarını. Prens tam ona layık bir evlat olmuştu. Gururlandı.