Beynimde Tepinmeler

Emine Genç

Zorunlu sandığımız çoğu şey aslında onlardan vazgeçme ihtimalini hayal edemediğimiz için beynimizin içinde tepinip duruyorlar. Samira’nın beyni de tepinilmekten hallaç pamuğuna dönmüştü. Tüm hayatını bir yapılması gerekenler listesi olarak yaşıyordu. Yapılacaklar ya da ölmeden yapmak istediklerim gibi bir liste değil; gerekliliklerden mülhem bir listeydi bu. İçindeki ses, sosyal medya motivasyoncuları gibi sürekli emir kipinde “Yemek yap, okula git, dersi kaçırma, arabayı haftada bir yıkat, evin pencerelerini her cumartesi sil. İki günde bir toz al” diye zırvalayıp duruyordu.

Yine bir cumartesi günü Samira, “Şu camlara, pervazların haline bak. Kirlensin tamam. Bari parmağınla üzerine beni yıka yazarsın. Pasaklı, tembel şey. Yarın misafir gelsin de evinin halini görsün o zaman konuşuruz. Hadi kalk kaaalk kalk hadi. Bak hâlâ oturuyorsun. Bu arada yazı yazarken şapkaları unutma” diyen sese sessizce itaat etmek dışında ne yapabilirdi ki? Geçen hafta aldığı cam silme bezlerini almak için kilere giderken “Ah” dedi, “İmkânım olsaydı da dışarı çıksaydım.” Bunun zaten imkânları dahilinde olduğunun henüz farkında değildi. Koşulsuz itaat gösteriyordu. Tıpkı annesiyle yaşarken yaptığı gibi. Savaşmaktan ve kaybetmekten çoktan vazgeçmişti. Denileni yap ve kurtul. İlk camı silerken her hafta bu temizliği yapmanın yararlarını düşündü. Daha çok kirlenirse haftaya daha çok yorulurdu, temiz evde hastalık olmazdı. Her gelen Samira’nın titizliğini övmeye devam ederdi. İkinci cama geçtiğinde dışarıda büyüyen yeşilin güzelliği çarptı gözüne. Üç saniye yeşillerin arasında kahve içtiğini hayal edecekti ki bunu hak etmek için gerekenleri yapmadığını fark etti, hak ettiğinde de hevesi kalmıyordu zaten. Üçüncü cama geçtiğinde böyle temiz biri olduğu için şükretti. Temiz ve düzenliydi. Yani annesi kadar olmasa da fena sayılmazdı. Dördüncü cama geçtiğinde bu kadar temiz biri olmadığını hayal edecek oldu. Elinde kahveyle dışarı çıktığını, çimlere oturduğunu, mutlu ve telaşsız olduğunu düşündü. Sonra pantolonunun çim lekesi olduğunu, gömleğine kahve döküldüğünü düşündü. Beşinci cama geçtiğinde pantolonu ve gömleği çöpe bastığını düşündü. Altıncı cama geçmeden beynindeki annesine benzeyen tüm seslere aduket çekerek evi mümkün olan en rezalet ve pis haliyle bırakıp dışarı çıkmaya karar vermişti bile. Beyniyle girdiği bu savaşı kazanmak için gece salonda bıraktığı sürahiyi mutfağa götürmedi. Balkonun önündeki paspası düzeltmedi. Kahvaltısını bile yapmadan evden çıktı. Ama kapıyı kilitledi, o kadar da değil.

Arabaya atladı ve gelişine sürmeye başladı. Önce ilk bulduğu yeşillikte yuvarlanmayı düşündü sonra bunun biraz abartı olduğuna kanaat getirdi. Şehrin çıkışında yeni açılan bir kahvaltı mekânını hatırladı. Şimdi gidip bir güzel kahvaltısını yapacak sonra da doyasıya yeşilliklere bakacaktı. Fazlasına gerek yoktu. Navigasyonunu ayarladı ve sürmeye başladı. “Lütfen sağa dönünüz, ardından sola dönünüz, kavşaktan üçüncü çıkıştan devam ediniz” diye diye hiçliğin ortasında hedefe vardığını buyurdu navigasyon hanım. Bırak kahvaltı yapacak bir mekânı su alacak büfe bile yoktu. Basbayağı yanlış gelmişti. “Aman bir işi de düzgün yapsan şaşarım zaten, her işin mi eksik olacak böyle? Aç susuz kaldın ortalıkta. Şimdi ne yapacaksın, bak annenin sözünü dinlemezsen başına bunlar gelir” diye diye tepinişler başlayınca Samira baktı beyninden kurtulmanın yolu yok, arabayı park edip soldaki patikada yürümeye başladı. Artık listelere uymayacaktı. Kararım karar, yol mu çıktı yürü, kuyu mu var zıpla bu kadar basit. Beynimin içine tüküreyim, o sesini kesmeyi öğrenecek.

Samira yürüyordu ama hakikaten açtı susuzdu. Beyni biraz haklıydı yani. Öylece hiçliğin ortasında kalmıştı.

* Aha biri daha geliyor bakın hele, ilk defa çayıra salınmış danacık gibi bakmıyorlar mı hey Allahım yarabbim.

O sesini kesmeyi öğreneceksin. Benimle dalga geçmeyi bırakacaksın. Sen kendi uydurduğun şiveye bak önce. Ben böyle mi konuşuyorum.

* Gel canım gel, iki elma ye de gözünün feri gelsin.

Galiba bu ses beyninden gelmiyordu. Gerçi konuşma yine emrivâki, yine alaycıydı ama başka bir sesti bu.

* Solundaki elma ağacının altındayım. Gelsene kız, korkma cadı değilim. Kahvaltıcıya gelmedin mi sen?

* Evet ama… hah şimdi gördüm sizi, buraya yakın mı?

* Ay valla buraya yakın mı bilmiyorum. Gerçi ben kırk yıldır burada yaşıyorum dah bir tane dükkan görmedim ama iki aydır her Allahın günü kahvaltı uğruna buraya geliyorlar, avel avel etrafa bakıp geri dönüyorlar. Yolu buluyorlar mı eve mi dönüyolar haberim yok.

* Anladım, teşekkürler ben de gideyim o zaman. Yeterince avel avel bakmışımdır galiba.

* Ay kız ne alındın hemen. Gel bi elma ye de öyle gidersin. Dalından koparılmış mis gibi sulu yeşil elma. Her yerde bulamazsın.

Yol mu çıktı yürü, kuyu mu var zıpla, elma mı var ısır. Kararım karar, bundan dönen hıdır.

* Her gelene ikrâm ediyor musunuz böyle? Nerede yıkayabilirim bunu?

* Yıkamana gerek yok. Şöyle bi hoh’la, gömleğine sürüver tamam işte.

* …

* Ben daha bir kere o elmalara su değdirmedim. Gördüğün gibi gayet sağlıklıyım. Bu kadar düşünme ısır gitsin. Şifan olsun.

* Hımm lezzet liyymiş. Afedersin ağzm dolo.

* Afiyet olsun. Hayırdır sen tek misin, genelde ailecek en azından arkadaşıyla falan gelirler. Senin kimsen yok mu? Bak lafını bölüyorum. Senden önce bir çift geldi kızı görsen suratsız bişey. Ama güzeldi Allah için. Sen kalk ta altmış kilometre gel, hiçbir şey bulama. Oğlan da bir mahçup yanlış geldi diye. Belli yani bir ton laf işitecek şimdi. Acıdım valla ama yapacak bir şeyim yoktu. Gerisin geri gittiler. İnşallah bulmuşlardır yoksa oğlanın hâli harap. Ee seninki hani?

* Benimki yok, öyle kendi…

* Aman neyse bak ne dicem sana? Elmayı yedin de biraz gözünün feri geldi. Ne o öyle şaşkın ördek gibi bakıyorsun. Bir de yanlış anlama ama öyle kendi kendine konuşulmaz yollarda, deli derler yani. Benden demesi.

* Kendi kendime konuşmuyorum. Yani öyle aslında ama seni beynim sandığım için… Yani demek istediğim sen seslenince beynim yine tepiniyor sandım.

* Deli derlerse şaşırma kız. Tepinmek de nesi? Bizim oluyo biraz iki ay kadar önce buraya gelen bi aile vardı. Bi oğulları var Allah düşmanımın başına vermesin. Tepinmek onunkisi. Ağaçtan ağaca zıpladı durdu. İnsanı deli eder.

* Öyle değil benimki. Beynim sizden fena olmasın yapmam gerekenleri emredip duruyor. Yapmadıkça kafamın içinde tepiniyor resmen. Onu yap bunu yap bırakmıyor beni. Ona inat geldim zaten.

* Allah senin iyiliğini versin. İnsan beynine muhalefet edebilir mi? Hadi ettin diyelim. Beyninin bu muhalefeti planlamadığını nerden biliyorsun? Ya amacı seni kışkırtmaktıysa?

Samira bir saniye durdu. Bu beyninden beter durmadan konuşan kadın haklı olabilir miydi? Yine kendisine mi yenilmişti? Bir ısırık daha aldı elmadan.

* Yo, hayır yanılıyorsunuz. Beynimi ve benden iyi tanıyacak haliniz yok. Hem diyelim beynim beni oyuna getirdi, bu oyuna düşmeyi ben istediysem ne olacak? Bu oyunu kimin kazandığını bilmemiz mümkün mü?

* Az önce inatlaşıyordun şimdi aranızda bir oyun olduğunu söylüyorsun. Sen naptığının farkında mısın cidden?

* Biliyor musunuz, elma için teşekkürler. Benim şimdi gitmem gerekiyor.

Samira cevabı beklemeden kalkmıştı. Elinde yarım kalmış bir elmayla arabaya yürümeye başladı. Elindeki elmayı kendinin haberi olmadan sağdaki tarlaya fırlatmaya çalıştı. İmkânsızdı.

Yol mu çıktı yürü! Kuyu mu var zıpla! Elma mı var ısır! Hedef mi var yakala! Kararım karar, bundan dönen hıdır!