Gidememek De Bir Dönüştür

İrem İlayda Karkı

Güneşin sıcaklığı bile içimdeki fırtınaları durdurmaya yetmiyordu o gün. Sonra zaten hava bir anda kapanmış, yağmur yağacağı sinyalini vermişti. Ama yağmur da yağmamıştı. Havanın arada kalmışlığı benim fırtınalarımı coşturmuştu. Çığlık atma isteği vardı içimde. Annemin kardeşimle birlikte ne oldu diye odamı basması ihtimali beni bu istekten vazgeçirmişti. Diğer tüm isteklerimden vazgeçtiğim gibi. 30 yaşındayım, rahat rahat bir çığlık bile atamıyorum dedim kendi kendime. Evden uzaklaşmaya karar verdim. Burada depresyona bile girmek mümkün değildi. Telefonumdan nereye gidebilirim diye baktım. Hep coşkulu, eğlenceli öneriler karşıma çıkıyordu. İçimden yüksek sesle “BEN EĞLENMEK İSTEMİYORUM.” diye tekrarladım. Sonra haritaları açtım. Sessiz sakin olabileceğini düşündüğüm yerlere bakmaya çalıştım. İçlerinden bir yer dikkatimi çekmeyi başarmıştı. Depresyon noktası. Bir yerin adı neden depresyon noktası olurdu, anlam veremedim ama oraya gitmem gerektiğine dair güçlü bir his oluştu içimde. Hazırlanıp odadan çıktım. Anneme görünmeden kaçmaya çalıştığım sırada…

“Kızım. Nereye böyle?”

Bu imalı bir soruydu. “Evde bir sürü iş var, sabahtan beri yatıyorsun. Hafta sonlarında bana biraz yardımcı olmak yerine nereye gidiyorsun?” sorusuydu aslında.

“Biraz işim var anne?”

“Ne işi bu? Yine o çocukla mı görüşeceksin? Ay başıma gelenler. Kurtulamadın gitti o serseriden. Kızım evlenmez o seninle, anlamadın mı hâlâ?”

Evlenmeyi istemeyen benim diyemedim. Ayrıldık da diyemedim. Annem çok sevinirdi bu habere. Sevinmekle de kalmaz hemen bana kısmet aramaya başlardı. Onur’un hayalî de olsa varlığı beni, annemin zorla görüştüreceği kısmetlerimden koruyordu. Sağ ol Onur. Üzgünüm Onur. Ben içimdeki bu karanlıktan kurtulamıyorum Onur.

“Annecim yok kimseyle görüşmeyeceğim. Biraz hava almam lazım bunaldım. Lütfen izin ver bana.”

“Bunaldın mı? Ne oldu, işte mi bir şey oldu? Onur’la mı bozuksunuz? Ne oldu anlatsana?”

Annem elindeki süpürgeyi bırakmış ellerimden tutuyordu. Ayrıldık desem hemen boynuma atlayacak. Demedim tabii.

“Hayır anne Onur ile her şey yolunda. İşte de her şey yolunda. Ben bir deniz havası alacağım. Bunalmadım. İyiyim.”

Büyük bir hayal kırıklığı ile ellerimi bıraktı. Yeniden süpürgeye yöneldi. Bu ne hâlin varsa gör demekti. İnsanın annesinin ellerinden tutması için onun dediklerini harfiyen yapması gerekmemeliydi. Dediği şeylere karşı çıktığında anneler evlatlarının ellerini bırakmamalıydı. Ne hâlim varsa göreyim ben o hâlde. Sağ ol annem. Ruh hâlime yaptığın katkı paha biçilemez.

Arabaya biner binmez telefonumdan Depresyon Noktası’nın konumunu açtım. Hadi be navigasyon kardeş. Götür benim gitmek istediğim yere. Şöyle ağız tadıyla bir depresyonumuzu yaşayalım. Avazımız çıktığı kadar bağıralım, çağıralım. Bir de Sezen Aksu açalım. İşte, daha gitmeden moda girdik.

Yaklaşık yarım saat yol gittikten sonra çok güzel yeşillik bir alan gördüm. Arabayı güzelce park edip alanın içine doğru ilerlemeye başladım. Güneş hafiften yüzüme geliyordu. Hoş bir esinti vardı. Çocukken gittiğimiz bir pikniği anımsadım. Topu evde unuttuğumuz için ağlamıştım. Ben niye hep ağlıyorum diye aklımdan geçirirken yine ağlamaya başlamıştım. Olduğum yere çöktüm. Etraf sessiz sakindi. Ağla kızım, hıçkıra hıçkıra, bağıra çağıra. Ağla da rahatla. Ağlamaya devam ederken “Ağlamak beni rahatlatmıyor kiiiii!” diye bağırdım. O sırada yeşil gözlü 3-4 yaşlarında bir erkek çocuğunun bana doğru geldiğini fark ettim. Gülümseyerek yanıma geldi, minicik elleriyle yanaklarımdan tuttu.

“Annecim neden ağlıyorsun?”

Annecim mi? Benim çocuğum yok. Ama öyle güzel annecim dedi ki. Var mı yoksa?

“Kimsin?” dedim yumuşak bir tonla.

“Ben senin oğlunum. Üzüldüğünü görünce üzülme demeye geldim. Üzülme annecim.”

Ah yavrum. Tamam annecim üzülmem. Gülümsedim. Tam anne rolüne uyum sağlamaya başlamıştım ki yavrunun gerçek annesi koşarak ve bağırarak yanımıza geliyordu.

“Seni eşşek sıpası seniiiii. Sen yine kimleri kandırıyorsun. Yabancılarla konuşma demedim mi? Gel çabuk!”

Minik, elleriyle ağzını tutarak kıkırdıyordu. Beni kandırmanın mutluluğu sanırım. Sonra koşarak uzaklaştı yanımdan. Buruk bir gülümseme ile anne oğulun koşuşturmasını izliyordum. Yine dikkatim dağılmış, minik bir el karanlığa dokunup orayı aydınlatmıştı. Yaşadığım bu içsel rahatlama depresyon modumu dağıtmıştı. Ama bugün kararlıydım. Bugün dibine kadar mutsuzluğumu yaşama günüydü. Ufacık mutluluklara bile yer yoktu bugün hayatımda! Kendime verdiğim gazla birlikte yeniden yola çıkmıştım. Navigasyon yarım saat daha yolum olduğunu gösteriyordu. Evden çıktığımda 40 dakika görünen yer yarım saat sonra nasıl 30 dakika olmuştu anlayamadım ama çok da sorgulamadım. Yemyeşil yollardan geçiyordum. İç ferahlatıcıydı. Olamaz, yine depresyon modundan çıkmaya başlamıştım. Göz ucuyla navigasyondan kaç dakika kaldığına baktım. 35 dakika! Neden rotadan ayrılmamama rağmen gittikçe uzaklaşıyordum anlamadım. İlk başta umursamasam da bu durum sinirlerimi bozmaya başlamıştı. Biraz ilerde yeşil alandan bağımsız bir uçurum gördüm. İstemsizce oraya doğru çekildim. Ucuna kadar yanaştım. içimde günlerdir atmak istediğim o çığlığı serbest bıraktım. Sonra sesimin yankısını dinledim. Aldım dertlerimi karşıma, her biriyle tek tek konuştum. Hep ben onları dinlemiştim bu zamana kadar, onlar beni hiç dinlememişti. Bu kez ben anlattım. Yorgunluğumdan bahsettim onlara, sokağa bile çıkmak istemediğimden biraz da. Artık sizinle vedalaşmanın vaktidir dedim ve onları orada bıraktım. Ben arabaya doğru giderken el salladılar bana. Gülümsedim. Rahatladım. Hatta yola çıktığımda neşeli bir şarkı mırıldanıyordum.

Biraz daha ilerleyince yeniden ne kadar süre kaldığına baktım. 1 saat 35 dakika! Navigasyonun bozulduğuna artık emindim. Akşam gecikirsem annem yine söylenecekti. Gecikmesem de söylenecekti ama gecikirsem daha çok söylenecekti. İnat etmiştim. Bugün inat günü! Biraz ilerde yol kenarında kamelyada oturan biri vardı. Navigasyonu bir kenara bırakıp ona sormaya karar verdim. 65 yaşlarında bir kadındı. Çok zarif görünüyordu. Beni görünce gülümsedi.

“Merhaba.”

“Merhaba hoş geldin.”

Yüz hatlarına biraz daha detaylı bakınca kendime benzettim. İnsan insana benzerdi.

“Ben bir yer arıyorum. Telefonumun navigasyonu bozuk sanırım. Gidemedim. Depresyon noktası diye bir yer. Biliyor musunuz?”

“Biliyorum.” dedi yüzündeki gülümseme yerini tanıdık bir hüzne bırakırken.

“Bana tarif edebilir misiniz yolu?”

“Gitmek istediğine emin misin?”

“Evet, hiç olmadığım kadar.”

“Neden?”

Seni buraya getiren sebep nedir diye sormuştu terapistim. Bilmem deyip kaçmıştım. Şimdi seni oraya götüren sebep nedir diye soruyor karşımdaki bana benzeyen kadın. Cevaplar aynı. Yine bilmem deyip kaçasım var. Ama bu kez yapamıyorum. Kalbim ağırlaşıyor, kendimi yaşlı kadının karşısına oturmuş buluyorum.

“Bilmem”

İstemsizce çıkmıştı bu kelime. Galiba anlatmak da istemiyordum. Anlatmaya bile mecalim kalmamıştı. Anlatmak istesem bile doğru ifade edebileceğim sözcükleri bulamıyordum.

“Ben biliyorum.”

Yeniden bir gülümseme yayıldı yüzüne. Kalbim hafiflemeye başlamıştı. Kelimelere ihtiyacımız olmadığını hissediyordum. Bilmiyordum ama hissediyordum.

“Ne yapmalıyım?”

“Eve dön. Annene sarıl. Kelimelerin yettiğince anlat. Anlayacak.”

“Anlamaz.”

“Güven bana. Sen hiç denemedin bunu? Hep kaçtın, hep geçiştirdin. Geç olmadan anlat ona kendini, yıllar sizi ayırmadan.”

“Sen anlattın mı?”

“Evet ama biraz geç kaldım. Sen geç kalma.”

“Ne dedi?”

“Neden daha önce ona gitmediğimi sordu. Bilseymiş benim için bu kadar endişeli olmazmış. İnsan bilmediğinden ürker dedi. Haklıydı. Ben anlatmadıkça daha endişeli bir kadına çevirdim onu.”

Gözlerimi kapattım. Hayal etmeye çalıştım. Kalbime baktım. Sorunlarım küçük görünmeye başladı. Evet, içime attıkça birikmişti, büyümüştü. Çığ olmuştu içimde.

“Anladım. Gidiyorum ben o zaman.”

Ben giderken yüzüne henüz tanımadığım bir tebessüm yayıldı. O bendim. Bilmiyordum ama hissediyordum.

Yola çıktığımda navigasyondan eve ne kadar mesafede olduğuma baktım. Yalnızca 15 dakika görünüyordu.