Veni, Vidi, Mortuus Sum

Hacer Uyğur

Veni, Vidi, Mortuus Sum*

"Geldim, gördüm, öldüm."

"O lafın öyle olmadığına adım gibi eminim."

"Neymiş peki doğrusu?"

"Tam bilmiyorum ama senin dediğin gibi değil. O kesin."

Yarım saattir durup durup tekrar başlayan bir tartışmanın yeni konusuna giriyorduk. Önünü erkenden kesmek için bir hamle yaptım:

"Susun artık be, yeter! Sizin yüzünüzden bir şey anlamıyorum navigasyondan."

"Neyi anlamıyorsun acaba biz konuşuyoruz diye? Önünde duruyor işte. Biri konuşunca önünü göremiyor musun?"

Kendi aralarında gülüştüler. Dikkatleri bana yöneldiği için tartışmaları kesilmiş gibi duruyordu. Bu huzuru korumak adına ben de sessiz kaldım. Arka taraftan birkaç kıpırdanma hissettim. Ayça belli ki kaybolma korkusuna dayanamayıp yan koltuğuma geldi. Telefonu eline alıp yolu tarif etmeye başladı. "Ne oldu, az önce bana laf sokuyordun?" diyince gülerek "Kes be, konuşurken yolu göremeyeceksin şimdi" şeklinde kibarca payladı beni. Bir on beş dakika daha yolu takip ettikten sonra bu sefer Emrah'ın sesi duyuldu:

"Az önce de buradan geçmedik mi?"

Emrahın gözlemiyle beraber beşimiz birden etrafı incelemeye başladık. Ayça önce dışarıya sonra navigasyona bakıp "Burada öyle görünmüyor ama dışarısı bana da aynı geldi" dedi. "Ama dağlık alanlarda zaten her yer birbirine benzer" başımızla onaylayıp yola devam ettik. Herkes dışarıyı izlemeye başlamıştı. Normalde Ayça'nın söylediğine itiraz edecek biri mutlaka olurdu ama hepimizde ufaktan bir tedirginlik hâsıl olmuştu. Bir süre sessizce ilerledikten sonra bu sefer Beyza "Abi, demeyim diyorum ama ikidir aynı yere çıkıyoruz." dedi. "Ben de fark ettim" dedi Emrah.

Ben de fark etmiştim. Arabayı durdurup arkama döndüm. "Aynı yer mi emin olmak için bir işaret mi bıraksak?" diye fikir ortaya attım. Şaşırtıcı bir hızda onaylandı bu fikrim. Ahmet bir süredir ortalıkta öylece duran bir bandanayı alıp hızlıca araçtan çıktı. Yol kenarındaki açıklıkta tam ortada öylece duran ağacın dalına bandanayı bağladı. Arabaya yaklaşırken eliyle pencereyi indirmem için bir hareket yaptı. Göz devirip pencereyi indirdim. “İçeriye girip söylesene ne uğraştırıyorsun?” dedim ama beni takmadan “Ben burada mı dursam, kesin emin olurduk?” diye sordu. “Saçmalama, başka yere çıkarsak bir de geri dönüp seni mi alacağız? Bin hadi.”

Başıyla onaylayıp arabaya bindi. Ama bu sefer de navigasyonu Ayça’dan alıp ön koltuğa yerleşti. “Aslında ben mi sürse…” “Ay Ahmet bir kere de sakin ol. Tarif et şu yolu gidelim hadi.”

10 dakika kadar gittikten sonra az önceki ağacı ve bandanayı gördük. İnanamayıp bir kere daha aynı yolu gittik ama sonuç değişmemişti. Dönüp dolaşıp aynı yere geliyorduk. Bu sefer Ahmet inip dışarıda beklemek ve arabanın gidişini takip etmek konusunda ısrarcı oldu. Elif’in de Ahmetle beklemesi şartıyla kabul edip onları indirdik ve yavaş yavaş navigasyona göre ilerledik. Ahmetle Elif önce biraz arkamızda kaldı, sonra birer silüet haline geldi, sonra da kayboldu. Ayça korkusunu belli eden ufak bir ses çıkardı. “Sakin ol, birazdan aynı yere geleceğiz belli ki.” diyerek onu sakinleştirmeye çalıştım. Geriye doğru gitmek o an çok cazip görünse de ilerledik.

Bir süre sonra yol bizi aynı yere çıkardı. Her şey aynıydı, ağaçta bandana duruyordu ancak Ahmet ve Elif ortada yoktu. “Belki etrafa bakıyorlardır” dedi Emrah bizim bir tepki vermemizi beklemeden. “Özellikle burada durmalarını söyledik ama, neden etrafa baksınlar ki?” dedim. Ayça hızla rehberden Ahmeti bulup aradı. “Kullanılmıyor” dedi. “Ne demek kullanılmıyor?” Tekrar arayıp sesi hopörlöre verdi “Aradığınız numara kullanılmamaktadır. Lütfen…” “Çok saçma. Elif’i arasana bir de.” “Aynı şey.”

Arabayı gergin bir sessizlik kapladı. Sonunda Emrah “Geri geri git.” diye bir çözüm ortaya attı. “Arabayı çevireyim?” “Hayır, geri vitese al git bence. Zaten kimse yoktu yolda.” Geri vitese alıp sürmeye başladım. Dönüp dolaşıp yine bandana bağlı ağacın önüne geldik. Ancak kimse yoktu.

İnip bakmaya karar verdik ama bu sefer birbirimizden ayrılmaya korktuğumuz için birlikte hareket ettik. Önce etrafı aradık. Kimseden en ufak bir iz yoktu. Sonra az önce arabayla gittiğimiz yolu yürüyerek gitmeye başladık. Uzun bir yürüyüş sonrasında yine aynı noktaya gelmiştik. Arabamız ve bandana olduğu gibi duruyordu. Ahmet ve Elif yine yoktu. Koşarak, ileriye doğru, geriye doğru, kol kola girerek, arabayı çevirip giderek… Her yolu denedik ancak Ahmet ve Elif’i asla bulamıyorduk. Sankş yer yarılmış onlar da içine girmişlerdi.

“Biraz duralım” dedim sonunda “oturup konuşalım, anlamaya çalışalım ne olduğunu.”

Bandanayı bağladığımız ağacın altına oturduk. Bir süre kimse konuşmadı.

“Aklıma hiçbir şey gelmiyor” dedi sonunda Ayça.

“Normal bir şey değil ki” dedi Emrah, “ne olduğunu anlamaktan çok ne yapacağımızı düşünmeye odaklanmalıyız belki de.”

Başımı salladım. “Ben de öyle düşünüyorum. Ama yapabileceğimiz her şeyi yapmışız gibi geliyor. Sanki bu yol bir yerde değişiyor ve ne yaparsan yap tekrar öncekine gidemiyorsun. Aynı zamanda o yol da öncekine benziyor ve eşyalar sabit kalıyor.”

“İşte bu” dedi Ayça, “eşyalar sabit kalıyor ama Ahmet ve Elif ortadan kayboldu. Onların tam olarak nereden geçtiğimizde kaybolduğunu yani yolun nerede başa döndüğünü anlamalıyız.”

“Biri arabanın yanında yürürse belki bunu anlayabiliriz. Belli ki arabanın içidekiler kaybolmuyor ancak arabada birileri varken dışında kalanlar kayboluyor. Ben dışarıdaki kişi olabilirim.” dedi Emrah. İtiraz ettim. “Sonra ne olacak? Diyelim bu doğru ve kaybolduğun noktayı bulduk ondan sonra nasıl geri bulacağız seni?”

Bir süre sessizlik oldu. Sonunda Emrah “Başka çare gelmiyor aklıma İrem. Burada kapana kısıldık. Ahmet ve Elif de bir yerde kapana kısıldı muhtemelen. Yanımızda yemek yok, suyumuz az. Eninde sonunda bir yol bulmamız gerekiyor. Beraber olmak daha iyi evet ama ya bir çıkış yolu varsa? Denememiz lazım. Bunun için de daha iyi anlamamız lazım durumu” dedi.

“O zaman ben yürüyeceğim” dedim. Emrah itiraz edecek gibi oldu “İtiraz istemiyorum, bunu yapacaksak yürüyecek olan benim.” diyerek onu susturdum ve devam ettim “Bu geziyi yapmak en başından benim fikrimdi. Riski alan da ben olmalıyım. Ya ben ya hiç kimse.” Gönülsüz de olsa kabul ettiler.

Planımıza başladık. Emrah yavaşça arabayı sürüyor ben yanlarında hızlı adımlarla takip ediyordum. Ayça arkada ellerini açmış ağlayarak dua ediyordu. Arada bir bana bakıp zoraki gülümseyerek cesaret vermeye çalışıyordu. Bir süre böyle yürüdük. Artık nefes nefese kalmaya başlamıştım. Emrah başını pencereden çıkarıp “Yorulduysan biraz duralım” dedi. Başımı iki yana sallayı gözlerimi kapadım, derin bir nefes alıp bir adım daha attım.

Gözlerimi açtığımda arabanın içinde navigasyona bakıyordum.

"Geldim, gördüm, öldüm."

"O lafın öyle olmadığına adım gibi eminim."

Kaybolduğumuz tanıdık yola girmek üzereydim. Hızla frene bastım. Herkes savrulurken bir şeylere tutunmaya çalıştı. Bir ağızdan “Heyyy!” sesi yükseldi. Birkaç saniye nefesimi toplayıp “Navigasyon yanlış” dedim. “Geri dönmemiz gerekiyor.”

Hacer Uygur

*Not: “Veni, Vidi, Mortuus Sum”: “Geldim, gördüm, öldüm” ifadesinin latincesidir. Orijinali Julius Caesar’ın “Geldim, gördüm, yendim” (veni, vidi, vici) sözüdür.