Metrukların efendisi Saat Bey, evinin kapısını üstüne kapattığında henüz şafak sökmüştü. Sırtında yıpranmış çuvalı, elinde kurumuş sopası yolun başına doğru yürüyordu. Saat Bey yürümeye başladı mı bir daha durmak bilmezdi. Ya gözü görmeyecek kadar karanlık olacak ya sırtı yükünü taşıyamayacak kadar dolu olacak ki duruversin. Yoksa yürü babam yürü. Hele ki gün bitsin, gücü tükensin. Saat Bey metruklarla anılırdı ya kendisi gecekondudan bozma iki katlı eski bir evde yaşardı. O eve ne zaman gelmiş bilen yoktu. Belki doğalı beri aynı evde yaşıyordu. Bazı insanlar böyledir. Ömürlerini aynı duvara bakarak geçirirler. Aynı evin içinde bir ömür tüketirler. Yan köy, aşağı mahalle en büyük gezintileridir. Saat Bey de her gün çıkar kapı kapı dolaşır, çuvalını doldurur, sonra da aşağı mahalledeki metruk evlere giderdi. Hayatı bundan ibaretti. Çuvalında ne varsa metruk evlerde yaşayan garibanlara dağıtır, gerisin geri evine dönerdi. Çuvalına attıkları da öyle çok matah şeyler değildi ya, ne de olsa gecekondu mahallesi. Ama herkes Saat Bey’i tanığından kimse onu geri çevirmezdi. Teki kayıp bir çorap, kırık bir tabak, çürümeye durmuş iki elma kimde ne varsa verirdi.
Hem sever hem acılardı Saat Bey’e. Yetmiş yaşına merdiven dayamış diye tahmin ederlerdi. Nasıl geçinirdi ne yer ne içerdi, bu aldıklarının bir kısmını kendine mi pay ederdi bilinmez, kimse de sorgulamazdı. Sorgulamak isteyen de çekinir ağzını açamazdı. Ama hikayeleri dilden dile dolanırdı. Kimine göre aşık olduğu kızla kavuşamamıştı, kimi annesinin hasretinden böyle olduğunu düşünürdü. Bazısına göre bebesini daha kundaktayken kaybetmiş yuvası da yıkılınca yuvasızlara yuva olmaya karar vermişti. Hangi sebepten olduğu bilinmese de Saat Bey gün ağırdı mı yaz kış demez, tıpkı bugün olduğu gibi, yolun başına yürürdü. Daha vakit erken olduğu için kapılara vurmaz yoldan geçenlerden aldıklarıyla siftah yapmayı beklerdi. Mustafa Efendi çuvala bezden bir bebek atmıştı. Peşine gelen Kerim Usta armudun birini vermişti. Saat Bey bir gelenlere bir karşıya bakıyordu. Güneş yolun karşısındaki okul yolu tabelasının burnuna değince de evleri dolaşmaya başlardı. Tek tek, her kapıya üç tık. Açılırsa çuvalı uzatır, açılmazsa yoluna devam ederdi. Bir yoluna bir etrafa bakmayı ihmal etmezdi. Etrafa bakardı çünkü Saat Bey vakti gökyüzünden aldığı işaretlerle tayin ederdi. Örneğin bir duvarı sarı badanalı yeşil eve geldiğinde genelde en soldaki pencereye güneş yeni vurmuş olurdu. Rüzgar Fatma Bacının evinin köşesinden esmeye başlayınca kıraathanede bir çay molası verirdi. İncirin dallarına gölge düştü mü akşama az kaldı demekti. Bir hamle daha hızlanır tüm evleri dolaşmaya gayret ederdi.
İncirin dallarına gölge düştü, akşam ezanı okundu ama o gece dolunay olduğu için hava tam kararmamıştı. Göz gözü görüyordu. Çuval taşınıyordu. Saat Bey kapılara tıklamaya devam etti tâ ki taşıyacak gücü kalmayana kadar. Gücü tükenince yolun kenarına çöktü. Dolunaya baktı, bu yorucu aydınlık beş gün daha sürecekti sonra ay bir süre ortadan kaybolacaktı. Ne kadar çok toplarsam o kadar iyi diye düşündü ve çuvalını sürüyerek metruk evlere doğru yola koyuldu. Saat Beyin bastonunun sesini duyanlar daha yolda önünü kesti. Çuvalı aldı. Kimi toka aldı içinden kimi kibrit. Boncuk da vardı içinde metelik de. Herkes pay edip çuvalın dibi görününce Saat Bey de evine geri döndü.
Gecekondudan bozma ev, sessizce şafağın ilk ışıklarını bekledi. Şafak sökmeye başlayınca kapıyı açtı Saat Bey’i dışarıya uğurladı. Saat Bey’in çuvalını sırtında, bastonunu elinde görünce kapıyı kapatıverdi. Ev bile ezberlemişti bu düzeni. Kırk yıl mı elli mi aynı vakitte açılır aynı vakitte kapanırdı kapı. Evler saatleri bilmez ya vakitleri betonlarında hisseder, camlarından seyreder. Dolunay tepesine ulaşınca kapıyı açacaktı. Dün yaptığı gibi. Dört gün boyunca böyle yapmalıydı. Bekledi, hava karardı, yıldızlar parıldadı, ayı bulamadı. Kapıyı açamadı.
Saat Bey, evden çıkınca önce yolun başında sonra evlerin eşiğinde bekledi. Dolanı dolanı dolunayı gözledi. Gözleri boşa baktı. Ayı göremeyince şaşıp kaldı. Karardı ortalık. Saat Bey erkenden dağıttı çuvalı. Eve dönme vaktiydi artık. Döndü ama kapıyı açamadı. İttirdi olmadı, anahtarı çevirdi yok. İçerde kimse yoktu ya mecbur çaldı kapıyı. Kapı açıldı. Dışarıya bir ışık huzmesi süzüldü. Evin pencereleri insan siluetleriyle dolmuştu. Saat Bey biliyordu, bu saadet vaktinin işaretiydi.
O sabah ay, hızına hız kattı, evrelerini bir bir terk etti. Yeni ay’a gelince kimsecikler fark etmeden dünyadan sakladığı ışığı Saat Bey’e hediye etti. Ev, unuttuğu sesleri tekrar hatırladı. Saat Bey, metruk evlerin efendisi, ışıklandırdı evini. Çökmüş olan ne varsa içiyle birlikte yeşertti kendini. Metruk bir evin bahçesinde kaybettiği ışığı evinde buldu.