Şimdi Bana Kaybolan Aylarımı Verseler

Hacer Uyğur

Her şeyin değiştiği o gün için, “Uyanır uyanmaz bir farklılık hissetmiştim.” desem yalan söylemiş olurum. Hatta o günü öncekinden ayıran tek şey, hiçbir şeyin farklı olmadığına ve asla farklı olmayacağına dair bunaltıcı bir düşüncenin benliğimi kapsadığı hissiydi. Oysa daha bir önceki gün, hayatın neşe dolu ve keyifli bir yer olduğunu düşünüyordum. Her dolunayda olduğu gibi.

Dolunay günleri en sevdiğim zamanlardı. İlk teleskobumu aldığım gün babamla yüksek bir tepeden dolunayı izlediğimiz andan beri bu değişmemişti. Babam ölene kadar da zaman zaman beraber ayı izlemeye giderdik. En sık gerçekleştirdiğimiz baba oğul faaliyetimiz buydu. Ayı tüm ihtişamıyla görebilmek ikimizi de mest ederdi. Hatta zamanla bunu bir oyuna dönüştürmüştük. Ay yüzeyindeki kraterleri, dağları, vadileri, kayalıkları inceleyip önceki seferlerle kıyaslıyor; değişen şeyler hakkında tahminlerde bulunuyorduk. Bunu o kadar sık yapıyorduk ki ayın tüm yüzeyini ezberlemiş gibiydik.

O öldüğünde bu oyunu tek başıma devam ettirdim. Zaten teleskobumu alıp tepeye çıkmak ve saatlerce gökyüzünü izlemek çok sık yaptığım bir şeye dönüşmüştü. Ne zaman hayatım dayanılmaz hâle gelse daha da fazla gökyüzüne bakardım. Bu bana sorunlarımın küçüklüğüne dair bir perspektif sağlardı. Dertlerimle beraber kendimi de küçük görmeye başladığım zamanlar olsa da genellikle rahatlatıcı yanı daha baskın gelirdi.

Ancak özellikle dolunaydan sonra, belki de babamı hatırladığım için, hayatıma karşı daha kötü hissetmeye başlar ve bu duygudan gün boyu kurtulamazdım. Ve işte, o gün böyle bir gündü. Gün boyu üstümden atamadığım duygular kafa karışıklığına sebep oluyordu. Kötü hissettiğimde genellikle teleskobumu alıp tepeye çıkardım ama o gün bunu yapmak daha kötü hissetmeme sebep olacak gibi geliyordu. Yine de belki güzel bir manzarayla karşılaşırım da içim ferahlar diye düşünerek hazırlanıp evden çıktım. Teleskobumu kurup kamp sandalyeme oturana kadar da hiçbir şey fark etmedim.

Sonra onu gördüm. Onu. Ayın yerinde duran, ona çok benzeyen ama yıllardır detaylıca ayı gözlemlemiş biri için aşikâr bir şekilde farklı görünen o “şey”i. İlk başta yanlış gördüğümü düşündüm. Kendimi toparlamaya çalışarak teleskobumu ayarladım. Bir şeyler kesinlikle yanlıştı. Sanki gerçek manada kraterleri, dağları olan ayın yüzeyi gitmiş; ışıklandırmalarla pürüzlü bir yüzey izlenimi verilmişti. Aydınlık kısımlar çok aydınlanmış, gölgede kalması gereken yerler renk geçişleri olmaksızın siyaha boyanmış görünüyordu. Gerçek ay gitmiş, yerine kopya bir ay konulmuştu.

İlk anda ne yapacağımı bilemedim. Ne oluyordu, kime söylemeliydim? Yetkililere bildirmem gerekiyor muydu? Bunu düşününce aklıma ayın yeryüzündeki olayları etkilediği geldi. Dehşete kapılmıştım. Her yeri su mu basacaktı şimdi? Doğal afetler olacak mıydı? Neler yaşayacaktık? Ve neden hâlâ bir şey olmamıştı? Tüm dünya alarm hâlinde olmalıydı. Başka kimse fark etmemiş olamazdı ayın değiştiğini.

Kendimi durdurmaya çalıştım. Zihnim deli gibi çalışıyordu ama net bir düşünce ortaya çıkmıyordu. Sonunda haberlere bakabileceğimi düşündüm. Önce Google’a girip bu konuda bir haber bulmaya çalıştım. Arama motoruna “ay” yazdım. Bir şey çıkmadı. Wikipedia’dan bir bilgilendirici sayfa, Tarkan’ın şarkısı ve tüm kıytırık dizilerin kaynağı bir yapım şirketi ilk sıralardaydı. Belki daha çok detay vermem gerekiyordur diye düşünerek “Ay değişti, ay kayboldu, sahte ay, aya ne oldu?” yazdım ama hiçbirinde güncel bir sonuç yoktu. Hızlıca twittera baktım. Genellikle önemli şeyler en hızlı oradan yayılırdı. Ama orada da hiçbir şey yoktu. Kafayı yemek üzereydim. Ben mi yanlış gördüm diye tekrar teleskobun başına geçtim. Ama hayır, çok bariz şekilde kopya bir ay vardı gökyüzünde. Ne kadar bakarsam o kadar aşikâr hale geliyordu.

Birileriyle konuşmam, ne olduğunu anlatmam gerekiyordu. Ama kimi arayacaktım? O an ilk düşüncem: “Babam hayatta olsaydı onu arardım.” oldu. Hem bu düşünceden sıyrılmak hem de ne yapabileceğimi düşünmek için olduğum yerde kısa ama hızlı turlar atmaya başladım. Annemi arayabilirdim. Ama o gökyüzüyle pek ilgilenmezdi. Ve kolayca benim için endişelenebilirdi. O kadar işinin arasında bir de benim için kaygılanmasını istemezdim. Çalıştığım kafeden arkadaşlarımı arasam beni alaya alırlardı. Zaten beni tuhaf ve içine kapanık buluyorlardı. Bir de bununla uğraşamazdım. Diğer arkadaşlarımı düşündüm. Bir süredir herkesle mesafeliydim. Şimdi durup dururken arasam ve ay değiştirilmiş desem… Kafam allak bullak olsa da bunun iyi bir fikir olmadığını anlayabiliyordum.

Ama böylesine büyük bir şeyi içimde tutmak çok zor geliyordu. Sonunda dayanamayıp annemi aradım. Selamlaşma ve hâl hatır kısmından sonra heyecanımı bastırmaya çalışarak:

“Anne aya bakar mısın? Bir farklılık görebiliyor musun?” dedim.

“Farklılık mı? Ayda nasıl bir farklılık görebilirim ki Enes?”

“Bakıyor musun şu an?”

“Tamam dur başıma örtü alıyorum. Balkona çıkacağım.”

Acele ettirmemek için kendimi tutmaya çalışarak attığım turları hızlandırdım.

“Hah çıktım. Bakayım. Aaa çok güzel. Dolunay bugün müydü oğlum?”

“Hayır dündü.” diyerek sorusunu savuşturdum. “Dikkatlice bak anne, ayın kendisinde bir fark görmüyor musun?”

“Yani… pek değil. Biraz parlak belki?”

Bir sessizlik olmuştu. Annemi endişelendirmeden durumu nasıl açıklayacağımı düşünürken annem konuştu. Sesi normalden biraz daha tedirgin geliyordu:

“Neden, sen nasıl bir farklılık gördün?”

“Ben” derin bir nefes aldım “teleskoptan bakıyordum.”

“Eee”

“Ay biraz farklı görünüyor. Sanki daha önce gördüğüm yerlerin hepsi ışıklandırmayla yapılmış, kopyalanmış gibi.”

Bu sefer uzun bir sessizlik oldu. Annemin bir şey dememi beklediğini anlayınca tereddütle konuştum:

“Ay gitmiş de yerine başka bir şey gelmiş sanki anne. Kopya bir ay var gibi gökyüzünde.”

“Ne? Ama bu nasıl olur ki?”

“Olamaz. Yani olmaması lazım. Ama olmuş.”

Kafasının karıştığını anlayabiliyordum. Anlamaya çalışır bir sesle “Haberlere baktın mı? Bir şey var mı bu konuda?” dedi.

“Yok. Ben de anlamadım. Ama…”

“Enes. İyi misin oğlum? Bir şey mi oldu?”

“Ne alakası var şimdi anne? İyiyim. Benimle ilgili bir durum yok. Ay değişmiş diyorum!”

Sesim öfkeli çıkmıştı. Normalde böyle durumlarda annem de öfkelenip sesini yükseltirdi ama telefondan herhangi bir ses gelmiyordu.

“Bana inanmıyorsun” dedim. Bunun olacağını tahmin ettiğim hâlde kırılmıştım. Ve kırılmış olmama öfkelenmiştim.

“İnanması kolay bir şey değil.” dedi annem. Her zaman mantıklı konuşurdu. En tuhaf anlarda bile.

“Biliyorum. Ama... Ne kadar zamandır ay gözlemlediğimi biliyorsun anne. Bir tuhaflık olduğunu anlayabiliyorum.”

“Belki teleskobunda bir sıkıntı vardır. Ya da bilmediğin ama aslında normal olan bir değişim vardır ayda. Uzman değilsin sonuçta.”

Daha fazla uzatmamın iyi olmayacağını anlamıştım. “Belki de.” dedim. “Kapatıyorum şimdi o zaman. Biraz araştırma yapayım.” Sesimdeki hayal kırıklığını gizlemeye çalışmıştım ama sezdiğini biliyordum. Cevap gelmeden telefonu kapattım. Tahmin ettiğim gibi olmuştu. Ama bir yandan da annemin haklı olabileceğini düşündüm. Belki de ayı çok iyi bildiğimi düşündüğüm için görüntüye aldanmıştım. Belki daha fazla araştırma yapmam lazımdı. Ya da daha iyi bir teleskopla tekrar bakmalıydım.

Ben de öyle yaptım. Sonraki 2 ay boyunca sürekli internette, kütüphanelerde, kitapçılarda gözden kaçırmış olabileceğim bilgilere baktım. Ay konusunda uzmanlaşmış uzay bilimcilere mailler attım, bir kısmıyla görüştüm. Daha iyi teleskopları kullanabilmenin yollarını aradım. Uzaya farklı lenslerden baktım. Ama hiçbir sonuç elde edemedim. Karşılaştığım her bilgi ve her insan bana bir değişiklik olmadığını söylüyordu. Ama gözlerimi dikip baktığımda gördüğüm tek şey haklı olduğumdu. Sanki sadece benim görebildiğim parlak ve büyük bir değişiklik vardı. Diğerleri görmüyor, anlamıyor ve açıkçası umursamıyordu.

Başlangıçta çevreme anlatmamaya karar vermiş olsam da bir süre sonra kendimi tutamaz olmuştum. Çevremdeki herkese gördüğüm şeyden ve yaptığım araştırmalardan bahsediyordum. Bazıları daha en baştan bunun “deli saçması” bir durum olduğunu söylediler. Bazıları araştırma yapmamı teşvik ettiler ama temelde söylediklerime inanmamışlardı. Kalan birkaç kişi ise söylediklerimin içeriğiyle ilgilenmeden yavaş yavaş araya mesafe koydular. Umurumda değildi. Olmamalıydı. Ortada benden çok daha büyük bir mesele vardı. Ay değiştirilmişti ve belli ki bu insanlardan gizlenmeye çalışıyordu. Belki de uzmanlar bunu biliyor ama kimseye söylemiyorlardı. Komplo teorilerinden uzak durmaya çalışsam da gördüğüm şeyle dünyanın durumu arasındaki uçurum beni her türlü şeyi düşünmeye itiyordu.

Bu git geller arasında bunaldığım bir akşam, biraz hava almak için dışarıya çıktım. Işıklandırması az olduğu için çıplak gözle gökyüzünü izlemekten keyif alabildiğim belediye parkına gitmiştim. Bankta oturmuş, gözlerimi dikip ayı izliyordum. Tüm doğruların, yanlışların, görünenin ve kandırmacaların arkasında bir yerde hayatımın merkezine nasıl da yerleştiğini düşünüyordum. Tüm odağım, bakışım ondaydı.

O sırada yanıma birinin oturduğunu hissettim. Neşeli bir kadın sesi: “Çok güzel, değil mi?” dedi. Gülümsedim. Gerçek olmadığını söylesem ne yapar acaba diye düşündüm. Belki tatlı bir flört başlangıcı olabilirdi. Ama böyle bile olsa reddedilmesini, belki de reddedilmeyi, kaldıracak gücüm yoktu. “Evet” dedim, “evet çok güzel gerçekten”.

Kadının gözlerini üzerimde hissettim. Ben ise ona hiç bakmamıştım. Hâlâ ayı izliyordum. Bir süre sessizlik oldu. İzlenmekten rahatsız olmaya başlamıştım. Tek istediğim yalnız kalmak ve düşünmekti. Ama o yerinden kımıldamıyordu. Sonunda az önceki neşeli halinden eser olmayan bir sesle “Sana bir sır vereyim mi?” dedi. Bakışlarımı hafifçe ona doğru kaydırdım. Bunu bir evet olarak almış olacak ki devam etti: “ Gerçek değil.” biraz duraksadı. “Gördüğün bu ay gerçek ay değil. Çok benziyor ama gerçeği değil. Onu değiştirdiler.”

Gözlerimiz buluştu.