________________
İlhan dayıma…
“Babaanne, Kızılırmak'ın adı neden Kızılırmak?” babaannesinin fasulye ayıklamaya odaklanan zihni beklemediği bu soru karşısında afallamıştı. Ve eski hatıraları canlandırıp dikkatinin dağılmasını sağlamıştı. Ve fasulye kesme niyetiyle elinde tuttuğu bıçak elini kesmişti.
“O nereden çıktı şimdi?” İstemsizce dolan gözünü hem torunundan kaçırmış hem de yanı başındaki peçeteye uzanıp hemen kestiği eline peçeteyi bastırmıştı. Torunu elindeki arabayı havada uçak gibi uçururken sordu,
“Irmak uçabilir mi, babaanne?” derken ki umarsızlığı babaannesinin canını sıkmıştı,
“Geç içeri, hava kararıyor. Annengil gelir birazdan. Hadi!” Torunu elindeki arabayı uçurup kapısı mavi eve girerken hiç de farkında değildi babaannesini ağlattığını.
Torunu içeri girdikten sonra bahçedeki sedirin üstüne oturdu ve evin bahçesinin gördüğü Kızılırmak'a doğru uzunca bir bakış attı. Elini yüreğinin üstüne götürüp gözlerini kapattı ve mırıldanarak dua etti. Duası sonlanırken başını göğe çevirdi, gökte ne güzel bir dolunay vardı.
Safiye Hanım; kardeşi, eşi, çocukları hepsi o gün ırmağa pikniğe gittiler. Irmak o gün hiç olmadığı kadar durgundu. Bir tuhaflık sezdiler ama ses etmediler birbirlerine. Çocuklar suyun kenarında oynadı. Etler pişti, yendi, eğlenildi. Sonra Safiye Hanım’ın kardeşi İlhan,
“Hadi ırmağa girelim, baksanıza durgun, hem güzelce yüzer sonra da köye döneriz.” dedi. Safiye Hanım’ın yüreğine bir ateş düştü. Başını ırmağa çevirdi. Irmak ortalardan dalganlandı geldi. Safiye Hanım ırmağa daldı gitti. Irmak kızıla döndü. Lakin ondan başkası görmedi bu kızıllığı. “Gitmeyin” dedi. Onu dinleyen olmadı. Kardeşi ve kocası ırmağa girdiler. Çocukları yanlarına aldı Safiye hanım üstlerini kuruladı, giydirdi. Arabaya yatırdı. Suyla oynarken yorulmuşlardı. Uyudular hemen. Safiye hanım etrafı topladı temizledi. Her şeyi arabaya yükledi. Başını ırmağa çevirmeye korkuyordu yine kızıl görünecek diye. Sonra bir ses geldi ırmaktan,
“Abla!” diye. Safiye hanım unuttu bakmamayışını çevirdi başını. Irmak yükseliyordu. Dalgalanmıştı. Kocası ortalıkta görünmüyordu. İlhan boğuluyordu. Safiye hanım yüzme biliyordu ama ırmak hiç olmadığı kadar hırçınlaşmıştı. Arabadan ağlama sesi geldi. Safiye hanım sanki başını çevirse İlhan ortadan kaybolacakmış gibi çocuğuna dönemiyordu. İlhan çırpınırken diğer çocuğu arabadan inip annesinin eline vardı.
“Anne kardeşim ağlıyor.” diye elini çekince Safiye hanım başını çocuğuna çevirdi. Sonra ne yaptığının farkına varıp başını hemen ırmağa çevirdi. Ortalıkta ne kocası ne de kardeşi gözüküyordu. Kızılırmak kızıl değildi ve durulmuştu. Safiye hanım etrafındaki herkese duyuracak bir sesle bağırdı,
“İLHAAAN!” dizlerinin üstüne çöktü. Gözlerinden boşanan yaşlar Kızılırmak'a durgunluk veriyordu. Hemen telefonuyla jandarmayı aradı. Yardım istedi. Etraftaki insanlar ne olduğunu sorduğunda anlatmaya çalıştı dili dönmedi.
Bir hafta sonra cenazeler bulundu. Otopsiye gönderildi. Çıkan sonuç ırmakta boğulduklarıydı. Üç gün sonra köye cenazeler geldi. Cenaze namazı kılındı ikisi yan yana toprağa verildi.
Bir sene geçti üstünden Safiye hanım bir şekilde hayatta kalmıştı. Parasını biriktirdi kardeşiyle kocasına mezar taşı yaptırdı.
İlhan öldüğünde yirmi yaşındaydı. Mezar taşının arkasına, muradı mahşere kalan, yazdırdı. Kocasının mezar taşının arkasına ise…
“Babaanne!” Torunun dürtmesiyle uyandı. Sedire uzanmış yatıyordu. Ne zaman uzandığını hatırlamıyordu. Başını göğe çevirdi. Dolunayın yerinde kızılca bir yüz vardı. İlhan'ın yüzüydü bu. Elini yüreğine götürüp toparlandı. Oğlunun ona tuhaf bakışlar attığını fark edince.
“Beni mezarlığa bırak. Belli ki dayın dua istiyor.” dedi. Oğlu annesine sarılıp onu sakinleştirdi.
Dolunayın yerini alan kızılca yüz dalgalanmaya başlamıştı.
F.S.Erbek