Parlak Taş Bulunca Zengin Olduğunu Sananlar

Emine Ecran Şenel

O ay yüzü göreli tam on dört yıl oldu. Ayın ondördü gibiydi yüzü. Bembeyaz. Pasparlak. Her gören sevdalanırdı o yüze. Yok, ben sevdalanmadım. Güzeldi güzel olmasına ama ben onu gördüğümde evliydim. Evli adam, karısından başkasına sevdalanmaz. Ama çok bekarlar vurulmuştur onun ay yüzüne. Hem de kara sevdayla vurulmuştur. Hayatının geri kalanını ay yüzün hasretiyle eritip bitirmiştir bir çok delikanlı.

Ondört yıl evvel hanımla bir dağ başında piknik yaptık. Ben dedimki hanım sen otur ben biraz yürüyüm. Hanım yok ille ben de geleceğim dedi. O gelse iki adım sonra yorulur biliyorum ama mecbur kabul ettim. Hanımların dedikleri mecbur kabul edilir. Biraz yürüdük. Sonra tahmin ettiğim gibi yoruldum dedi, oturduk. Büyük bir ağaç gölgesiydi oturduğumuz yer. Otururken hanım ağacın dibindeki hafif büyük bir taşı çıkardı. Taş siyah renkli bir yumurtaya benziyordu. Ne güzelmiş, ne değişikmiş diye taşı alıp geleceğim ve getirdik. Güzelce yıkayıp pakladıktan sona oturma odamızdaki kitaplığa koyduk. Bir zaman durdu öyle. Hanım ara sıra tozları alırken taşı atmaya niyetlenirdi, ben istemezdim. Güzel duruyor derdim. İçimden bir ses atmayın diyordu.

Birgün işten döndüğümde taşı yerinde bulamadım. Hemen mutfağa koştum. Taş nerede diye sordum. Hanım elimden tuttu, beni yatak odasına götürdü. Çekmeceyi açtı. İkiye bölünmüş taşı çıkardı. Taşın içinde parlak parlak beyaz taşlar görünüyordu. Ama çok parlak. Hanım fısıltıyla galiba biz hazine bulduk dedi. Galiba bulduk diye düşündüm. Bu kadar parlak taş olsa olsa hazine olurdu. Hanımı kimseye söylememesine dair iyice tembihledim. Güvenilir bir sarraf bulup öğrenmeliydim taşın gerçek değerini. Maazallah kandırıp hazinemizi elimizden alabilirlerdi.

Sarraf buldum ama güvenilir bulamadım. Kimseye bahsedemedim. Ama kesin zengin olmuştuk. Hanımla uzun uzun hayaller kurduk. En lüks evi yaptırdık, en lüks arabadan aldık, en lüks yerlere tatile gittik… Hayallerde. Bazen taşı aramız aldık seve seve uyuduk. Bazen karşımıza koyduk hayran hayran seyrettik. Bir akşam evin verandasında, çay içerken hanımdan taşı istedim. Çay içerken mehtaba karşı taşımızı seyredelim dedim. Bakalım ay mı aydınlık bizim taş mı? Hanım taşı getirdi. İki parçasını da masaya koydu. İşte tam o sırada gördük o ay yüzü. Bembeyaz. Nur parçası. Yüzü ay ama gövdesi? Gövdesi bir ağaç gövdesi gibiydi. İri, kabuklu. Kolları ve bacakları kısa. Derisi alacalı inek derisi gibiydi. Çok çirkin vücudu vardı ama yüzünün güzelliği çirkinliğini yok saydırıyordu. Gülümseyerek bakıyordu. Kalakaldık hanımla. Ay yüze baktık baktık. Ta ki o kaybolana kadar. Bir anda arkasını dönüp gitti. Bilmediğimiz diyarlara. Muhtemelen geldiği yere.

Hiç konuşmadan kalktık hanımla. Sessizce masayı topladık. Taşı kilitli sandığa koyduk ve yattık. Uyumadık. Sabaha kadar öylece yattık. Sessiz. Kıpırtısız. Sabah kahvaltı ederken hanım ağlamaya başladı. O gelen ay yüzlü cinlerden biriydi ve hazinemizi bizden çalacak diye hüngür hüngür ağladı. Ya dedim hanıma, saçmalama. Böyle güzel cin olur mu? Hanım kızdı tabii. Sen elin cinine nasıl güzel dersin. Sen benden başkasını nasıl beğenirsin. Git onunla evlen o zaman. İki tur da bunun için ağladı. Yav hanım olur mu öyle şey ben lafın gelişi dedim. Yüzü aya benziyor diye, ay güzel olur diye, yoksa der miyim güzel? Ertesi akşam yine çıkardık taşı, yine geldi ay yüzlü. Seyrettik doya doya. Hanım bana kızdıydı ama o da istiyordu gelsin de bakalım, hayran olalım. Üç akşam sonra gelmedi ay yüzlü. Denedik denedik olmadı. Taşı şöyle mi koymuştuk, böyle mi oturmuştuk, nerde hata yapıyoruz, diye düşündük düşündük bulamadık.

Nihayet bir ay sonra yine mehtaplı bir gecede geldi. Anladık ki ay yüzlüyü görmek için ay tam olmalıydı, dolunay olmalıydı. Aylarca senelerce böyle devam etti. Her dolunaylı geceyi ay yüzü seyrederek geçirdik. Bize girip çıkarken görmüş komşular. Onlar da sırf ay yüzü seyretmek için bize gelir oldular. Mahallenin delikanlıları körkütük âşık oldu. Hepimiz seyrettik ama kendisiyle tek kelam edemedik. Sadece kendisiyle değil, birbirimizle hatta kendimizle dahi tek kelam edemedik. Sadece seyrettik. Tam beş sene. Beş senenin sonunda yine mehtaplı bir gecede, tüm mahalleli bizim bahçede, ay yüzlü gözlerde gönüllerde, bakıyoruz, duruyoruz, hayran oluyoruz, lâl oluyoruz. Sabaha karşı ay yüzün yüzünü bizden çevirip gideceği vakit gelip çattığında ay yüze sevdalı gençlerden biri dayanamadı, deli kanını durduramadı. Koştu. Tuttu kısacık kolundan. Gitmesine engel olmak istedi. Genç ay yüzlüye dokunur dokunmaz bir şimşek çaktı gökyüzünde. Ama öyle bir şimşek ki gözlerimiz kör olacak sandık. Ay yüzlüyle gencin olduğu yerden çatır çutur sesler gelmeye başladı. Şimşeğin ışığından alınan gözlerimiz zar zor kendine gelince baktık, baktık ki ne görelim? Ay yüzlü sevdalı genci ısıra ısıra yiyor. Ama ne ısırma. Bir ağzını açışta kapı kadar oluyordu ağzı. Üç lokmada yuttu geç adamı. Gencin annesi feryat figan bağırıyordu fakat başka kimsede tık yoktu. Şaşkınlıktan dilini yutmuştu herkes. Sonra yine gitti ay yüzlü. O gidince ay böyle yumurtaya dönüştü. O gün bu gündür her dolunay zamanı artık ay dolunay değil dolunyumurta oluveriyor.

Taşa gelince onun tılsımlı bir taş olduğunu söyledi bizim hanım. Evlerden ırak bir yere gömelim gitsin dedi. He, dedim. Hanıma he’den başka şey denmez. Aldım taşı gizli bir yere gömdüm. Güvenilir bir sarraf bulunca değerini öğrenip satacağım. Biliyorum, zengin olacağımız günler yakındır, biliyorum.