Arkadaştan öte kardeşim,
Çabasına şahit olduğum dostum Gülbahar’a…
“Bu takıma katılman senin geleceğin için çok iyi olabilir.” Dedi arkadaşı. Ama o henüz emin değildi. Zaten bir mülakata tabiydi. Diyelim ki mülakatı geçti sonra ne olacaktı? Onlar bu işi kaç yıldır yapıyor, herkes işin ehli. O girdiği takımda verilen görevleri yerine getirebilecek miydi? İşte aklındaki bu sorulara bir yanıt bulamıyor, yanıt bulamadıkça da içine düştüğü şüphe çukuruna daha da saplanıyordu.
Sabah birden uyandı. Normalde hiç böyle uyanmazdı. Bir kabus görmüş de uyanmış gibiydi fakat ne gördüğünü hatırlayamadı. Zihnini zorlamayı denedi, olmadığını anlayınca zorlamamayı tercih etti. Kendine güzel bir kahvaltı hazırladı. Aklının bir ucunda takıma katılma meselesi dolanıp duruyor, bir yandan da çayını yudumluyordu.
Üç kişilik yurt odasında bir haftadır yalnız kalıyordu. Oda arkadaşları sınavlarını bitirip evlerine dönmüştü. Onun da sınavları bitmişti. İstanbul’da kalmak için tek sebebi takıma katılıp katılmamak arasında gidip gelmesiydi.
Biten kahvaltısının ardından kendine bir çay daha doldurup yurdun bahçe kapısını gören camın önüne geçip yere oturdu. Bir yıl önce o kapıdan elinde bavuluyla perişan halde girdiğini hatırladı. Bu üniversiteyi kazanması ne kadar da zor olmuştu. Kaygı,sürekli çalışmakla geçen yıllar, sınav ve istediği bölüm… Sonunda buradaydı işte. Mühendis olmak için canla başla çalışması gereken yerdeydi. O camın önünden kalkmadan bir karar verdi. Bir kez olsun içini kemiren “Yapabilir miyim?” şüphesini bir kenara bırakıp şansını deneyecekti. Öyle de yaptı.
Doldurduğu form kabul edildi, ilk aşamayı geçti, ikinci aşama için mülakata çağırdılar. Arkadaşını aradı ve uzunca sohbet ettiler. Durumu anlattı. “Bu takıma katılman senin geleceğin için çok iyi olabilir.” Dedi arkadaşı. Bu sözleri söylemesinin tek sebebi ona olan güveniydi.
Arkadaşıyla konuştuktan sonra daha da emindi. Mülakata girdi ve tedirginliğinin aksine iyi bir mülakat oldu. Artık takımdaydı. Takımdaki diğer öğrencilerle zamanla tanıştı ve iyi arkadaş oldu. Ekibe alışması zor olmadı. Bir ara içinden “aslında hiç zor değilmiş” diye geçirdi. Nasıl bir deneyim olacağını bu takıma gelmeden bilemezdi ve artık biliyordu. Mutluydu.
Bu takım bir yapay zeka takımıydı. Son zamanlarda yapay zekanın ilerlemesiyle beraber takım da oldukça rağbet görüyordu. İşte tam bu dönemde takıma seçilmişti.
Takımda küçük küçük görevler alarak ilerleme kaydetti. Takım arkadaşları da ona ısındı ve beraber güzel vakitler geçirmeye başladılar. Zaman ilerledikçe onum takımdaki yeri belirginleşiyor ve güçleniyordu.
Yaz tatilinin büyük bir kısmını takımla beraber geçirdi. İkinci sınıfta da takımı bırakmadı, daha fazla sorumluluk alarak ilerleme kaydetti. İkinci sınıfın yazında onun büyük emekleri sayesinde takım şehir içi bir yarışmadan birincilikle döndü.
Artık üçüncü sınıf olmuştu. İçinde bulunduğu, hatta artık başkanı olduğu ekip onun bir parçası haline gelmişti. Güzel işler başarabileceğine inanıyor ve emin adımlarla ilerliyordu.
O takıma katıldığı andan beri konuşulan bir proje vardı. Eğitimlerini tamamlayıp o da proje ekibine katılmıştı ve bu projenin sonuna yaklaşmışlardı. Fakat anlayamadıkları bir sorun projeyi bitirmelerine engel oluyordu. O uyumayıp başını bilgisayardan kaldırmadığı bir gece sorunu canla başla arayıp ne olduğunu buldu ve düzeltti. Artık her şey tamamdı. Ertesi gün sevinçle takım arkadaşlarına güzel haberi verdi. Ülke çapındaki yarışmaya bu projeyle katılırlarsa derece alacaklarına inanıyorlardı. Derece alacak olmaları onların uluslararası yapay zeka yarışmalarına kabul edilmeleri anlamına gelecekti.
Tüm takım biliyordu ki geriye tek bir adım kalmıştı:denemek. Çalıştığından emin olmaları gerekiyordu. Proje özel tasarlanan gözlük ve koltukla beraber sisteme verilen talimatlar ışığında tasarlanan mekana üç boyutlu olarak katılabilmeyi ve o ânı yazıldığı gibi yaşayabilmeyi sağlıyordu. Denek koltuğa oturacak ve gözlüğü takacak ardından sisteme girilmiş âna gidip gerçekmiş hissiyle orada var olacaktı.
Takımın çok istekli bir genci sisteme yazdığı Barcelona gezisi için koltuğa oturdu. Yaklaşık bir saat gezindi ve Arda Turan’ın meşhur bank pozunu verip fotoğraf çektirdi. Ardından başka biri Mars’a çıktı. O gün beş kişi koltuğa oturup bazı mekanlara gittiler, yani gitmiş gibi yaptılar. Arkadaşları deneyenlere nasıl olduğunu sorduklarında olumlu cevaplar aldılar.
Ertesi gün o da koltuğa oturmak için bir yazı yazdı ve sisteme yükledi. Basit bir şey olmasını istiyordu. Akşam yatmadan önce düşündü ve aklındaki bir senaryoyu sisteme yükledi.
Yazdığı senaryoya göre bir çarşamba pazarına gidecek, karpuz seçecek, aldığı karpuzu eve getirdiğinde karpuzun henüz olgunlaşmadığını fark edecekti. Senaryonun nasıl çalıştığını anlamak için senaryoda büyük boşluklar bıraktı. Senaryonun sadece başını ve sonunu biliyordu.
Koltuğa oturdu ve gözlüğü taktı.
“Gel ablam taze soğanlar, sarımsak var gel geel!”
Pazar kalabalık, pazarcı abiler satmakta ısrarcı. Bu karpuzlar nerede satılıyor henüz bulamadı. Bu kısmı yapay zekanın doldurmasına izin vermese daha kısa sürede bulabilirdi. Bir süre dolandı ve karpuz reyonunu buldu. Her bir karpuz dışardan güzel duruyordu. Yaklaştı, birkaçına çat pat vurdu.
“Ne oldu hanım evladım seçemedin mi karpuzu?”
Tövbeestağfirullah bir ses duydum arkadaşlar.
“Gel kızım ben sana iyi bir karpuz vereyim”
“Bey amca sesin geliyor ama göremedim ben seni neredesin?”
“E kızım koltukta oturuyorum ya”
“Amca yanlışın var koltukta karpuz var”
“Ha ha ha ha! Kızım ben karpuzum”
Şaşırdı kaldı. Senaryonun büyük bir bölümünü yapay zekayanın doldurması fikrinin pek de mantıklı olmadığını düşündü. Tam o sırada büyük bir bomba patladı. Koltuk sallandı. Arkadaşları ne olduğunu anlayamadılar. Bombanın dumanı dindiğinde sekiz on tane asker önlerinde yırtıcı bir cins olduğu belli olan köpeklerle pazar yerini bastı. “Dağılın! Dağılsın herkes! Teröristleri almaya geldik!”
İmdat çığlıkları her yeri kaplarken askerler karpuz reyonuna yaklaştı. O ne olduğunu anlamak için bir yere kaçmadı. Askerlerden biri tüm karpuzları ve bu kızı tutuklayın emri verdi. Satıcı karpuz “Kaç!” Dese de çok geçti. Artık yakalanmıştı. Onu askeri araçla karpuzların arasında bilmediği bir yere götürdüler. İndiğinde vahşi köpeklerden birinin yaşlı bir kadına saldırdığını, küçücük bir çocuğa sayamadığı kez kurşun atıldığını gördü. Sistemde bir sıkıntı olmalıydı çünkü bağırıyordu ama kimse sesini duymuyordu. Bir ara kabus mu diye kontrol etmek için kendini çimdikledi. İşe yaramıyordu.
Küle dönmüş bir şehre geldi. Tüm karpuzlar yere saçıldı. Karpuzlar parçalandıkça içlerinden kan aktığını gördü. Ağlıyordu. Gözlerinden de kan aktığını fark etti. Elleri kelepçeliydi ama etrafında asker kalmamıştı. Neler olduğunu anlayamadı ama artık işlerin kontrolü dahilinde olmadığı biliyordu. Arkadaşlarına bağırmayı denedi.
“Sistemi kapatın, işler çığırından çıktı!”
Sesini duyan olmadığını anladı. Parçalanmış karpuzların arasından ilerlerken henüz parçalanmamış bir karpuzu fark etti. Onu kucaklayıp küle dönmüş yapıların arasından ilerledi. Uzunca bir süre koştu. En sonunda yıkılmamış bir ev buldu ve içine girdi. Karpuzu yere bıraktı. “Bu karpuzdan neden kan akmıyor?” Diye sesli şekilde düşündü.
“Çünkü beni henüz olmadan bağımdan kopardılar. Eğer olsaydım da koparsalardı beni de yaşatmaz, öldürürlerdi. Yaşamadığım için şanslıyım.” Dedi ve karpuz ikiye yarıldı. Bembeyazdı ve içinde yüzlerce çekirdek vardı.
Senaryo bitti. Gözlüğü çıkartıp onu şaşkın şaşkın bekleyen arkadaşlarıyla göz göze geldi. Arkadaşları neler olduğunu soruyorlardı ama o bir süre sesini çıkartıp cevap veremedi. Şoku atlatamadı. Yaşadığı şeyi ,zihninde yaşadığı şeyi, unutması mümkün değildi. Bir kez daha takımda olduğu ve insanlık yararına bir şeyler yapmaya çalıştığı için kendisiyle gurur duydu.