________________
karpuz tarlasında doğan anneme…
“Çarşamba pazarı, esnaf pazarııı!
Sabahın nuru, enginarın uğuru.
Gel ablam geeel.
Böyle enginarı Sultan Süleyman yemedi bee!”
Sabahın sekizinde tezgahın yanından geçerken dinlediğim bu müthiş ezgi eşliğinde pazarda dolaşmaya devam ettim. Ayrıca Haziran’ın ortasında bu enginarı nereden bulmuştu çok merak ediyorum. Hormonlu pazarcı.
Yaz gelirken meyvelerini de getirmişti. Tüm pazar tezgahları meyve doluydu. Enginarı unutmaya çalışarak gözümü tam karşımda duran meyve tezgahına diktim. Çarşamba pazarının tezgahında ejder meyvesi mi vardı? Te Allah'ım. Çarşamba pazarı gittikçe modernleşiyordu, ki bu iğrenç, ben sevmem yani. Ayrıca neden küçükken en elit meyvenin muz olduğu dönemde yaşamaya devam edemiyorduk? Meyve tezgahına iştahla bakarken yanımdan geçen bir kız çocuğunun annesine kurduğu cümleler beni gerçekten Çarşamba pazarından soğutmuştu.
“Anne! Baksana, kivi alalım. Hem babaannem de çok sever.”
Babaannem adına üzüldüm desem yalan olur. Babaanneler ne zaman kivi sever oldu arkadaş. Mandalinaya şükrettiğimiz günleri özledim. Canım babaannem, merak etme çok bir şey kaybetmedin. En azından sana kivi alan bir torunun yok. :) Bu modern tezgahı terk edip pazarın en ücra köşesine saklanmış karpuz tezgahını görmemle oraya doğru hızlandım. Karpuz bu dünyanın en güzel şükür sebebi olabilirdi. Karpuz ya karpuz. Canım karpuz. Renkleri de güzel. Temsil ettiği ülke zaten başımızın tacı. Ama yemesi o kadar güzel ki. Canımın içi, karpuzu almaya gittim. Tezgahtar nerede diye bakınırken tezgahın ortasında kirpikleri bellice gülümseyen ifadesiyle bana bakan kocaman bir karpuz gördüm. Gözlerimi bir kaç kez kırpıştırıp açarken, bu tezgahtar karpuzu gören sadece ben miyim diye etrafa bakındım. Elinde pazar çantasıyla gelen teyze sanki normal bir tezgahtar görmüş gibi konuşmaya başladı karpuzla.
“Nasılsın, Ağustos evladım? İyisin inşallah.”
“Çok teşekkür ederim teyzecim, sen nasılsın?”
Bu karpuz tezgahtarlık yaptığı yetmezmiş gibi konuşuyordu bir de.
“Her zamankinden mi?”
“Eee, bir haftada dişlerim yeniden çıkacak değil ya, heh. Ver sen bana oradan bir çekirdeksiz.” Karpuz, karpuz satıyordu ve bu normal mi karşılanıyordu. Bu açıdan bakmak istemem lakin insan insanı satınca kan davası çıkıyor. Karpuz karpuzu satınca kabuk davası mı çıkacak?! Her neyse. Kendime gelmek için gözlerimi tekrar kırpıştırdım, başımı sağa sola salladım, silkindim ve karpuzla konuşmaya başladım.
“Merhaba, kolay gelsin.’
“Teşekkürler buyrun.” Ne nazik bir karpuz. Hahah. Bunu diyeceğim hiç aklıma gelmezdi.
“Ben küçük bir karpuz istiyorum. Seçme konusunda pek iyi değilim. Yardımcı olur musunuz?”
“Hay Hay, efendim. Hemen küçükleri çağıralım.” Arkaya doğru yuvarlanıp sol tarafını öne doğru işaret ettiğinde önüme doğru birkaç karpuz yuvarlandı. Ancak tezgah sağlam bir teraziyle ayarlanmıştı ki yere düşmediler.
“İstediğinizi seçebilirsiniz. Hepsi taze, tatlı ve sulu karpuzlardır. Övünmek gibi olsun aynı tarlanın çocuğuyuz. Sadece ben Kayseriliyim. Hihi.” Resmen şu an bir karpuz tarafından espriye maruz kalıyordum. Yüzümdeki gülümsemeyle dört kat merdiveni beraber çıkacağım karpuzu seçip yuvarlanarak poşetine girmesini izledim. Parayı karpuza nasıl uzatacağımı düşünürken o hızlı çıktı ve önüme doğru yuvarlandı.
“Arkamda kocaman bir bant var. Borcunuzu renklerine uygun şekilde banta yapıştırırsanız çok sevinirim.” Elimdeki paraları sırtındaki banta yapıştırıp,
“Kolay gelsin, bol kazançlar.” derken hızla geri geri yuvarlandı ve bir anda o da diğer tezgahtarlar gibi bağırmaya başladı.
“Gel vatandaş geel.
Köylüm olsa bu kadar güzel oluuur.
Ciğer gibi karpuzlarım vaar.
Ciğerim Kayseri'nin karpuzları bunlaar!”
Yüzümdeki silinmeyen gülümsemeyle evin yolunu tuttum. Eve varana kadar da tek bir dua ettim. Allah'ım nolur aldığım karpuz da Kayserili bir tezgahtar olmak isteyen bir karpuz olmasın.
F.S.Erbek