Mahallede bir kalabalık, bir gürültü aldı başını Viyana’ya gitti. Akşamki maç için sokağa çıkanlar ayrı, hâlâ top peşinde koşan çocuklar ayrı, dükkânlarına top geliyor diye onlara kızan esnaf ayrı, korna sesleri ayrı, pazar arabalarını peşinde sürükleyenler ise apayrı ses çıkardı. Biz de az sonra o cemaate katılacaktık: pazar arabalarını peşinde sürükleyenlere. Şâyet Anam Sultan evden çıkarsa. “Hadi hazırlan, gidiyoruz.” diye bir telaş bir telaş hazırlattı beni, şimdi yarım saattir onu bekliyorum. En son Anam Sultan’ı mutfak dolabının üstünde gördüm. Bu kadın milleti vallahi garip. Bir yere gidecekleri tuttu mu evi köşe bucak temizleme istekleri arşa çıkar. Evde boş boş volta atıp bekleyince yoruldum. Sahilde kurarım diye aldığım ama şehirde sahil olmayınca kuramadığım kamp sandalyesini balkona kurup oturdum. Yok babam yok biz gidene kadar mahallenin kadınları pazarı alt üst eder de bize bir şey kalmaz. El mecbur sıkıla patlaya bekledim.
…
Pazarda adım atmaya yer yok. Bırak iğneyi karpuz düşse kimse bulamaz. Karpuz demişken şöyle sulu sulu, tatlı mı tatlı bir karpuz bu sıcakta iyi giderdi. Anam Sultan kiraz seçeceğim diye bizi on saattir tezgâhın başına diktiğinden ben de karpuz almak bahanesiyle yanından uzaklaştım. Tüm pazarı baştan sona dolaştım da karpuz göremedim. Bütün karpuzlar satılmış. Ben demiştim bu kadınlar bize bir şey bırakmaz diye. Tam dönecekken köşedeki tezgahta üç tane karpuz gördüm. Gözlerim parlamıştır muhakkak. Ben tezgâha varana dek bir tanesi nasıl oldu anlamadım eksilmiş. Tabana kuvvet. Vâkit, o vâkittir. Koş, aslanım koş! O karpuzu al, evine dön, mutlu mutlu maçını seyret.
Nefes nefese vardım tezgâhın başına. Ciğerlerim paslanmış. Zar zor geldim kendime. Biri büyük diğeri küçük iki karpuz var. Büyük olanı daha olgun olduğundan kaptım elime avucumla pat patladım.
“ Hööösstt, ulan hergele bırak beni!”
Euzubillahimineşşeytanirracim. Gümbür gümbür atan kalbim hızlandı, dört nala koştu. Karpuz konuştu. Yetmedi beni azarladı. Elimden tezgâha fırlatır gibi bıraktım karpuzu.
“ Ulannn! Acıdı lan acıdı!”
Allah'ım sana geliyorum, Yarabbim! Allah'ım ben ölmüyorum değil mi? Yok ben ölüyorum. Bu karpuz da azrail değil mi? Anam Sultan derdi “ Ölüm döşeğindeyken azrail sevdiğin kılığına girermiş de imanından döndürürmüş seni.” Kesin azrail o, kesin! Nasıl da biliyor en sevdiğim şeyi. Beni imanımdan döndürecekmiş, peh! Ben ki mollaların torunuyum. Sözümden dönerim de imanımdan dönmem. “Aman azrail kardeş, ben imanımdan dönmem. Sen var git yoluna, uğraşma benimle.”
“Bre deyyus, ne dersin sen bana?”
Beni ikna edemeyeceğini anlayınca tabii azrail olmadığını söylüyor. Vay uyanık, vayyy. “ Anam bekler beni, karpuz alıp gideceğim. Oyalama beni.”
“ Satmıyorum sana karpuz. De git! Toz yapma tezgâhımın önünde.”
Satmıyormuş bana karpuz o kim ki? “Sen buranın nesisin de bana satmayacakmışsın?”
“Ben bu gördüğün karpuzları satan kişiyim.”
Şimdi de tezgâhtarım diye beni kandırıyor. Kanar mı Anadolu çocuğu?
“Yav bırak bu işleri karpuzun karpuz sattığı nerede görülmüş?”
“Niye? Siz insanlar da insan sattınız köle diye?”
Duyar kasıyor, şovmenci.
“ Eskidendi o, eskiden.”
“ Bizimki de yeni. Sulu olmayan, tatlı olmayan, çekirdekli olan karpuzları işte böyle satıyoruz. Alacaksan al, almayacaksan tezgâhı kapatma.”
Hadi canım! Karpuzlara kast sistemi uyguluyorlar. Sene olmuş bilmem kaç kölelik bitmemiş, karpuzlar üzerinden devam etmiş.
…
Boynumdan omzuma, omzumdan belime kıymıklar batıyormuşçasına acıdan inledim. Her yerim tutulmuş. Cama yapışan sinek gibi kalmışım. Gözlerimi sağa sola oynatınca hâlâ kamp sandalyesinde oturduğumun idrâkine vardım. Hava kararmaya yüz tutmuş, sokakta maç için toplanan kalabalıktan başka kimseler kalmamış. En son pazara gidecektik diye bekliyordum. Şaşkınlıkla içeriye girdim. Anam Sultan’ı aradı gözüm. Koltukları çekmiş yerleri siliyordu. Haftaya kadar sürer bu temizlik.
Hissettiğim su ihtiyacı için buzdolabını açtığımda kocaman bir karpuz gördüm. O ân aklıma gördüğüm rüya düştü. Bir süre baktım karpuza. Bugün de onun için sigaramı yaktım.