Yoda Etkisi

İrem İlayda Karkı

“Hasan’ım olur mu böyle,

Hasan’ım doğruyu söyle…

Dım dırım dım dırım…”

Bangır bangır çalan düğün müziği öğlen saatlerinde artık yeter diye camdan bağırmama sebep olmuştu. Ama duyan olmadı. Sabah 10:00 gibi başlayan müzik, müzik demek ne kadar doğru bilmiyorum, asla susmuyordu. Akşama kadar durmayacaklarını anladığımda çantamı toparlamaya başladım. Asansörde kimi arasam diye düşündüm. 5,4,3,2,1,0. Aklıma gelen bir isim yoktu. Arkadaşlarım vardı elbette ama kimseyle konuşmaya mecalim yoktu. Bazı günler dudaklarımdan dökülen iki cümle, aralıksız iki saat ders anlatmışım hissi veriyordu. Bugün sessizlik istediğim bir gündü. Belki kafamdaki darmadağın düşünceleri biraz olsun toplama şansım olurdu. Yürüdükçe sesler uzaklaşıyordu. Sesten tamamen uzaklaştığımda ise içimden, dışımdan, vücudumun tüm hücreleriyle derin bir OHHH çektim. Biraz sesli demiş olmalıyım ki etraftaki bazı insanlar dönüp bana bakmaya başladılar. Durdum, ben de kendime baktım ve insanların sese değil de üzerimdeki sarı kedili pijamaya baktığını fark ettim. Kediler ve arılar halay çekiyordu. Geriye dönüp üzerimi değiştirmeyi düşündüm ancak o sesler… “Hasan’ım olur mu böyle?”

Çevreye, insanlara ve alaycı gülümsemelere gözlerimi diktim. İçimde kaynamaya başlayan suyun o tiz sesini hissediyordum. Kaynayan suyun tiz sesiyle birlikte olabildiğince yüksek bir sesle bağırdım.

“Benim zevkim sizin nezdinizde makul bir zemine oturmak zorunda değil!”

Alaycı gülümseler yerini şaşkınlığa bıraktı, şaşkınlık da birkaç dakika önce ne iş yapıyorlarsa ona devam etmelerini sağladı.

Aferin kız iyi gaza getirdin kendini. Ohhh be. Bunca zaman insanlara ayıp olmasın diye kibar, ince seslerle konuştuk da noldu değil mi? Biraz atar yapacaksın, sen sustukça tepene çıkar bunlar.

Abartma Buse, alt tarafı utancını gizlemek için sesini yükselttin.

Kabul et, iyiydi.

Tamam biraz iyi oldu ama abartma.

Kedi düşmanları.

Yuh. Hain kostok da de tam olsun. Sen de çantayı hazırlamayı akıl ediyorsun ama üzerini değiştirmeyi akıl etmiyorsun.

Hasan akıl mı bıraktı?

Kendimle olan kavgamın yorgunluğuyla önümde uzanan yol ayrımına baktım. Sol taraftaki yol nehir kenarıydı. Etrafında yürüme yolu vardı. Bu yol; yürürken insanlar bir anda dursun “Aaa ben ne zamandır spor yapmıyorum.” desin ve 5-10 dakika spor yapsınlar diye konulmuş spor aletleri, daha ileride çocukların koşturmalarından anladığım kadarıyla küçük bir çocuk parkı olan kalabalık bir yoldu. Sağ taraftaki yol ise sıra sıra birbirinin aynı ağaçların olduğu, yeşilliklerle dolu ama enteresan bir şekilde kimsenin olmadığı bir yoldu. Şu an istediğim su kenarında yürümekti. Suyun sakinleştirici etkisi olduğuna inananlardandım. Sakinleşmeye mi ihtiyacım vardı?

Dün olanları ne çabuk unuttun?

Birbiriyle kavga edercesine konuşan insanları, muhtemelen dakikalardır koşuşturmalarına rağmen yüzde bin enerjiyle etrafta koşan çocukları görünce onların suya daha çok ihtiyaçları olduğuna karar verip sağ taraftaki yolu seçtim. Bu seçimin elbette arılarla halay çeken kedili pijamamla bir ilgisi yoktu.

Evet, dün olanlar. Bu konuyu kimseyle konuşamamıştım henüz. Yarı zamanlı çalıştığım işimden kovulmam beklemediğim bir şeydi. Bir turizm şirketinde asistanlık yapıyordum. Yanında çalıştığım Songül abla, abla diyorum çünkü ablam gibiydi, anlamadığım bir sebeple bana tavır alıp beni kovdu. İki haftalık emeğimin karşılığını bile vermeden. Birkaç saatlik çabamın sonunda asıl sebebi öğrendim. Şirketin başka bir çalışanı aramızdaki samimiyeti kıskanıp bana iftira atmış. Ben Songül abla hakkında ağza alınmayacak laflar etmişim, onunla sadece çıkara dayalı bir ilişkim varmış vs. Bunu garipsemedim. Artık insanlar böyle; doğruları yalanlarına karışan, hayatta başkaları ne istiyorsa onu istemekten başka bir amaç edinmeyen, kendini dünyanın merkezine koyup geri kalan insanları, gezegenlerin güneşin uzaklığına göre sıralanması gibi sıralayan… Güneşe bak be. Hayır, ben o yalancı güneşe alınmadım. Ablam gibi görüp dertlerimi ve dertlerini paylaştığım, şu hayatta karşıma çıkan en büyük şanslardansın dediğim insanın buna inanmış olmasıydı beni kıran. Bir anda kendimi dünyanın en yapayalnız insanı hissetmiştim. Bir insana kırılan güvenim, hiçbir suçu olmayan diğer arkadaşlarıma olan güvenimi de etkilemişti. Güvensiz, yalnız bir Buse. Bir de akşam ailesinden para istemek zorunda kalacak olan Buse.

Zorunlu bir tercih olsa da bu yolda yürümek huzur vermeye başlamıştı. Derin bir nefes çektim içime, yeşilliklerin içinde bunu yapınca çektiğim nefesin içinde oksijen olduğuna daha çok ikna oluyordum. Yaşasın oksijenler. Neden böyle bir gaz ırkçılığı yaptığıma anlam veremedim. Yaşasın karbondioksitler. Yaşasın tam karşımda duran birbirinin aynı onlarca ağaçlardan farklı o ağaç. İlk defa mavi yaprakları olan bir ağaç görüyordum. İnsanı kendine doğru çeken, farklı bir havası vardı. Biraz daha yaklaşınca yaprak sandığım mavilerin aslında kâğıt olduğunu fark ettim. Yaprak şeklindeydiler ve üzerinde bazı kelimeler yazıyordu. Okuyabilmek için biraz daha yaklaştım. Tam o sırada “Dur!” diyen bir sesle irkildim. Yok artık. Kafamı biraz kaldırınca dalda duran Usta Yoda ile göz göze geldim. Elinde jedi kılıcı vardı.

“Usta Yoda?”

Ufak bir tebessümle kafasını salladı.

“Senin gibi büyük bir savaşçının burada ne işi var?” dedim sesimdeki şaşkınlığı gizlemeyerek.

“Büyük savaşçı mı? Savaş hiç kimseyi yüceltmez.”

Ben kesinlikle film izlerken uyuyakalmıştım. Hasan’ımdan Yoda'ya doğru uzanan bugünün başka bir açıklaması olamazdı. Akşama da hep beraber Hogwarts’ a gideriz artık. Bozulan sinirlerimin bana verdiği yetkiye dayanarak ufak bir kahkaha attım. Usta Yoda benim gülmem karşısında bile ciddiyetini bozmamıştı. Öğlen herkese atar gider yapan içimdeki sese başvurdum.

Amannnn. Rüyaysa rüya, gerçekse gerçek. Oyunu bozma devam et

Peki.

“Usta Yoda neden buradasın?”

“Ahh çocuğum. Öncelikle bildiğin her şeyi unutmalısın.”

Yoda, filmdeki repliklerini tekrarlamaktan başka bir şey yapmıyordu.

“Tamam unuttum. Hımm peki bu ağaç nedir?”

Yodayı boşverip ağaca odaklanmaya başlamıştım. Üzerinde yazılı olan kelimeleri okuyamıyordum. Kesin rüya.

“Bu ağaç bir çilingir.”

Hayatımda duyduğum en saçma cümle olabilirdi. Alaycı bir gülümseme takındım.

“Yaprakların her biri bir anahtar. Farklı dünyalara açılıyor.”

Güzel. Olur. Ben varım farklı dünyalara. Hogwarts, bekle beni. En büyük arzum Hogwarts kalelerine çıkıp ‘seni yeneceğim’ diye bağırmaktı zaten.

“Nasıl gidiyoruz peki?”

“Nasıldan daha önemli bir soru var çocuğum. Nereye?”

“Tamam nereye gidiyoruz?”

“İşte bu tamamen sana bağlı. Seçtiğin yaprak seni içindeki karanlık bir yola da götürebilir, güneşli güzel diyarlara da ulaştırabilir.”

Seninle aynı evrende olmak çok sinir bozucuymuş Yoda. Ben kafa karışıklıklarından kurtulmaya çalışıyorum, sen benim kafamı daha da karıştırıyorsun. Ben bilmiyor muyum içimdeki karanlığı, ben değil miyim ondan kaçmak isteyen? Sen bana seni oraya da götürebilir diyorsun. Gider Hasanım dinlerim daha iyi. Seninle mi uğraşacağım? Hem ben güneşi pek sevmiyorum.

“Güneşli diyarları sevmiyor olmam karanlık tarafta olduğum anlamına gelmez bence.”

Şaşırdı. Eh dedi peh dedi şey dedi.

“Denemeyi bırak. Yap ya da yapma.” deyip kendini uykuya bıraktı.

Bizdeki şansa bak. Ya köyün delisine ya da başka evrenin bilgesine rastlıyoruz. Usta Yoda'ya dokunmak üzereyken ağacın arkasında bir hareketlilik hissettim. Orta boylarda yüzü Yoda’yı anımsatan bir adam söylenerek geliyordu. O tarafa bakınca yeşilliğin içinde, yeşil renkte, kendini kamufle eden çadırı gördüm.

“Yine mi kitlendi? Nasıl çözeceğiz bu sorunu bilmiyorum.”

Ne olduğunu anlamaya çalışan gözlerle ona bakıyordum.

“Yoda diyorum yine kitlendi. Kendi felsefesiyle çelişen cümlelerle karşılaşınca kendini uyku moduna alıyor.”

Ah be Yoda. İşte şimdi benim favori karakterimsin.

“Evet bayan arı, bu güneşli hafta sonunda dışarıda ne işiniz var, madem güneşli günleri sevmiyorsunuz?”

“Bay Yoda, bu sizi hiç ilgilendirmez. Ayrıca burada ne oluyor? Hiçbir şey anlamadım.”

“Bir sokak oyununun içindesiniz hanımefendi. Yani dijital sokak oyunu olma adayı da diyebiliriz.”

Yoda’ya baktım. Evet dikkatli bakınca robot olduğu anlaşılıyordu. Ama mavi kağıtlar, üzerindeki okunamayan yazılar? Bir tane yaprağa dokundum ve okuyamadığım yazı bir anda okunur oldu. Yaprağın yüzeyi kâğıt değildi, daha yapaydı.

“Evet, kâğıt değil.” diyerek beni onayladı insan Yoda. “Nano ekran diyebiliriz. Biraz daha esnek şekil alabilir bir ekran. Dokunduğunuzda yazıyı aktifleştirmiş oluyorsunuz. Sonrasında özel gözlüklerimizle yazıda çıkan diyarda bir oyun oynuyorsunuz. Ağacın arkasındaki alanı da bunun için hazırlıyoruz. Ama tabi öncesinde Usta Yoda’nın problemini çözmemiz gerek.”

Hogwarts hayallerim yine suya düşmüştü. Üzerinde henüz batmamış gemilerimizi yüzdürebiliriz.

“Siz kimsiniz, Bayan arı?”

“Açılın ben yazılım mühendisiyim demeyi çok isterdim ancak değilim. Değişik bir proje, kolaylıklar diliyorum. Hoşçakalın.“

Kimseyle tanışmak için enerjim yoktu. Bugün sadece düğünden kaçan pijamalı bir kızdım. Arkamı dönmüş giderken son bir Yoda repliği geldi.

“Kendini, kaybetmekten korktuğun her şeyden vazgeçmek üzere eğit.”

Gülümseyip el salladım. Dünyayı yapay zekanın ele geçirmesinden korkarken Usta Yoda manyakları ele geçirirse çok gülerim. Telefonumun arama sesi gülümsememin sonu oldu. Songül abla arıyordu. Bana inanmıyor ve hakaret etmek için arıyordu veya gerçekleri öğrenmiş özür dilemek için arıyordu. İki ihtimal de bende kırılanı düzeltmeyecekti.

Tamam be Yodacım. Hadi kaybetmekten korktuğumuz bazı insanlardan vazgeçelim.