Su Böreği Etkisi

Emine Ecran Şenel

Hayatın kıyısında, bir cambazın ip üstünde yürümesi kadar dikkatli yaşıyordu hayatını. Planlı, dakik, sağlıklı, fit. Planlarını ve kurallarını bozacak hiçbir şeye tahammülü yoktu. Düzensizlikten nefret ediyordu. Sağlıksız olan her şeyden de. Tam on yıl vegan olarak yaşadı. Hayvansal ürünler sağlığa zararlıymış, öyle inanıyordu. Güne egzersiz yapmadan başlamak onun için ölüm gibi bir şeydi. Bu belki biraz abartı oldu ama ölüm değilse de hastalık gibi bir şeydi. Hafta sonu ormanda doğa yürüyüşü yapmayı da hiç ihmal etmezdi. Ölene kadar 36 beden 50 kilo olarak yaşamak istiyordu. Hayatının tüm başarılarını böyle dikkatli yaşamaya borçluydu. Ne demiştik: Hayatın kıyısında, bir cambazın ip üstünde yürümesi kadar dikkatli yaşıyordu hayatını. Öyle yaşamasaydı ne sağlığını koruyabilir, ne sahibi olduğu şirketi kurabilir ne şirketi yönetebilir ne güzelliğini devam ettirebilirdi.

Yine bir haftasonu yine aynı ormanda aynı tempoyla yürürken her zaman geldiği yol ayrımına geldi ve bu sefer hep tercih ettiği sağ taraftaki yoldan değil sol taraftaki yoldan yürümek istedi. Monotonluktan çıktığı nadir zamanlardan biriydi. Ne zaman kendini yalnız hissetse monotonun dışında bir şey yapardı. Ama küçük bir şey. Yol değiştirmek gibi. Sabah egzersizine yeni bir hareket katmak gibi. Gözüne aylaynır çekmek gibi. Küçük değişiklikler işte. Planını programını sağlığını disiplinini etkilemeyecek küçük değişiklikler. Yalnızlığını düşünürken adımları yavaşladı. Çocukluğunu hatırladı. Köy hayatını. On kardeş iki anne bir baba aynı evde yaşadıkları günleri. Ekmek arası peynir soğan yediği, burnundan akan sümükleri yalayarak ip atladığı, top oynadığı günleri. Annesinin kumaya nispet olsun diye yaptığı birbirnden lezzetli su böreklerini, yaprak sarmalarını. Kumanın annesine nispet olsun diye yaptığı baklavaları, yemekleri. Kardeşleriyle dövüştüğü, kikirdediği, oynadığı günleri hatırladı birer birer. Sanki o zamanlar daha mutluydum diye geçirecek oldu içinden sonra vazgeçti. Kolay gelmemişti buralara. Dişiyle tırnağıyla kazıyarak. Küçükken izlediği dizilere özenip bugünlerin hayalini kurardı. Kardeşleri alay etse de görürsünüz hepinizden zengin hepinizden güzel olacağım, derdi alay etmelerine aldırış etmiyor gibi yaparak. Dediği gibi de olmuştu, yedi kız kardeşin altısı sağ sol aşağı yukarı köylerden adamlarla evlenip köylü kadın olarak sürdürüyorlardı hayatlarını. Hepsinin üçer çocuğu vardı. Hepsi de şişmanlamış, çirkinleşmişti. Üç oğlandan biri çiftçi, biri esnaf, biri de öğretmen olmuştu. Hepsi de köyden birer kızla evlenmiş kel ve göbekli hantal adamlar olmuşlardı. Hıh, dedi içinden. Alay ediyordunuz gördünüz mü siz el adamlarına kölelik yaparken benim emrim altında bir sürü kişi çalışıyor. Durdu sonra. Ee dedi kendisine. Ne oldu yani? Çalışıyor da ne oluyor? Toplantı masasında ağzının içine bakan çalışanların olması, köyde soba başında kardeşlerinle kikirdemelerinden daha fazla mutluluk veriyor mu?

İyice yavaşladığını fark edince hızlandı. Adım sayımı bu sefer artırmalıyım yavaş yürüdüm çünkü, diye düşündü. Karşıda yalnız bir ağaç vardı. Ne ağacı olduğu tam seçilmiyordu ama koca ormanda yalnızdı, sağında solunda başka ağaç yoktu. Kendisi de yalnız olduğundan severdi yalnız ağaçları. Oraya kadar yürümeyi hedefledi. Sonra eve dönebilirdi. Ağaca yaklaştıkça ağacın dallarında parlayan şeylerin ne olduğunu çözemiyordu. Önce çiçek sandı. Sonra değişik bir dağ meyvesi sandı ama yaklaştıkça tuhaflaşıyor hiçbir şeye benzemiyordu. Yanına kadar vardığında ağacın dallarından sarkan şeylerin kelimeler olduğunu gördü. Evet el yazısı şeklinde birbirine geçmiş harflerden oluşan kelimeler. İlk gözüne çarpan kelime KÖY kelimesiydi. Onu ağaçtan kopardı. İyice inceledi. Şeffaf ama sert bir yapısı vardı. Renksizdi. Köy kokuyordu. Kokuyu içine çekti. Evet tezek kokusunu özlemişti. Biraz daha içine çektikten sonra başka bir kelimeyi kopardı TUZ. Başka bir kelime ALTI. TEREYAĞI. ÇAY…. Sırt çantasını açıp ağaçtaki tüm kelimeleri çantasına doldurdu. Kelimelerin bir şey anlattığını düşünüyordu. Aslında bir şeylere anlam yüklemeyi sevmezdi ama bu kez canı oyun oynamak istiyordu. Kelimelerin tamamını çantasına toplayınca hızla eve yürüdü.

Eve varınca maydanoz ve limon ile detoks karışımı yapıp içtikten sonra salona geçti. Çantasındaki kelimeleri masanın üzerin boşalttı. Sonra bir bir yere dizmeye başladı.YEMEK. ÇAY. KAŞIĞI. BARDAĞI. Bunlar kesinlikle yemek kaşığı ve çay bardağı olmalıydı. Bir pazılın bir köşesini tek başına tamamlamış çocuk kadar sevindi. ADET. YUMURTASI. ne yumurtası olabilirdi? Köy! Tabii ya ilk topladığı kelimeydi. Köy yumurtası. Akşama kadar kelimelerle uğraşt. Cilt bakımı yapmayı, saç maskesi yapmayı hatta duş almayı bile erteledi. Uzun zamandır ilk defa bu kadar mutlu hissediyordu kendisini. Bir çocuk kadar neşeli. Kelimeleri yerleştirdikçe gülüyor, kendini alkışlıyordu. En nihayetinde bitirdi:

SU BÖREĞİ TARİFİ

ALTI ADET KÖY YUMURTASI

BİR ÇAY BARDAĞI SU

BİR YEMEK KAŞIĞI TUZ

ALABİLDİĞİNCE UN

SALAMURA KÖY PEYNİRİ

YARIM KİLO TEREYAĞI

MAYDANOZ

SU

TUZ

Su böreği tarifi mi? Yumurtalı. Peynirli. Hem de köylü. Biraz durdu, düşündü. Hayır, dedi. Bunca yıllık diyetini bozamazdı. Annesinin börekleri canlandı gözünde. Burnunda tüttü. Hep yardım ederdi annesine. Haşlanan hamurdan arada kaçırmayı ihmal etmezdi. İyi öğrenmişti aslında. Yapsa annesi kadar güzel yapabileceğini düşünüyordu. Nar gibi kızarır mis gibi kokardı. Hayır, dedi kafasını sallayarak. Banyoya gitti. Duş aldı. Cilt bakımı yaptı. Uyku saatini geçirdiği için kendisine kızdı. Yatar yatmaz uyudu. Rüyasına ne göreceğini biliyordu. Köy, çocukluğu, annesi, börekleri, kuma, nispet, kardeşleri, kikirdemeler…

Sabah aynı saatte uyandı. Egzersizini yaptı. Kahvesini içti. Salatasını saklama kabına koyup işe gitmek için evden çıkarken salonda dizili kelimelere kaydı gözü. SU BÖREĞİ TARİFİ. Hayır, dedi. Hızla çıktı evden. Şirkete vardı. Çalışanlar saygıyla selamladılar kendisini. Odasına geçti. Öğle arasında salatasını yerken çalışanların ofisinde bir cümbüş var gibiydi. Merak etti. Sessizce çıkıp baktığında temizlikçi Zeliş Hanım’ın bir tepsi böreği ikram ettiğini gördü. Çalışanlar büyük bir sevinçle Zeliş Hanım’a teşekkür ediyor iştahla yiyorlarlardı böreği. Yediklerimize biraz dikkat etmeliyiz arkadaşlar, hararet yapar, tembellik yapar, en önemlisi kilo yapar dedi büyük bir ciddiyetle ve odasına çekildi. Umursanmadığını biliyordu. Ama yine de söyledi. Patron olmak bunu gerektirirdi. Umursanmayacak şeyler söylemeyi. Hem de büyük bir ciddiyetle.

İş çıkışı eve dönerken küçük bir dükkanda ORGANİK YIMIRTA BULUNUR yazısı gözüne çarptı. Artık daha fazla direnemeyecekti. Bir kereden bir şey olmazdı. Durdurdu arabasını. Dükkana gitti. Bir koli köy yumurtası, bir kilo tereyağı, iki kilo salamura köy peyniri aldı. Hatta sucuk ve pastırma bile aldı. Dükkandaki her şeyi canı çekiyordu. Daha fazla durmak istemedi. Malzemeleri alıp hemen eve gitti. Makyajıni sildi. Saçlarını topladı. Salondaki krlimeleri yani su böreği tarifini kontrol etti. Mutfak önlüğünü taktı ve başladı su böreği yapmaya. Büyük bir özenle yaptı. İlk haşladığı hamurdan küçük bir parçayı ağzına atarken suçluluk hissetti. Ama bu duyguyu önemsemek istemedi. Tek tek dizdi haşladığı hamurları. Güzelce döşedi arasına peyniri. Nar gibi kızarttı fırında. Soğumasını bekleyemedi. Dilimledi ve afiyetle yedi. Nasıl olduğunu anlamadan yarım tepsiyi bitirmişti. Kalanı da kahvaltıda yedi. Doyamadı. Akşam yine canı su böreği çekti. Yine yaptı. Tam üç gün boyunca su böreği yedi. Yedikçe annesini özledi. Köyünü, kardeşlerini. Babası ölmüştü. Cenazesine bile katılmamıştı. Kızgındı babasına. Annesinin erkek evladı olmadı diye üstüne kuma getirmişti. Aksi gibi kumanın da art arda üç erkek evladı olmuştu. Babası onları hep daha çok sevmişti. Ama annesi başkaydı. Onu özlüyordu.

Haftasonu dayanamadı ve köye gitti. Annesi görür görmez dizlerinin üstüne çöküp ağlamaya başladı. Gitti annesine sarıldı. Ağlaştılar. Annesi sakinleyince hemen börek yapmak istedi. Birlikte yaptılar. Kardeşlerini ziyaret etti. Yeğenlerini sevmeye çalıştı. Alışık değildi çocuk sevmeye. Akşam üzeri çoban Şaban’la karşılaştı. Çocukluk aşkı Şaban. Merhabalaştılar. Ayak üstü muhabbet ettiler. O da hiç evlenmemişti. Biraz yaşlanmıştı. En azından saçları dökülmemişti. Gözüne hoş göründü. Kendisine bile çaktırmamaya çalıştı ama heyecanlanmıştı onu görünce. Pazar akşamı evine döndü. Rutinine. Ama adapte olamıyordu. Yatılı okulda kalan çocukların yaz tatili dönüşündeki gibi bir hüzün çöktü yüreğine. Köye dönmek istiyordu. Lanet etti sporuna diyetine güzelliğine şirketine disiplinine.

İki hafta ancak dayandı. Bir gün şirket müdürünü çağırdı maaşına zam yapmakla birlikte şirketin büyük sorumluluğunu kendisine verdiğini bildirdi. Köye taşınacağım, dedi. Müdürün şaşkın bakışlarına aldırmadan ve fazla açıklama yapmadan kişisel eşyalarımı toplayıp çıktı. Bir hafta içinde tüm eşyalarını topladı. Annesinin evine taşındı. Bir kaç ay içinde Şaban’la evlenme kararı aldılar. Kendi aralarında mütevazı bir nikahla evlendiler. Haftada bir su böreği yapıyor. Sarmalar kısırlar pilavlar kavurmalar eksik olmuyordu sofralarından. Sıksık kardeşleriyle bir araya gelip kikirdiyorlar arada analarına takılıp eğleniyorlardı.

Bir sene sonra şirket çalışanları kendisini ziyaret etmek ve hayırlı olsun demek istediklerini bildirdiler. Memnuniyetle kabul etti. Şirket çalışanları köye giriş yaptılar ve yol kenarında bir adama sordular Dayıı, dediler Melisa Hanım’ın evi neresi acaba, dediler. Dayı şapkasını çıkardı, şirkey servisine iyice yaklaştı iiii? Kim dediniz, diye sordu. Melisa Hanım diye tekrar ettiler. Biz onun şirket çalışanlarıyız dediler. Adam Haaa, Döndü’yü diyonuz siz, dedi ve bir evi tarif etti. Çalışanlar kendi aralarında fısıldaştılar Döndü ismiyle dalga geçerek. Demek Döndü ha, hahahahaha… O döndü biz dönmedik hahahahaha…

Tarif edilen eve geldiler. Bahçenin tahta kapısından içeri girdiler. Evin önünde bir kadın bahçede kurulu sobadan tepsiyle bir şey çıkarıyordu. Yanına yaklaşım merhaba biz Melisa Hanım’a bakmıştık ama… derlerken kadın yüzünü döndü. Penyesinin üzerine şalvarını çekmiş başında yazmasıyla elli kilodan yetmiş kiloya çıkmış Melisa’dan başkası değildi. Nutukları tutualab çalışanlarını ilk defa sevecenlikle karşıladı. Onlara börekler sarmalar yedirdi. Kocası çoban Şaban’da semaverde demlediği çaydan ikram etti. Önceden gerekmedikçe ağzını bıçak açmayan Melisa Hanım hiç susmadan konuşuyor, köyü tanıtıyor, çocukluğunu anlatıyor, gülüyor gülüyordu. Adının hikâyesini anlatmayı da ihmal etmemişti. Zavallı annem babama erkek evlat vermek için yanıp tutuşuyormuş. Beşinci kızını yani beni doğurunca adımı Döndü koymuş ki bundan sonraki dönsün de erkek olsun. Ama olmadı, diye anlatırken kahkahalarla gülüyordu. En son çalışanlarının şaşkınlığından sıkılıp eeeh yeter çocuklar, ne şaşırıyorsunuz bütün bu olanlar yalnızca su böreği etkisi dedi semaverin dumanından sulanan burnunu şalvarına silerken.