Ölüme Muhtaç Ve Mahkûm

Pınar Civelek

“Söz hakkı vermişler sana, sen kelimeleri tüketmişsin. Şehrin yönetimini sana vermişler sen hazinenin dibini sıyırmışsın. Halk sana itimat etmiş sen onları sersefil etmişsin. Şimdi böyle yana yakıla dolaş dur Server. Lider’in duysun beceriksizliğini. Çağırsın yanına kessin kelleni. Ya da uzaya fırlatsın seni. Biraz da orayı sömürürsün. Tutuşup dursun eteklerin. Gözüne bakamayasın halkının.”

- Sus artık, sus!!!

Dinlemek istemiyorum onu. Beni korkutmak için her şeyi yapar o.

“ Bırak şimdi korkutmayı, sen sadece düşün Server. Çalıştır saksını Server. Para lazım Server, çok para. Eski itibarını kazanman lazım Server.”

Kızsam da hak verdim ona. Kendi ellerimle bitirdim kendimi. Tuttum elimden ateşe attım kendimi. Har vurdum harman savurdum. Düğün oldu, hazinedeki paraları konfeti niyetine döktürdüm. Gördüğüm çocuğun cebine sıkıştırdım tomarları. Beni çok sevsinler diye yaptım. Sonunda en nefret edilen insan oldum. Bu yaptıklarımı Lider duyacak olsa topuğuma sıkar. Ya da onun dediği gibi başımı keser kuşlara yem eder. Yok yok, kesin uzaya roket diye fırlatır. Daha kötüsünü de yapar o.

Pervane gibi döndüm düşündüm, heykel gibi durdum düşündüm. Yok! Kocaman hazine nasıl dolar bilemedim. Kavga ettim onunla, iç sesimle. Aşağıladı durdu beni:“Saksını çalıştır artık. N’aptın, şemsiye mi tuttun da böyle oldun sen? Çok mu düşürdüler seni? Kumanda mı fırlattılar kafana?” Bağırdım çağırdım ona. Aklımdaki sesini sevdiğim akıl veriyor. Ben olmasam, olmayacak olan iç sesim ahkâm kesiyor.

Onunla didişmekten düşünemedim. Vurdum kendimi yayla yoluna. Nefretle bakan gözlerden ne kadar uzak o kadar iyi. Giderken gördüm mezarlığı. Nenemin yattığı mezarlık. On yıl önce gittiğim mezarlık. Görsün torunu nasıl da serpilmiş yakışıklı olmuş. Limon yoktu. Aldım limon kolonyasını, döktüm saçıma. “Senin saçın varsa benim de beş kolum var.” Alsam urganı, dolsam onun boynuna. Boynu yok ki sesi kısılacasının!

Üç mezarın içinden elimi koymuş gibi buldum neneminkini. Kına kokusundan tanıdım onu. “ Utanmasa ‘Ruhunu gördüm de tanıdım.’ der.” Takmadım onu, çok takınca kendini Lider zanneder. Neneme anlattım torunun başarılarını. Gurur duymuştur benimle.

-Ah nenem Ahhh! Anlattım sana başarılarımı ama son zamanlarda üzerimde nazar var. Kurşun döktürürdün kesin. Yok nenem, yok! O da işe yaramıyor. Geçen maç var diye sıktıydılar da başıma geldiydi az kalsın. Papucumun önüne düştü. Saçları kınalı nenem, kızılları çatlatan nenem göstersen ya bana yol? Nasıl düzlüğe çıkacağım?

Döktüm de döktüm içimi. Tam kalkıp gidecektim bir kadın geldi mezarın başına. Elindeki kurdeleyi bağladı mezarın yanındaki çalılara. Konuştu mezarla “ Yardımcı ol bana. Ülkenin öbür ucundan geldim. Artık benim de bir evim, ailem olsun.” Ne tuhaf. Ölüden medet mi umulur? Resmen çabut bağladı. Bir dakika, bir dakika…Evet! Buldum! Mezarlar… Durduğu yerde duran bu mezarlar türbe olursa bir sürü turist çeker. Her birine bir özellik yükledik mi tamam. Mesela; nenemin türbesinde dua edene aile vâdedilecek, onun yanındaki türbe de kellere saç vâdedecek. “Milleti kandıracaksın yani. Bravo bunu da yapacaksın sonunda.” Aklı olan inanmaz! Buna ihtiyacımız var, şehir iyi turist kaldırır. Ekonomi şâha kalkar, şâha!

Türbe yapımlarına başladık. Her bir mezar türbe oldu. Eski mezarlar da yeni gömülecek olanlar da. Halkın da hoşuna gitti yakınlarının mezarları süslü püslü olacak diye. Onlar da ellerinde kalanlarla yardım etti. Yaz sezonuna hazır ettik türbeleri.

Ücretlendirdik türbeleri. Bakkal çakkal da iyi turist çekti. Dolmaya başladı hazine. Hazine doldu dolmasına da biteviye yapılan türbeler şehirde boş yer bırakmadı. Aman ölüm, zalim ölüm dedim. Üç gün ara ver. Yok, beş gün. Hayır, on gün. Olmadı böyle, en iyisi sen sonsuz ara ver. Dinlemedi beni. Tam demiştim ki belimiz doğruldu. Halk beni omuzlarına aldı, hooop aldıkları gibi yere fırlattı. Yaranamadım bir türlü. Çiftçiler eyleme başladı. Ellerinde kazmazlar, küreklerle türbelerin ötesinden berisinden yürüdüler. Karşılarına geçtim. Bağırdım: “Bunu da hallederiz!”diye. Bağırmaz olaydım ellerindekileri bana fırlattılar. Az kalsın Lider'e gerek kalmadan kellem top gibi yerde yuvarlanacaktı.

Bir çare çözüm ararken Lider'in fermanı geldi. Çağırdı beni meskenine. Tüm ülkeye haber saldı herkes toplansın diye. Omuzlarım çökük gittim. Önce bir sille savurdu yüzüme. “Dövecekse iyi. ” Sana havalar hoş tabii. Acımaz senin canın. Olan bu garibana olur. Ağzımın yer değiştirdiğine neredeyse emin olacaktım. Lider, acımış gibi salladı elini. Girdi söze: “ Size şehirleri daha iyi yapın diye emanet ettik. Peki Server ne yaptı? Şehrini sefalete hapsetti. Diğer şehirler uzay üssü kurdu, o ne yaptı? Her yeri türbeye çevirdi. Bunun elbet bir cezası olacak. Cezası diri diri gömülmektir. Hayde başlayın!”

Cezanın sonunda ölmek beklediğim bir şeydi. Ama yavaş yavaş ölmek beklediğim bir şey değildi. Sevilmekten başka bir şey istemeyen ben bir sürü şey yaşadım. İç sesimle beraber. Kırdık bazen birbirimizi. Ama şimdi birlik günü. Ölene kadar sohbet ederdik artık. “Eyvallah, Server. Bayağı yük olmuştun bana.”