SAADETLERİN İMKÂNI FALAN FEŞMEKÂN
Gözümü ondan alamıyordum. Bakmaklar istiyordum hep. Dokunmaklar. Oynamaklar. Tüm eylemlerim onun uğruna olsun. Tüm amaçlarım onunla anlamlı olsun. Tüm ilgimi ona vermek istiyordum. Tüm umudumu ondan alıyordum. İçimi sevinçle dolduran oydu. Her an yanımda olandı. Sonunda bulduğumu biliyordum. Her zaman yanımda olacak olan gece ve gündüz, üzgün ve mutlu olduğumda paylaşacağım tüm anıları onun için biriktirdiğimdi.
Sokak arasında küçük bir bujiteriye girmiştim. Her girdiğimde kendimi bir fil gibi hissettiğim, bu raflara çarpsam devrilseler, kırılsalar, dağılsalar nolurdu diye düşünmekten dahası bunu bir hayal konusu hâline getirmekten kendimi alamadığım affedersiniz ama kıçım kadar denir ya, öyle küçük ama tıkış tıkış dükkanlardan biriydi. Kapısının önünden öyle geçip gidecekken aniden karar değiştirip içine girmeye karar vermiştim. İlahî bir sebep olabilir demeye getirmiyorum, üç al iki öde kampanyası yapmışlar, hani şu “KAPATIYORUZ! DEV İNDİRİM! SON FIRSAT!” cinsinden ama hiç kapatmayan nedense bin yıl süren indirimlerden. Neden bunları anlatıyorsun derseniz, her şeyin bu kadar alelâde geliştiği bir hikâyenin sonunun bu kadar harikulade bitmesinden daha ilginç ne olabilir diye sorarım ben de sizlere. Söz gelimi dükkânın önünden geçerken birden içim ürperseydi ya da ak sakallı bir dede beni içeri davet etseydi e tabii ki nenem de bilirdi bu işin sonunda bir şeyler olacak. Hayatımı değiştirecek büyük olayın eşiğinden adım atacağımı muhabbet kuşum da şakırdı. Ama öyle olmadı işte, her şey çok normaldi. Ben normal bir alışverişe çıkmıştım. Normal bir caddede normal bir dükkandan içeri girmiştim. Üç al iki kampanyası olduğu için aslında sıfır tane alacağım takıların ikisini seçmiş, bedavaya gelecek üçüncüyü arıyordum. Bir yerleri devirmeden dikkatli dikkatli bakıyordum. Beni orada öylece bekliyormuş. Sessizce, sakince hiçbir aşırılık yapmadan ona geleceğimi bilerek bekliyormuş. Üçüncü kez onu görmeden önünden geçerken o rafın arasında durup bana bakıyormuş. Sonra birden gördüm. İşte seni buldum, dedim. İçimden değil ha öyle sesli sesli, utanmaz bir âşık gibi. Üstündeki yıldızlar ne de nazenin parlıyorlardı. Gece mavisi boyası nasıl da derinlik katıyordu. Hemen dedim alıyorum, bu yüzük o hep takmak istediğim, hiç çıkarmayacağım takı olacak, seni buldum. Üstelik bedava. Şimdi diyeceksiniz bir yüzük için mi bu kadar tatava yaptın, Frodo’ya da böyle demiş miydiniz? O sihirliydi, güç yüzüğüydü dersiniz belki. Derseniz deyin bu beni kararımdan vazgeçirmeyecek. Hem sizi sevgime ikna etmem gerekmiyor ki. Yine de sizden başka bunları paylaşacak kimsem yok. O yüzden size anlatmalıyım. Yüzüğü taktığımda, ona öylece baktığımda tüm saadetler mümkünmüş gibi hissediyorum. Tüm saadetler mümkünmüş. Bütün saadetlerin mümkünâtı. Böyle bir şey olabilir mi allasen? Ama işte insankişisi, insanoğlu, bireykızı olmayacak şeyleri de hisseder, hissetmekle de kalmaz hissetiğiyle mutlu olur. Kişiçocuğu olmak böyledir, olmayacak şeylere mutlu olmak, üzülmek, heyecanlanmak.
Yüzüğün sihirli olmadığının farkındayım. Ama sizden mi saklayacağım arada bir elimle sağa sola çevirip bir şey olacak mı diye yandan yandan bakıyorum. Durup dururken efsunlu bir nefes üflüyorum, yaptığımı kendimden bile gizleyerek. Bir şey olmuyor tabii. Ben de zaten bir şey beklemiyormuş gibi yapmaya devam ediyorum. Hani diyelim oldu, sihirli bir cin çıktı diyelim, ne isterim bilmiyorum. Neye hevesim var ne için dua edip duruyorum. Olmasını dört gözle beklediğim ne var? Zaten açık konuşalım bir cin çıksa hemen bir Ayetel Kürsi okumaya çalışırım. Tek isteğim buradan defolup gitmesi ve beni unutması olabilir. Neyse demek istediğim bunun normal bir yüzük olduğunun farkındayım. Evet, yüzüğün gücü yok ama bana güç veriyor. Dedim ya saadetler mümkün falan feşmekân. Ben oldum olası mutlu olmak için büyük şeyler bekleyen biri olmadım ama uzun zamandır böyle küçük bir şeyden de mutlu olmamıştım. Mutlu olmamıştım. Farkına varmadan yaşamaya kapılmıştım. Öylece hayatın içinde akıp gidiyordum. Yüzüğün bana verdiği yetkiye dayanarak bazı işlere kalkışmaya karar verdim. Ulan dedim madem bu kadar kolay ve alelâdeydi mutlu olmak, neden bunu daha sık yapmıyorum? Bavulumu toplayıp dünya turuna çıkmadım. Büyük bir keşfin peşine düşmedim. Şehre bir yabancı gelmedi, duvarda silah da yok. Yıllık iznimi almadım. Hafta sonu şehrin dışındaki küçük pansiyondan bir oda ayarladım. Ne zamandır tanıtımlarını görüyordum. Göl kenarında. Sessiz sakin bir yer. Merkezden iki saatte bir dolmuş kalkıyormuş. Yarın yola çıkıyorum.
Sabah oldu. Bir gece kalıp döneceğim için erkenden kalktım, güzel bir kahvaltı yapmak istedim. Güne şöyle enerjik başlamak lazım. Güzel bir omlet, iyi demlenmiş bir kahve. Arkaya şarkımı da açtım. Bugün her şey özenli olacak. Örneğin kahveyi makinede değil v60 kullanarak yapacağım. Domateslerin üzerine kekik serpeceğim. Yumurtayı bir güzel çırpacağım. Kahvenin suyunu ayarladım. 92 santigrat derece. v60 standını ayarladım. Önce filtre kâğıdını ıslattım. Kahveye ilk ıslatımı yaptım. Daha sonra kontrollü olarak iki dakika boyunca suyu saat yönünde döndürerek döktüm. İyice sızması için tezgâhta bıraktım. Tam arkamı döndüm bir ses. Patt. Kahve devrilmiş. Halı mahvolmuş. Kahve damlamaya devam ediyor. Gözümün içine bakıyor sanki. Güzel bir sabah.
Yüzüğüm hâlâ parmağımda. Bakıyorum. Maviliğinden genişliyor içim. Sinirlenmiyorum. Olabilir böyle şeyler.
Önce bardağı düzeltiyorum. Kalan kahveyi kurtarmalı. Sonra nereden öğrendim bilmiyorum. Kahve lekelerine kolonya döküyorum, rengi açılıyor. Bak diyorum kendime sesli şekilde, hallolması bu kadar kolay. Sakinim. Yumurtayı alıyorum. Tezgâhtan ocağa belki üç adım. Yumurta elimden düşüyor. Yüzük parmağımda ya kırılmaz sanıyorsunuz. Kırılıyor. Yerde bir yumurta. Temizlemesi pek güç.
Olabilir böyle şeyler, kötü başladı diye kötü gidecek değil. Her şeye anlam yüklemeye gerek yok. Derin bir nefes al, devam et.
Üç, dört, yedi peçete alıyorum. Yumurtanın üzerine bırakıyorum. Dolaptan yenisini alıp devam ediyorum. Yumurta pişti. Kahveyi suyla çoğalttım. Kahvaltımı yapıyorum, yerdeki savaş alanını bilmemeye çalışıyorum. Her şeyi halledip evde çıkmaya hazırım. Çantam, yüzüğüm, telefonum her şeyim tamam. Telefonda iki mesaj. “Kuzum seni rüyamda gördüm hayrolsun”. “Canımm naber nasılsın dün gece rüyamda seni gördüm ya iyisin inşallah. Çok saçmaydı bi uyaniyim iyice ses atıcam sana.”
Hayrolsun. Yola çıkıyorum. Şimdi öykü bu ya olumsuzluklar silsilesi olması gerekiyor. Ama öyle bir şey olmuyor. Normal normal gidiyorum merkeze. Dolmuşların yanına geçiyorum. Simsar manalı manalı yüzüme bakıyor. Bu da normal. Bazı anormallerin böyle bön bön bakması çok normal. Abla sen nereliydin diyor. Nerden senin ablan oluyorum dön bi’ kendine bak koca adamsın demiyorum, neden sordunuz diyorum. Yok yani çok tanıdık geldiniz de diyor tanıyorum galiba sizi, bizim oradan mısınız diye. Değilim diyorum, ben tanımıyorum sizi. Dolmuşa biniyorum. Allah Allah bugün çok mu güzelim yoksa üstümde garip bir şey mi var? İki kişi daha bakıyor. Dönüp dönüp bakıyor. Bir tane çaksam suratlarına ne yapabilirler sanki? La havle.
Otele varıyorum. Resepsiyonist daha doğrusu pansiyonun sahibi beni karşılıyor ama bir şaşkın ki sormayın. Neymiş beni rüyasında görmüş ya nasıl olurmuş rüyadan da çok etkilenmiş şu an gerçekten çok şaşkınmış. Öyle bir şeyin olmayacağını söylüyorum. Nasıl olsun daha önce karşılaşmadık ki. Gerçi diyorum aynı şehirde yaşıyoruz sonuçta bir yerde denk gelmişizdir ya da sosyal medyada ortak arkadaşımız vardır oradan fotoğrafımı görmüşsünüzdür, farkında değilsinizdir.
Hemen herkes bir şeylerden anlam çıkarma yarışı içerisinde. Bugün rüya mı gördün, kesin habercidir. Saatteki rakamlar birbirinin aynı mı o zaman seni seviyor. Diline dolanan şarkı internette karşına mı çıktı bu senin şarkın olmalı sözlerine dikkat et. Yok hayır bunların hepsi basit tesadüfler olabilir. Her şey hâlâ aynı. Ama işte insankişisi ve bütün saadetler falan feşmekân.
Eşyalarımı odaya bırakıp telefonumla birlikte göl kenarına geçiyorum. Lan diyorum ne diye gerildim ben şimdi. Ne güzel yere gelmişim. İki insanla muhatap oldun, bi iki kişi seni rüyalarında gördüyse üç dört kişi de seni bi yerden tanıdıklarını iddia edip çıkaramadılarsa nolmuş yani? Yüzüğünü hatırla, evet ne güzel bir mavisi var içinde yıldızlar ve ay yüzüyor. Mesajlarıma bakıyorum. Ses kaydı gelmiş. Evet bakalım bugün nasıl bir rüyaya konuk olmuşuz.
“Bak çok garip bi rüyaydı yani böyle uyanınca etkisi falan çok iyiydi bilmiyorum. Kendimi çok iyi hissettim. Sen nasılsın? Neyse bak şimdi sen öyle normal bir nezarethane gibi bir yerdesin. Sanki böyle çok mutlusun ama aşırı mutlusun yani. Neden diye soruyorum sana bu elmadan dolayı diyosun? Elma yani n’alaka bilmiyorum. Yedikçe gülüyosun bi ısırık alıyosun gülüyosun bi ısırık daha alıyosun dans etmeye başlıyosun sen de yesene falan diyosun. Ben tam elimi uzatıyorum. O sırada uyanmışım işte. Sonra düşününce elma bi âdemle havva geldi aklıma bi de zehirli elma ama bilmiyorum. Mutluydun şükür. Neyse konuşuruz. Çok uzun oldu ses kaydı. Öptüm seni.”
Ne anlayabilirim bu rüyadan bilmiyorum. Benim küçük şeylerden mutlu olma gayretim mi malûm olmuş? Yoksa Adem Havva derken bana evlenme baskısı mı yapıyor? Bak kuzum evlenmezsen mutlu olmazsın demek mi bu? Ya da mutluluk bir zehirdir, güzel görünür ama yedikçe zehirler seni farkına varmazsın. Neymiş bu rüyanın anlamı? Yusuf muyum ben nerden bileyim? Tabir benim işim mi eco muyum ben?
“Aaa anne elma abla. Sana anlatmıştım ya beraber dans ettiğimiz elma abla bu.”
Bir şey demedim. Ne diyebilirim ki. Dün gece herkesin rüyasına girmiş olma ihtimalim kadar saçma bir şey olamaz sanki. Üstelik aynı rüyayı mı görmüştü herkes? Herkesin bilinçaltına nasıl fıydırıp kaymış olabilirim ki? Şu yoldan geçen çocuk beni nasıl rüyasında görmüş? Rüyalara giren bir derviş mi oldum? Herkese küçük şeylerin mutluluğunu göstermeye çalışan küçük bir rüya kelebeği miyim? Bu sorulardan kafamı kurtarabilecek miyim? Bu öyküyü böyle yarım bırakmaya gönlüm elverir mi?