________________
“Üüüç, ikii, BİR!” Yarış sesini duymuş atletler gibi koşmaya başladık. Enkaz olan evimize, oradaki bomba kaplarını toplayacaktık. Abdullah, koşarken tozlar havalandığı için nefes alamıyordu. Hastaydı. Bir ilaç kullanıyordu savaştan önce. Artık ilaç kalmadı. Abdullah her seferinde gözünden yaş gelene kadar öksürüyor. Yine aynı şey oldu. Hemen onun yanına gittik. Abdullah ortancamızdı. Enes abim en büyüğümüz. Ben en küçükleriyim. Kız kardeşlerimi Aksa’ya feda edeli yetmiş gün oldu. Annem hâlâ onlar için seviniyor. Abdullah nefesini toparlarken ben yanında durdum. Enes abim biz beklerken beş tane patlamış bomba kutusu bulmuştu bile. Enkazdaki evimizin duvarında bir raf var. Onun üstünde de annemin en sevdiği çiçeği. O düşmüş. Abim hemen kırılan ve yere dağılan çiçeği aldı elindeki bomba kabına toprağıyla koydu ve rafa yerleştirdi. Sonra bize dönüp,
“Evimizin tapusu hâlâ burada.” Hepimiz güldük. Babam öyle derdi hep. Annenizin çiçekleri hâlâ evimizdeyse her şey yolundadır. Tapu hâlâ elimizdedir, derdi. Şey, ben babamı özledim galiba. Kız kardeşlerimi yalnız bırakmamıştı. Enes abimin söylediğine göre, o kız kardeşlerimize bakacakmış, biz annemize bakacakmışız. Sonra o bize, o istediğim, kırmızı, tekerlekleri süslü bisikleti alacakmış.
Yanağımdaki ıslaklığı Abdullah eliyle silerken,
“Niye ağlıyorsun?” diye sordu.
“Ağlamıyorum, tozlar gözümü acıttı.” Elimi gözlerime götürüp hızla ovuşturdum ve sildim. Enes abim geldiğinde bana baktı,
“İyi misin Abdurrahman?”
“İyiyim, hadi biz de çiçek yuvası toplayalım. Annem, daha çok çiçek yuvası bulursak buğday yetiştirebileceğini söyledi. O zaman ekmek yeriz. Hadi toplayalım.” deyip enkazın içine doğru koştum. Yerdeki tozlar, mermiler, bomba parçaları ve ölü kokusu evimizi sarmıştı. Hâlbuki savaştan önce annem evi hep süpürürdü, silerdi. Oyuncakların dağınık olmasına bile katlanamazdı. Evin her yerinde lale olurdu. Annem laleleri çok sever. Ben de annemi çok severim.
İki tane çiçek yuvası bulabildim. Abdullah’ın elinde de üç tane vardı. Enes abim büyük olduğu için diğer evlere de bakıyordu. O bayağı toplamıştı. Enes abim bize doğru gelirken Abdullah boğazını tutuyordu.
“Abdullah iyi misin?”
“Abdurrahman ben nefes alamıyorum.” Demesine kalmadan elindeki çiçek yuvalarını düşürdü. Ve sırtı üstü yere düştü.
“Abdullah!” Enes abim bağırarak seslenmişti, hemen yanımıza geldi. Korktum. Çünkü Züleyha da Abdullah gibi bir anda yere düşüp ölmüştü. Elimde çiçek yuvalarını iki kolumun arasına alıp göğsüme doğru bastırdım. Duvara doğru yaklaştım. Enes abim bana bakıp:
“Abdurrahman buraya gel!” dedi. Başımı korkuyla sağa sola salladım. Gitmek istemiyordum. Abdullah da gider diye çok korkuyordum.
“Abdurrahman buraya gel!” Abim sinirlenince gözlerim dolu dolu yanına geldim.
“Kollarını biraz aç!” bağırıyordu. O da korkuyordu. Elleri titreyerek elindeki çiçek yuvalarını iki kolumun arasına doldurdu. İki elini yanaklarıma koyup,
“Bir deyince anneme doğru koşacaksın. Ve buraya gelmesini söyleyeceksin.”
Tepkisizce suratına bakınca yanağıma bir tokat attı. Gözümden ilk yaşlar dökülürken
“Tamam mı!” diye bağırdı. Başımı aşağı yukarı sallayıp onu onayladım. Beni duvarın kenarına getirdi. Tanklar geziyor mu diye kontrol edip lafı uzatmadan,
“BİR!” dedi. Gözümdeki yaşlar abimin bağırışıyla hızla yarışlarına başladılar. Bir yandan enkaz içinde koşmaya çalışıyor bir yandan elimdeki çiçek yuvalarını düşürmemeye çalışıyor bir yandan da annemi görmeye çalışıyordum. Gözümdeki yaşlar yüzünden gözümün önünü göremedim ve enkazın bir parçasına takılıp düştüm. Gözyaşlarım enkazın toprağını ıslatırken çiçek yuvaları etrafa dağılmıştı bile. Elimle yüzümü silmeye çalışırken arkama doğru baktım takıldığım enkazdan bir parçaydı ama bir taş, duvar değildi. Enkaz altındaki bir cenazenin eline takılmıştım. Yerden kalkmadan korkuyla geri geri sürükledim kendimi. Ayağa kalktım biraz daha ilerledim. Yine düştüm. Bir daha denedim bir daha düştüm. Annemin yüzünü ayırt edemiyordum. Annemin bizi beklediği yere geldiğimde annemi bulamadım. Hıçkırıklarımın eşlik ettiği gözyaşlarım kuvvetlendi. Binanın arkasından gelen tank sesini duyunca elimi ağzıma kapatıp ayakta kalan bir kolonun arkasına sığındım. Gözümdeki yaşlarla yere Abdullah'ı resmetmiştim resmen. Tank sokağın sonuna doğru ilerlerken, gökten yağan mermiler gibi hızla inip kalkan göğsüm sakinleşmek bilmiyordu. Tank durdu. Sokağın sonuna vardı ve köşeyi dönmeden durdu. İçinden o adamlar çıktı. Züleyha’yı, babamı, diğer kız kardeşlerimi, Abdullah'ı… bizden alan o adamlar indi. Silahlarını enkaza doğru çevirip kendi dillerinde bir şeyler dediler. Sonra iki el ateş ettiler. Hıçkırıklarımdan birini tutamamıştım, korkuyla tekrar hiddetle ağlamaya başladım. Nefes alış verişlerimin sesi dikkatlerini çekmiş olacak ki silahları hâlâ yukarıda ve her an tetiklenmeyi bekleyecek şekildeydi.
Annemi istiyordum. Anneme sarılıp uyumak istiyordum. Babamın bizi korumasını istiyordum. Gözümü sokağın sonunda bana doğru yaklaşan adamdan ayırmadım. Ta ki, kulağımın dibinde bir soğukluk hissedene kadar. Kulağımın hemen altındaki boşlukta bir soğukluk vardı. Bu bir namluydu. Yine kendi dillerinde bir şey dediler. Anlamadığım için elimi yüzümü kapatıp hıçkırıklarımı saklamadım. Aksa'ya feda olma sırası bendeydi. Hıçkırıklarımın arasında sesimi duyurabilecek şekilde Rabbi’me seslendim.
“Annemi istiyorum Allah'ım, korkuyorum.”